Çocuğumun Kokusu Hiç Değişmez

IMG_2522.JPG

Çocuğumun Kokusu Hiç Değişmez

Her şey yaklaşık 5 yıl önce çocuğumun cinsel yönelimini / cinsiyet kimliğini öğrendiğim zaman başladı. Doğulu bir aileden geliyorum. İstanbul’da büyüdüm. 17 yaşında evlenip 18’imde anne oldum. Kız ya da erkek çocuk isteğim yoktu, sanırım sadece bir çocuğum olsun istedim. Çocuğum 2.5 yaşındayken eşimden ayrıldım. Ailem memleketim olan Şanlıurfa’ya döndü. Ailem ve ben çocuğumu elimizden geldiğince sevgi dolu bir ortamda yetiştirmeye çalıştık. Arkadaş gibiydik sanırım beraber büyüdük.

Çocuğumda bir farklılık hissetmemiştim; evet biraz hassas, naif ve duygusaldı, sert mizaçlı bir çocuk değildi ama diğer erkek çocuklardan pek de farklı değildi. Çok yakışıklı bir çocuktu ve kız arkadaşları vardı. Ta ki lise 1. sınıfa başladığı  sırada  çocuğumun samimi bir arkadaşının annesi iş yerime gelerek ‘’senin çocuğunda bir farklılık var duyduğum kadarıyla bir erkek sevgilisi var – taciz ve tecavüzü kastederek – acaba başına bir şey mi geldi?” diye konuşunca şok yaşayıp, sinir krizi geçirerek hastanelik oldum. Tek isteğim böyle bir şey varsa ölmekti. Ölmek istedim. Hastanede yatmayı kabul etmeyip eve döndüğüm zaman ağlayarak çocuğumla konuşup böyle bir şey varsa doktora gidebiliriz ve bu durumu aşabiliriz, düzeltebiliriz dedim. Çünkü düzeltilir sanıyordum. Çocuğum ağlayarak böyle bir şey olmadığına yeminler etti. Kendisinin yüzünden bana bir şey olursa kendini öldürebileceğini söyleyince, iyi ki  hastanede yatmadım diye düşündüm. Böyle bir şey yoktu ve ben başkasının lafıyla hem kendimi hem çocuğumu üzmüştüm. Bu olaydan sonra daha fazla kız arkadaşı oldu eve getirip benimle tanıştırmaya başladı. Sevgililer fazlalaştıkça demek ki çocuğumda bir şey yokmuş deyip mutlu oluyor ve küçük de olsa içimdeki şüpheyi yok ediyordum. Çocuğum üniversite 1. sınıfı bitirdiği sıralarda bir arkadaşımın bilgisayarından  internete girip bir arkadaşıyla konuşmuş. Arkadaşım ise kendi çocuğunu kontrol amacıyla  yaptığı kayıtları okurken benim çocuğumun bir erkekle yazışmalarını yakalamış. Yine iş yerimdeyken bana konuşmayı e-posta olarak gönderdi. İnanın tamamını okuyamadım, çünkü iki erkek arasında olamayacak bir konuşmaydı, sevgiliyle yapılan bir konuşmaydı ve benim çocuğumun sevgilisi bir erkekti…

İnanmak istemedim, o hissi anlatmak çok zor, tüm dünyam yıkıldı, yaşamak istemedim, deliriyorum sandım. Bu sefer inkarı yoktu. Bana göre çocuğum eşcinseldi. Çocuğumla yüzleşmeye korktum; sanırım hem duyacaklarıma hazır değildim  hem de ürkütürsem evden gider diye düşündüm. Delirdim, sanırım kafamı duvardan duvara vurdum, intihar etmek istedim. İlginçtir; babamın hayatımda yeri çok farklı olmasına rağmen ve babamı canımı verecek kadar sevdiğim halde keşke babam ölseydi de benim çocuğum böyle olmasaydı diye düşünecek kadar aklım başımdan gitti. Çünkü çocuğumdu o benim, tüm dünyamdı. İkimizdik, yalnızdık, o benim yol arkadaşımdı. Bir çok hayalim vardı, çok yakındık, birbirimizden saklımız gizlimiz yoktu ama öyle değilmiş, benim çocuğumun benim bilmediğim  apayrı bir dünyası varmış. O an çocuğumu hiç tanımadığımı hissettim bir erkek çocuğum vardı ama aslında yokmuş. Sanki çocuğum ölmüştü ve ben onu kaybetmiştim. Canım çok acıdı, içim çok yandı. Tarifi mümkün olmayan bir acı yaşıyordum. Aklıma üniversite ortamında başına bir şey mi geldi, acaba çocuğum kötü niyetli insanların eline mi düştü, zorla bir şey mi yaptırıyorlar gibi sorular geldi. Anneannesine çok düşkündü, yazları Urfa’ya giderdi acaba orada mı bir şey yaptılar diye düşündüm. Mutlaka bir çaresi vardır el ele verirsek düzeltiriz diye düşünüp kendimi teselli etmeye çalıştım. Acabalarım çoktu ama cevaplarım yoktu. Bu konuyu hiç bilmiyordum üstelik okumayı çok seven bir anne olarak nedense bu konuda bir şey  okumamıştım. Çaresizdim… Önyargılı bir insan değildim ama bu konu dikkatimi hiç çekmemişti sanırım. Çocuğumla konuşmaya korktum, evden gider diye düşündüm ama yüzleşmem gerekiyordu. İçimde yine de bir umut vardı; galiba bana yine “bir şey  yok” diyecek ve ben yine buna inanmayı seçecektim.

Çocuğumla konuştum. Bir yazışmasını okuduğumu, eşcinsel olduğunu düşündüğümü, böyle bir şey varsa maddi şartlarımızı zorlayıp, İstanbul’dan, arkadaşlarından uzaklaşabileceğimizi, farklı hobilere, kurslara yönelebileceğini, doktora gidersek, tedavi olursa düzelebileceğini anlatmaya çalıştım. Bilgisizdim, çocuğum benden daha bilgiliydi bu konuda. Ağlayarak “anne düzelebilir bir şey değil” dediğinde ikna etmeye çalıştım. Kabul etmediğinde yine sinir krizi geçirdim ve kendime geldiğimde Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ndeydim. Eve döndüğümde çocuğum okulunu bırakmak zorunda olduğunu, bu şartlarda okulda problem yaşadığını ve beni daha fazla üzmemek adına evden ayrılmak istediğini söylediğinde bir kez daha yıkıldım. Ama yine de onu ikna edip psikiyatra götürdüm. Maddi olarak yıprandım ama düzelecek diye düşündüğüm için ve doktorların da “davranış bozukluğu var, düzelir” sözüne güvendiğim için terapilere devam ettik. Ama çocuğum yine karşıma gelip ‘’anne seni daha fazla üzmemek adına evden ayrılıyorum’’ dediğinde, ağladım, yalvardım, kızdım, hakaret ettim. Yine de evden gitmesine engel olamadım. Bilgisizliğim yüzünden hem kendimi hem de çocuğumu yıprattım. İş hayatım sona erdi, beden ve ruh sağlığım bozuldu, sosyal hayatım bitti.  Konuyla yüzleşmekten hep kaçtım. Öğrenmeyi değil, kapanmayı tercih  ettim sanırım. Bir iki arkadaşım dışında kimseyle bu durumu paylaşamadım. Çocuğumu soran herkese yalan söylemeye başladım. Çocuğumun fotoğrafları, kıyafetleri her yerdeydi ve ben bakıp bakıp ağlıyordum. Hayatımın en zor 1.5 yılıydı. Kabuslar görüyordum, çocuğumun eşcinsel olduğunu biliyordum ama rüyalarımda çocuğumu tamamen kız gibi üstelik göğüsleriyle görüyordum ve hemen uyanıp “öyle bir şey yok, benim çocuğum eşcinsel, kız gibi değil fiziksel olarak değişmeyecek” diye de teselli oluyordum. Çocuğunuzun nerede olduğunu bilmiyorsanız, telefonu kapalıysa ve ne yapacağınızı bilmiyorsanız, konuyla alakalı medyada gösterilen eşcinsel ve translara şiddet hakaret içerikli yayınlar dışında bilginiz yok ise psikolojiniz daha da çok bozuluyor.

Bir buçuk yıl sonra çocuğum bir gün eve gelmek ve benimle konuşmak istediğini söylediğinde o kadar mutlu oldum ki anlatamam. Bana istanbul’da yaşadığını, bir evi olduğunu benimle görüşmek istediğini ama benim bazı şeylerden dolayı üzülmemi istemediğini söylediğinde ne olursa olsun ondan vazgeçmeyeceğimi, önümüzde zor bir yol olduğunu ama bu yolu beraber yürüyeceğimizi, birimiz tökezlersek, diğerimizin  onu kaldırıp yola devam edeceğimizi, onu çok sevdiğimi söyledim. Çünkü onu bir daha görememek düşüncesi korkunçtu. Onu bir kez daha kaybetmek istemiyordum. Bir kaç kez evine gittim, kaldım. Çok mutluyduk,  içim daha rahattı. Hiç de kötü bir yerde değildi. Arkadaşlarıyla tanıştım, artık bir değil birçok çocuğum vardı. Görüntüsü değişmemişti, eşcinseldi. Ama bir gün beni odaya çağırıp ağlayarak ‘’anne ben bir şey  yaptırdım” dediğinde o an nasıl bilmiyorum ama anladım ki çocuğum göğüslerine silikon yaptırmıştı, kabusum gerçek olmuştu. İçimdeki fırtınanın tarifi mümkün değil, anlatamam. Çocuğuma “mutlu musun, pişman olmazsın değil mi” diye  sorduğumda “hayır anne, çok mutluyum sen de biliyorsun ve yanımdasın artık” deyip bana sarılınca ‘’sen mutluysan bende mutluyum annecim ‘’dedim, içimdeki fırtınaya rağmen. Çünkü o kadar mutlu olup rahatlamıştı ki artık ben varken göğüslerini saklamak için korse takmayacak ve benimle daha fazla görüşecekti.

Evet fırtına vardı içimde ve ben bunu nasıl atlatacaktım. Tek başıma atlatamayacağımı biliyordum. Artık bir erkek çocuğum değil bir kız çocuğum vardı.

Eve döndüğümde internette benim gibi anneler var mı diye araştırdım. Benim için milat olan LİSTAG’la tanıştım. Telefonda konuştuğum annenin verdiği sıcaklığı ve o duyguyu anlatamam. Annemle konuşsam o yakınlığı hissedemezdim. İlk CETAD toplantısına katıldım. Toplantıdan çıktıktan sonra bile kendime güven ve bir cesaret gelmişti. Artık çocuğum bana gelirken milletin kapısı açıkmış, göreceklermiş diye korkmuyordum. Ne ben ne de çocuğum yalnız yada yanlış değildik. Benim çocuğum yüz kızartıcı bir suç işlememişti. Ben hep onun yanında olacaktım.

CETAD ve LİSTAG ‘la tanışmak hayatımda bir dönüm noktasıdır. Çocuğumu LİSTAG sayesinde kazandım. İyi ki CETAD ve LİSTAG’la buluştum. Bir gün böyle düşüneceğimi hayal bile edemezdim ama artık biliyorum, çocuğum sayesinde iyi ki bu güzel aileyle tanışmışım. Onlardan biri olmak beraber mücadele etmek bana gurur veriyor. Aile olmak için kan bağı olmasına gerek olmadığını anladım ve bu aileye mensup olmak beni inanılmaz değiştirdi ve geliştirdi. Artık kendimi daha güçlü hissediyorum. Onlardan çok şey öğrendim ve öğrenmeye de devam ediyorum. Öğrendikçe daha fazla bilgilenmek, sadece benim çocuğum değil diğer çocuklarımız için de toplumsal önyargıları yıkmak, çocuklarımızın kimseden farklı olmadığını, yalnız yada yanlış olmadıklarını, bunun bir hastalık olmadığını, doğuştan geldiğini haykırmak,  benim yaşadığım sıkıntıları diğer ailelerin yaşamaması için elimden geldiğince fazla aileye ulaşıp onlara destek olmak ve onlara şunu söylemek istiyorum: “Çocuğunuz ne giyerse giysin, ister saçını uzatsın, ister kestirsin, kısacası fiziksel görünümü ne kadar değişirse değişsin TEK DEĞİŞMEYEN ŞEY SARILIP KOKLADIĞINIZ ZAMAN  KOKUSUDUR. O SİZİN ÇOCUĞUNUZ, ÇOCUĞUNUZUN YANINDA OLUN”

Züleyha

Hayat ‘Düş’medİ!

Düşüncemde düşleyip, “Hayat Bir Düş Olsa” demişim birazdan okuyacağınız yazımın başlığına.

Yazdıklarımın üzerinden 7 koca yıl geçmiş. Sanırım o dönemde oğlumla ikimiz adına pek çok şeyi çözümlemiş olmamıza rağmen babaya ve yakın aile çevremize ve en çok da ‘elalem’e karşı nasıl davranacağımı bil(e)mediğimden olsa gerek, böyle bir başlık seçmişim.

Oysa bugün baktığımda şu geçen 7 yılda eşcinsellik üzerine deneyimlediğim ve öğrendiğim her şey, tanıştığım herkes, paylaşımlarımız, kısmen de olsa bir anne olarak aktivist olmaya çalıştığım zamanlardaki hissettiğim özgürleşen ruhum, güzel duygularım bana o kadar çok şey katmış ki bir zamanlar düş olarak dilediğim gerçekliğim hayatımın anlamını pekiştirmiş. Ve daha da pekiştirmekte…

Üstelik bugün hala kendi içimizde çok yol aldığımız halde, aile çevremizde herkese tam açılamamışken ve hala eşim kendince haklı olduğu sebeplerle oğlunun gizli ve dikkatli olması gerektiği konusunda ısrarcı olmasına rağmen, ben de kendi adıma eşimin duygularına özen göstererek ama kendi duygularımı da daha fazla bastıramayacağımdan, bir orta yol bulup yarı görünür olmayı seçtim diyebilirim.

Sonuç olarak kendi yolculuğumda fırsat buldukça katılmaya özen gösterdiğim aylık CETAD toplantılarında yaşadığımız paylaşımlarla, LİSTAG toplantılarının ve aktivitelerinin bana kattıklarıyla kendimi gerçekten çok iyi hissediyorum.

Özellikle de “Benim Çocuğum” filminden sonra yürütülen programın ve yapılan tüm film gösterimlerinin ve sonrasındaki söyleşilerin ne kadar çok insanın hayatına dokunduğuna ve bir o kadar da önyargıları dönüştürdüğüne tanık oldukça gerçekten çok etkili olduğunu düşündüğüm, oldukça önemli ve anlamlı bulduğum böyle bir oluşumun içinde olabildiğim her an benim için fazlasıyla kıymetli.

Ve hislerim, bana çok daha güzel günlere doğru inanarak, çoğalarak yol aldığımızı söylüyor.
Evet, artık biliyorum, dünya yerinden oynayacak!..

Bu arada, aşağıdaki yazım Kaos GL’de yayımlandığında kendi adımı bile kullanamamıştım. Bugünse yarı görünür halimle sadece adımı yazabiliyorum.

Sevgimle,
Aynur

hayatbirdusolsaresim: aynur, 2008

hayat bir düş olsa

bir dünya düşlesem düşüncemde. sonra resimlesem düşümü. önce güneşinden başlasam. güneşi sevgi olsa dünyamın. sevginin rengi turuncu. en sıcak haliyle resmin en orta yerinde. sonra boyasam, renklere boğsam tuvalimi. ruhu saran tüm sıcaklığı ile sevgiyi hissederek. düşünmem ki rengin erkeğini, dişisini. sevdiğimi seçerim, en çok sevdiğimi. bana coşkuyu, duyguyu en yoğun hissettireni. formlar şekillenir hissettikçe sevgiyi. ille de figür olsun isterim resmimde. kadın olur, erkek olur, ama önce insan olur. cinsiyeti yoktur ki aşkın, sevginin, rengin. boya tüpleri patlar. coşkuyla resim olur. bir bakarsın aşk olur.

benim penceremden
bir şeyler yazmak istedim, uzun zamandır isteyip de yazamadığım. belki kısa bir hikaye; hayata, anlamlara dair. en çok da anneliğime.
20 yaşındaydım anne olduğumda ben. başlangıçta kendimi hiç hazır hissetmesem de, oğlumla birlikte büyüyüp yol aldıkça daha iyi anladım onun benim için ne kadar vazgeçilmez ve değerli olduğunu.
bugün artık kırklı yaşlarımın başındayım. ve anneliğimin belki de en anlamlı yıllarını yaşadığımı düşünüyorum.
zaman nasıl da geçiyor baksanıza.
en büyük annelik hayalimdi, oğlumla sağlam bir ilişki kurabilmek.
her şeyin ötesinde, sırdaşı olduk birbirimizin.
evet, maalesef uzun yıllar fark edemediğim eşcinsellik gerçeği ile çocuk yaşta tek başına mücadele etmeye başlamıştı benim oğlum. ama küçücük omuzlarına yüklediği ve hepimizden yıllarca büyük bir ustalıkla gizlediği çocukluk sırrına rağmen her zaman öylesine sevgi dolu ve neşeli, çalışkan ve başarılıydı ki, her şey yolunda sanıyorduk. o yüzden giderek bizden uzaklaştığını ve içine kapandığını fark ettiğimde hem bir anlam verememiş, hem de uzun bir süre ne yapacağımı bilememiştim.
bundan 4 yıl kadar önce, liseyi bitirmek üzere olduğu zamanlardı. ona ulaşmak gittikçe güçleşiyordu. bir şeyler artık yolunda gitmiyordu.
belki o ana kadar zaman zaman kendini hissettiren acabalarla yaşanan uzun bir süreç vardı ama, nedense adını bir türlü koyamamıştım.
ve işte, ne kadar zor olsa da artık bazı şeyleri kelimelere dökmenin zamanı gelmişti.
bir gün bile birinden hoşlandığını dile getirmemişti, üstelik ne zaman bu konuyla ilgili bir şeyler sorsak hep tepki ile karşılık veriyordu. geç ergenlik durumu olabilirdi, ya da içinden çıkamadığı bir aşık olma hali. bir şekilde öğrenmem gerekiyordu. sorduklarıma verdiği aşırı tepkilerin yanında söylediği bazı şeyler ister istemez yıllar önce okuduğum bir yazıdan aklımda kalan eşcinselliği düşündürmeye başlamıştı.
ama konuya nasıl gireceğimi bilmiyordum. belki de annesi olduğum için benimle rahat konuşamıyor olabilir diye düşündüğümde, ilk aklıma gelen, onun da çok sevdiği yakın bir arkadaşım oldu. nitekim, üstü kapalı da olsa, yaptıkları konuşmadan birtakım ipuçları yakalamıştık. arkadaşımı dinlerken eşimi düşündüm bir yandan. işi gereği o dönemde hep uzaklardaydı. böyle bir konu telefonda da konuşulmazdı ki. tek başına kalmıştım. bildiğim tek şey, çok dikkatli hareket etmem gerektiği idi.
başlangıçta sükunetle karşıladığım duyduklarım, giderek kulaklarımda uğultu, beynimde sürekli akan düşünceler ve boğazımda bir düğüm haline geldi sanki.
adeta kilitlenmiştim.
aslında yaşadığım stresin gerçek sebebinin oğlumun eşcinselliğini öğrenmekten öte ona nasıl yardım edeceğimi bilmemekten kaynaklandığını fark ettim.
yıllarca içinde yaşadığı çelişkileri, kimlik bunalımlarını hiçbir şekilde bize yansıtmamıştı. ve ben, yaşadığı şey hakkında en ufak bir fikre sahip değildim.
bir insanın eşcinsel olmasına sebep olan şeyler nelerdi? acaba çocukluktan beri yaşadığı şeyler mi etkilemişti onu? değişebilir miydi? belki öyle olduğunu sanıyordu. gibi gibi bir sürü şey geçiyordu aklımdan.
bugün artık, öğrendiklerimle, sizleri sinirlendirdiğini bildiğim bu soruların hepsi benim de ilk aklıma gelenlerdi. bir şekilde anlamaya çalışıyordum.
çocukların küçük yaşlardan itibaren böylesi sorunlarla sıkışıp kalabileceklerinin, böylesi duygu çıkmazları yaşayabileceklerinin hiç farkında değilmişim.
maalesef pek çok anne-babanın da farkında olduğunu sanmıyorum. ne yazık ki o duyarlılıkla ya da o bilgi donanımıyla yetiştirilmedik hiçbirimiz.
insan yaşamadığı bir duyguyu da bilemiyor haliyle. hele bir de hiç ipucu yoksa.
kaçırdığım şeylerin farkına vardıkça kendimi nasıl da kötü hissettiğimi anlatamam.
meğer sürekli yanlış olduğuna inandığı duygularını bastırmaya çalışarak yaşamış çocukluğunu benim oğlum. hissettiklerinin sebebini bir türlü anlayamadan. her yıl okula başlarken karşı cinsten bir sevgili bulacağım diye söz vermiş kendine.
yıllar böyle geçmiş, hiçbir şey değişmeden.
baş edemediği duyguları, en sonunda patlama noktasına gelmişti ve biz artık yüz yüzeydik.
‘tanrı beni neden böyle yarattı sanki’ diye başlayıp bitiremediği cümlesi ve gözyaşları karşısında kendimi ne kadar da çaresiz hissetmiştim. ölmek istiyordu.
o an’a kadar yaşadığımız her şey nasıl da sıradanlaşmıştı.
yıllarca oğlumun yaşadığı çıkmazlarını fark edememiş, onun yanında olamamıştım.
hep özlediğim şeydir onun o çocuk anları.
belki de çok genç anne olduğum için farkına varamadığım, kaçırdığım annelik anlarıma geri dönebilseydim keşke, derim bazen. keşke her şeyi bilerek yeniden başlayabilseydik, derim.
ama böyle bir şey imkansız olduğuna göre, önemli olan şimdi’yi gerçek anlamda paylaşarak yaşamak. çok zor bir süreçti benim için ama artık üstesinden geldik. en azından ikimiz adına, anne-oğul anlamındaki paylaşımlarımız adına.
artık biliyoruz ki, eşcinsellik oğlumun gerçeği, annesi olmak benim gerçeğim.

bilgilenme süreci
çok korkularım vardı oğlumun yaşayacakları anlamında. bu gerçekle yüzleştiğimiz dönemde çok mutsuzdu. inanılmaz içki içiyordu, kendini unutmak istercesine. ve ben hiçbir şey yapamıyordum.
aklımdan neler geçiyordu, tanrım.
başına her şey gelebilirdi.
eşcinsellerin maruz kaldığı saldırılar, tecavüzler, cinsel yolla geçen hastalıklar. düşünmeden edemiyordum.
tüm bunlar hakkında onu doğru şekilde bilgilendirebilmek adına, baskıcı olmadan bir şeylerin kontrol altına alınması gerekiyordu.
oğlumun eşcinsel olduğunu öğrendiğim ilk andan itibaren tüm çabalarım onu anlamaya çalışmak ve mümkün olduğunca, destek olabilmek yönünde oldu. elimden geldiğince bilinçli hareket etmeye çalıştım. öncelikle kendimi bilgilendirmem gerekiyordu. ancak bu şekilde onu anlayabilir, onunla yakınlaşabilirdim. benim için işin en zor tarafı duygusal yanıydı. aşırı hassas bir yapım olduğu için onu anlamaya çalışırken kendimi de iyileştirmek zorundaydım.
bir kere anne-babaların bunun gençlerin bir tercihi olmadığını anlamaları ve kabul etmeleri gerekiyor. çünkü, eğer eşcinselliğin tercih edilen bir durum olduğuna inanırsanız, sonucunda tedavi edilebilir bir hastalık olduğunu düşünebilirsiniz. ve çözüm arayışlarınız, çocuğunuzu psikoloğun ellerine teslim edip, ‘iyileştirmesini’ beklemekten öteye geçemez. belki de verilen hormon ilaçlarıyla durum daha da kötüye gidecektir. aslında bu noktada, gerçekten bu konuda bilinçli bir psikolog bulabilmek çok önemli. hem anne-babayı, hem de çocuğu, ya da genci doğru yönlendirebilmek adına.
ayrıca, toplumun dayattığı kurallar mı, yoksa çocuklarının duyguları mı önce geliyor anne-babalar için? işte bu da çok önemli. çünkü birincisinde genç, hasta ruh, sapık muamelesi görürken, ikincisinde anlayışla karşılanıp destek olunacak çözüm yolları aranabiliyor.
biz bu konuda çok şanslıydık. konuya önyargısız bakabilecek bir psikolog arıyordum ve bir takım araştırmalardan sonra doğru kişiyi buldum.
önce ben görüştüm kendisiyle. hani o nefes alamadığım, panik hallerimin olduğu ilk zamanlardı. oğlumun eşcinsel olduğunu öğrendiğimi söyledim ilk. ne hissettiğimi bile aslında tam olarak bilmediğimi, ama ona ihtiyacı olduğu anlamda yardımcı olmak istediğimi söyledim sonra. bunun için de onun tam olarak kendini nasıl bir çıkmazda hissettiğini bilmem gerekiyordu.
kendisinden bir şekilde bu konuya girip oğlumun ona açılmasını ve bu şekilde rahatlamasını sağlamasını istedim.
psikoloğun ilk söylediği, hep oğlumla ilgili konuştuğum, ama aslında benim de hiç iyi olmadığım, önce kendimi iyileştirmem gerektiğiydi.
ama oğlumu iyi görmeden ben zaten tam anlamıyla iyi olamazdım ki. benimle birlikte onun da iyileşmesi gerekiyordu.
oğlum psikolog önerimi hemen kabul etti zaten ve başlayan seanslar bir buçuk yıl kadar sürdü.
zaman içinde rahatladığını görmek, beni de rahatlatmaya başlamıştı.
her fırsatta kendisiyle bu konuda konuşmalar yapmaya, bana da kendi isteği ile kendisini anlatmasını sağlamaya özen gösterdim.
her zaman da konuya girmek kolay olmuyordu tabii. ama ne olursa olsun, konuştukça yakınlaştığımız ve kendimizi daha iyi hissettiğimiz bir gerçekti. oğlum yanında onu anlayan ve destek olan bir annesi olduğunu bilmeliydi. bu benim için çok önemliydi.
kafamda hep, ikimiz için bunu başardıktan sonra konuyu babasına açmak vardı. onunla da benzer bir süreç yaşanacaktı, belki de daha zorlu bir süreç. ve biz buna hazırlıklı olmalıydık.
sürekli araştırıyordum. eşcinsellik üzerine kitaplar aradım, buldum, okudum. bilgilendikçe bazı şeyleri anlamam daha kolay oldu.
bir kere kişisel bir tercih değil, bireyin kendinde zaten var olan, genetik temelli biyolojik bir özellikti. yani sonradan olunmuyordu.
‘tercih’ dediğinizde, bundan pek çok anlam çıkarabilirsiniz. evet, cinselliği yaşamanın tercih edilebilen pek çok şekli olabilir. ama eğer bu konuda bilgi sahibi değilseniz eşcinselliği de bunlardan biri gibi algılayabilirsiniz.
işte anne-babaların en çok yanılgıya düştüğü nokta da burası sanıyorum. çünkü eğer eşcinselliği sadece bir cinsel yaşam şekli olarak düşünürseniz kabul etmeniz ve anlamanız zorlaşacaktır. ama işin duygu yönü tercih edilebilir bir şey değildir. duygularınızı tercih ederek yaşayamazsınız. onları kontrol edemezsiniz.

‘neler anlatabilirim ki size ben, gözleriniz görmüyorsa eğer.’ gogol
insanlığın ilk varoluşundan beri, yüzyıllardır bazı insanların değiştiremediği gerçeğidir bu durum. ama nedense hep saklanmıştır. ya da saklanmak durumunda bırakılmıştır.
okuduğum bir çok açılma hikayesinde dikkatimi çeken bir şey vardı. başlangıçta herkes sadece kendisinin öyle olduğunu sanıyordu. sonra, zaman içinde kendileri gibi hisseden başkalarının da varlığını öğrenmek onları nasıl da rahatlatıyordu.
aynı durum anne-babalar için de söz konusu aslında. geçen yıl doktorumun bekleme odasındaki dergileri karıştırırken bir anda karşıma çıkan ‘benim oğlum bir eşcinsel’ başlıklı yazıyı gördüğümde, o birkaç sayfayı nasıl da fark ettirmeden yırtıp çantama tıkıştırdığımı hatırlamıyorum bile. ellerim titriyordu ve daralan nefesimi, gözlerimin dolmasını kontrol edemiyordum. yazıyı okuduğumda benimle aynı duyguları yaşayan başka anneler de olduğunu bilmek iyi gelmişti. sanki beni, bizi anlatıyordu.
uzun bir süre o yazıyı her okuyuşumda boğazıma hep bir şeyler düğümlendi ve ağladım. bunun sebebi, oğlumla aramızda her şeyi çözümlemiş olmamıza rağmen, aynı şeyi babasıyla tam olarak gerçekleştirememiş olmamızdı
kendimle kaldığım zamanlarda sürekli aklımda bu vardı.
galiba babalar için her şey daha zordu.

babayla yaşananlar
ilk söylediğim gün inanmak istemedi oğlumuzun eşcinsel olduğuna. böyle bir şey duymayı hiç beklemiyordu zaten. sonrasında da kabullenmesi zorlu bir süreç gerektirdi.
bilmesi gerektiğini düşündüğüm konularda anlattıklarımı dinlemek zorunda kaldıkça, aslında daha çok, duymaya dayanamadığını fark ettim tüm bunları. kendi içindeki hassasiyetini fark ettim.
oysa oğlumuz babasına da açık olmak istiyordu. ona yalan söylemek ya da ondan gizli yaşamak istemiyordu hayatını.
üçlü konuşmalarımız her defasında tartışmalı geçiyordu. sevgilisini ilk öğrendiğinde tepkisi çok ağır olmuştu, ama sonrasında yaptıkları uzun konuşmanın sonunda artık onu anladığını söylemişti. gene de her şey gizli kalsın, gizli yaşansın istiyordu.

‘iki yürek seç kendine/biri yaşamak için/biri gizlenmek’ murathan mungan
belki de söylemek istediği çok şey vardı oğluna. ama asla kolay konuşmaz, söylemezdi duygularını. sadece duyulmaması konusunda çok hassastı. “bir gün biri senin hakkında ters bir şey söylerse buna dayanamam, sessiz kalamam” diyordu.
bazen kendi içinde hala tam olarak kabullenemediğini düşünüyorum.
ona anlatmak istediğim o kadar çok şey olduğu halde kendini sürekli kapalı tutması, yaşadığımız her şeyi yok sayarak kolay yolu seçtiğini düşündürse de; aslında onun açısından hiç de o kadar kolay olmadığını biliyorum. ve elinden geldiğince oğluna destek olmaya çalıştığını da.
belki de sadece biraz daha zamana ihtiyacımız vardır, kim bilir.

sevgili
evet, üniversite yılları başlamış, yaşadığımız şehirler ayrılmıştı. her telefonda sesi mutsuzdu. mutsuzluğu beni de etkiliyordu. karşısına birileri çıksa bile günübirlik ilişkiler yaşayacak yapıda değildi, biliyordum.
tanrıya onu mutlu edecek bir sevgi, bir aşk vermesi için dua ediyordum hep. hayatında bir sevgili olmalıydı artık.
çok güzel bir rüya gördüğümü hatırlıyorum. güzel bir başlangıcın habercisi gibiydi. beklemeye başladım.
birkaç hafta sonra, bir gün telefonda konuşurken ‘hala bir sevgili bulamadın mı?’ diye soruvermiştim aniden.
‘biriyle tanıştım anne’ dedi. ‘ama telefonda anlatamam, ne olur sorma, ben çok iyiyim.’
cevabımı almıştım. ama meraktan ölüyordum.
o sıralar yurtta geçen ikinci yılın ortalarıydı. ara tatil için yanımıza gelmişti. çekingenliğini atması birkaç gün alsa da sonunda uzun uzun, nasıl tanıştıklarını anlattı bana. heyecanlıydı. mutluydu. çok özlüyordu.
bu arada eve çıkmaya karar vermişti. babası da onayladıktan sonra sıra eşyaları taşımaya geldi. nihayet oğlumun sevgilisi ile tanışacaktım.
karmakarışık düşüncelerle dolu uzun bir yolculuğun ardından o’nu ilk gördüğüm an hissettiğim tek şey yüzündeki sıcacık gülümsemesiyle bir anda rahatladığımdı.
taşınma bittiğinde saat çok geç olmuştu. ve onun evinde kalabileceğimize dair beklemediğim bir davet geldi. düşünmeden kabul ettim. çünkü hem onu, hem yaşadığı yeri çok merak ediyordum.
salona ilk girdiğim andan başlamak istiyorum. belki garip ama öyle tanıdık, öyle ben gibiydi ki her şey, ve gözlerim detaylarda gezindikçe onu kendime daha da yakın hissettiğimi fark ettim. sanki çok önceden tanıdığım ve zaten sevdiğim biri gibiydi.
derken sıcak bir sohbet başladı. yarı çekingen yarı meraklı bakışlarla da olsa tüm duygular karşılıklıydı, bu çok belliydi. birbirimizi sevmiştik.
oğlumla konuşurken beni incelediğini biliyordum. çünkü fırsat buldukça ben de onu inceliyordum. bu kaçınılmazdı.
birbirlerine nasıl baktıklarını gördüm bir an, nasıl sıcak ve sevgi dolu. işte o an ‘evet’ dedim, ‘artık rahat bir uyku çekebilirim.’ aralarındaki sevgiyi hissetmek bana çok iyi gelmişti. tüm endişelerimden kurtulmuştum sanki. güzel bir rüyada gibiydim. esas güzelliği ise gerçek oluşundaydı.
birlikte uyumalarıysa beni sadece gülümsetti.
sabah erken uyanmıştım. bahçenin yüksek duvarlarını fark ettiğimde aylar önce gördüğüm rüyayı hatırladım. ve gözlerim gezindikçe salonun duvarlarında, rüyamın detaylarını.
yaşayan bir evdi burası, asla sıradan değil. ve sahibinin ruhunu yansıtan bir ev. birbirine takılı resimlere baktıkça duvarlarda, biraz daha tanıdım onu. minik notları, kağıt parçalarına yazılmış şiirleri, sözleri okudukça biraz daha.
sabahın erken saatlerinde yakaladığım bu yalnız anlar benim için hem çok keyifli hem çok anlamlıydı. eğlenceli bir oyun gibiydi sanki her şey. ben de onlarla çocuk olmuş ve büyüklerden gizli oynanan oyunlardan birinin içinde buluvermiştim kendimi, çevremdekilerden sakladıklarımla.
o günden bu güne bir yıldan fazla bir zaman geçti. aynı eve taşınıp birlikte yaşamaya başladılar. birbirimizi tanıdıkça daha çok sevdik. tatillere çıktık birlikte. sabahlara kadar filmler de izledik. uzun sohbetlerimiz de oldu, dertleştiğimiz de.
evet, ara sıra misafir oluyorum onlara uzak bir şehirden, ve paylaştığımız her şey benim için çok anlamlı.
o’nunla birlikte daha çok bilgilendiğimi söyleyebilirim eşcinsellik konusunda. kaos gl ile tanıştım. buluşmalar’a katıldım. yaşadıkları zorluklar ve mücadele ettikleri şeylere daha yakından tanık oldum.
geçen yıl homofobi karşıtı buluşma’da bir sergi vardı, yüzünü artık saklamak istemeyenlerin fotoğraflarından oluşan. hepsi çok etkileyiciydi. ama bir tanesini unutamıyorum. “annem, ‘bari yüzünü saklasaydın kızım’ diyor. daha ne kadar yüzsüz yaşayabilirim ki.”
bir anne olarak yaşadığım süreci düşündüğümde o anneyi de anlayabiliyorum. ama içimde giderek büyüyen bir duygu var ki; o da, haykırmak istediğim, belki de oğlumdan daha çok.
çünkü ayrımcılık düşüncesi üşütüyor ruhumu. bilgisizlikten kaynaklanan önyargılı yaklaşımlara dayanamıyorum. bu yüzden gizli yaşanmak zorunda kalınan durumlara da.
tüm bu yaşadıklarımız, başlangıçta gizli yaşanması gerektiği duygusu ile, zaman içinde beni de herkesten uzaklaştırmıştı. bir yandan da kafamda hep “insanların eşcinsellere ön yargılı yaklaşımlarını engellemek için ben ne yapabilirim” düşüncesi vardı.
en sonunda, yakın çevremde paylaşabileceğimi düşündüğüm kişilere, oğlumun da iznini alarak, yaşadıklarımızı anlatmaya karar verdim. kafamdaki şey şuydu: oğlumu tanıyan arkadaşlarım, yakınlarım zaten onu seven, ona değer veren insanlardı. amacım, eşcinselliğe hiç düşünmeden ya da farkında olmadan verilen tepkileri biraz olsun engellemekti. bir kişinin bile fikrini değiştirmek, onu bu konu üzerinde düşünmeye itmek, hem de tanıdığı ve sevdiği biri üzerinden düşünmesini sağlamak önemliydi bence.
çünkü biliyordum ki çevremdekilerin çoğu bu konuda yaşanan sıkıntının farkında bile değildi.
sonuç olarak, bugüne kadar aldığım tepkilerin hep olumlu olmasının benim açımdan gerçekten sevindirici olduğunu söylemek istiyorum.
küçük adımlarla da olsa kendimce bir çözüm bulmuştum. ve sevgi üzerinden anlatıldığında her şey hak ettiği karşılığı buluyordu.

nilgün kayalı
kaos gl 100. sayı, 2008

 

Çocuğum Hayatımı Değiştirdi

Ben bir trans erkek annesiyim. Çocuğum 23 yaşında üniversite son sınıf öğrencisi. Üç yıl önce çocuğum bana : ‘Anne artık gerçeği gör ben aslında kız değil bir erkeğim dediğinde’ dünyam başıma yıkıldı, şok oldum, ne yapacağımı çocuğuma ne diyeceğimi bilemedim. Olamaz sen bir kız çocuğu olarak doğdun, her şeyin bütün organların tamamen kadın organı, yaratan kusursuz yaratmış, bunu sen nasıl değiştireceksin desem de çocuğum kararlı görünüyordu. Ne desem farklı bir savunmaya geçiyordu. Anne ben İstanbul Çapa Tıp Fakültesi’nde terapiye başladım, yedi ay sonra hormona başlayacağım, arkasından göğüslerimi aldıracağım, yok rahim ameliyatı olacağım, yok penis taktıracağım, sıraya koymuş, her şey bu kadar basitmiş gibi..
O anda dünyadan yok olmak istedim, evden bir iki saat uzaklaştım, gittim bir parkta oturdum. Gözlerimden yaşlar sel gibi akıyor, bir türlü sakin düşünemiyordum. Başımıza gelen neydi, nerde bir yanlış yapmış, çocuğumu iyi yetiştirememiştim. Aklıma intihar etmek bile geldi. Ben yaşamamalıydım çocuğumun çöküşünü görmemek için bu dünyadan yok olup gitmeliydim. Bir taraftan ben ölüp gidersem yavrum bensiz ne yapar, daha eline ekmeğini almadı, okumalıydı, iyi bir meslek sahibi olmalı ki ayakları yere sağlam basabilsin diye düşünüyordum. O kadar gel gitler yaşadım ki anlatacak kelimeler bulamıyorum. Babasıyla konuşmak için eve döndüm, ben gelene kadar onunla da konuşmuştu çocuğum. Babası bana sakin ol psikolog buluruz, kafası karışmış, tedavisi vardır mutlaka dedi…
Çocuğumu büyütürken hep bir terslik vardı. Ben bunu neden görememiştim, kendimi bu konuda çok suçluyorum. Yedi çocuklu bir ailenin en büyük çocuğuyum, Bartın‘da doğdum, 15 yaşından beri İstanbul’da yaşamaktayım. 55 yaşındayım, babam çok erken vefat etti. Ben maddi manevi kardeşlerimden sorumluydum. Hem çalıştım hem ortaokulu hem liseyi dışarıdan bitirdim. Gazete ve kitap okurum. Haberleri mümkün olduğu kadar kaçırmam. Yani şunu vurgulamak istiyorum ben Anadolu’nun ücra köşesinde yaşamıyorum. Dünyada neler olur hep bilgi edinmeye çalışırım. Bülent Ersoy örneği hiç mi dikkatimi çekmedi. Galiba bu vb. konular insanın başına gelmeyince ilgi alanına girmiyor…
Çocuğum büyürken hiçbir zaman kız çocuğu gibi davranmadı. Hep bir erkek çocuğu gibi büyüdü. Ben yıllarca kuaförlük yaptım. Benim çocuğum hiç bana gelip bir gün saçını yaptırmadı. Bir kere kaşını, vücut kıllarını almadı, aldırmadı. Hep ben kıllarımı çok seviyorum derdi. Hep erkek ayakkabısı giyerdi. Babasının kıyafetlerini giyerdi cogu zaman. Yazlık komşularım bana kızarlardı; ‘kızına güzel kıyafetler alsana, çok güzel kızın var, Beymen’den giydir çok yakıştığını görecek o zaman kız çocuğu gibi giyinecektir der’ takılırlardı. Keşke bu kadar basit olsaydi…
Lisedeyken bir gün öğretmenler beni okula çağırdılar. Bana, çocuğumun kızdan çok erkek gibi davrandığını, onu doktora götürmemizin uygun olacagini soylediler. Ben de zaten vücudu aşırı kıllı o yüzden götürmek istiyordum. Onu bahane ederek, iyi bir hastanede, kadın doğum uzmanı ve hormon doktoru buldum. Kontroller ve bir sürü tahliller yapıldı. Tabi ben onlar bu çocuk hep erkek gibi giyiniyor hep şapka takıyor, öğretmenlerden eleştiri aliyorum, neden kız gibi değil benim çocuğum dedim. Doktorlar hormonlarindaki erkeklik ve kadınlık hormonu aynı seviyede olduğunu, ilerde kadınlık hormonun yükselecegini soylediler. Ben de, Allah biliyor ya hiç bu konuyu, yani kadınlık hormonu erkeklik hormonu nedir ne değildir hangisi yüksek olursa kendini öyle hissedersin bilmiyordum. Kadınsan kadın, erkeksen erkeksindir. Ancak çocuk sahibi olamazsan hormonlara bakılır olarak bilirdim. Beynini ne yönde çalıştırırsan o yönde hormon yükselirmis, bunu bilmiyordum.
Çocuğunu kız olarak doğuruyorsun ama içinde erkek yaşıyormuş. Alışık olmadığın bir durumla karşı karşıyasın. Ben şimdi hem çocuğuma, hem de topluma karşı ne yapmaliydim. Okuldaki durumunu öğrenmek için çocuğumun okumakta olduğu üniversiteye gittim. Bölüm başkanı, çocuğunuz buradaki çocukların çoğundan daha saygılı, çok iyi bir çocuk yetiştirmişiniz dedi. Ben gözyaşları içinde çocuğumun durumunu anlattım, bayılma noktasındaydım. Benim gözyaşlarıma dayanamayan bolum başkanı, psikologlarını arayarak konuşmaya çağırdı. Psikolog böyle çocukların çok olduğunu, Anadolu’nun her yerinden çapa tıp fakültesine terapiye geldiklerini söyleyerek beni CETAD’a (Cinsel Eğitim Tedavi ve Araştırma Derneği) yönlendirdi.
CETAD benim gibi çocukları olan ailelerin gittiği bir yerdi. Psikiyatr Dr. Nesrin Yetkin ve Psikiyatr Dr. Seven Kaptan, bu hormonal, genetik ya da ruhsal bir bozukluk mu? Geçici bir ergenlik problemi mi? Bu bir hastalık mı? Bunu tercih mi ediyor, neden tercih ediyor? Arkadaşlarının etkisiyle mi böyle oldu? Anne baba olarak ihmalkâr ebeveynler miydik? Küçükken birinin tacizine mi maruz kaldı ya da başına kötü bir şey mi geldi? gibi konularda bizi bilgilendirdiler.
Uzmanlardan destek alarak bilgilendim, sorularıma cevaplar buldum. Orada çok güçlü, bana kucak açip destek olan, çok candan yedi, sekiz aile vardı. Onların güçlü duruşu bana da güç verdi. El alem ne der korkusunu ve endişesini zamanla aşıp çocuklarımızı koşulsuz sevmeyi öğrendim. En önemlisi insanın kızı ya da oğlu olmuyormuş çocuğu oluyormuş onu öğrendim… LİSTAG(Lambda İstanbul Aile Grubu)’taki arkadaşlar, Günseli Dum, Sema Yakar, Pınar Özer, Hakan Yakar, Ömer Ceylan, Şule Ceylan, Zeki Yalçınoğlu, Nilgün Yalçınoğlu, hepsi bana kucak açtılar çok yardımcı oldular. Hepsine ayrı ayrı sonsuz teşekkür ederim. CETAD çok önemli bir kurum, gönüllü psikiyatr doktorların toplumu bilgilendirmeleri açısından çok faydalı buluyorum iyi ki böyle bir kuruma rastladım, şükranlarımı sunuyorum…
Şimdi, ben de onlar gibi, bu acımasız toplum çocuklarımızı hırpalamasın diye mücadeleyi seçtim. Benim gibi çocuklarını öğrenmiş, ebeveynler için Listag’tayim. Benim çocuğum gibi olan çocuklar için görünür olmayı sectim. Toplumda farkındalık yaratmak için mücadelede ben de varım. Benim çocuğumu ilk önce ailem dışladı. Bu bana çok acı verdi, canım yandı. Benim canım evladım gözünün içine bakmaya kıyamadığım evladım, zaten uzun yıllar tek başına acı çekmiş, o yaşına kadar bendeki farklı durum nedir diye kendini sorgulamış. Ne olduğunu anladığında biz ona kız gibi davran dedikçe bizden onu sokağa atarız diye korkmuş. Neden sokağa atılma korkusu yaşadığını sordugumda, kendi durumunda olan bir suru cocugun aileleri tarafindan sokaga atildigini soyledi. Ne acıdır ki, cinsel yönelimleri yüzünden sokaga atılan çocukları ben de yeni öğrenmiş bulunuyordum. Bir anne, baba çocuğunu sokaga atarsa toplum nasıl kabul etsin? Ailelerin çocuklarının yanında yer alması şart, bizler ne kadar çocuklarımızın yanında dik durur, görünür olursak toplum da farklılığa alışacaktır.

Yorgun Ama Mutlu Son

Benim ve kızımın hikâyesini 2009 yılında yazmıştım ve sizlerle paylaşmıştım.

O yazımda kabullenişimden, şoklarımdan, küçük bebeğimi nasıl büyüteceğimden, endişelerimden ve kaygılarımdan söz etmiştim. Sonraki süreçleri ve mutlu son’a gelene kadar kızım ve ben başka bir süreçten daha geçtik.

Bu süreci ve tecrübelerimizi sizlerle paylaşmak istiyorum. Biliyorsunuz LİSTAG’ın (LGBTT Aileleri İstanbul Grubu) misyonu çocuğu veya yakını LGBTT olan bireyi anlamak, onu koşulsuz sarmalamak, bilgilenmek ve AİLE’yi yapıcı bir çatı altında toplamak. Çocuklarımızın üretken ve sağlıklı olmasına çalışmak.

Biliyoruz ki cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim kişiliğin en detay kısmı. Bizi biz yapan nice özelliklerimiz var, tıpkı bizi biz yapanın sadece heteroseksüel olmamız olmadığı gibi. Her birimizin kaşı, gözü farklı ya da eksikleri, fazlalıkları var. Çocuklarımızı biz dünyaya getirdik, onları anlamak, en iyi şekilde yetiştirmek ve koşulsuz sevmek bizim sorumluluğumuz. Yani, biz EBEVEYNLERİN görevi. Çocuklarımız bize “ben transım ya da ben eşcinselim” dediğinde “ELALEM NE DER?” sorusu beyine giden ilk iletidir. Bu ileti ebeveynin en sancılı sürecidir çünkü bizler hep “elâlem ne der?” ile yaşadığımız için, sancılar ve sıkıntılar yaşarız ve yaşatırız. Gerçekten translığın ve eşcinselliğin bir var oluş şekli olduğunu bilsek, sapıklık olmadığını, özenmek olmadığını bilsek ve bu konularla ilgili bilgi sahibi olsak kimseye cinsiyet kimliği ve cinsel yönelimi ne olursa olsun şiddet uygulamayız. Uygulatmayız.

Çocuklarımızı sokağa atmak değil, kaçmak değil, böyle bir şeyi yok saymak değil, itmek değil, aşağılamak değil, uyuşturucunun kollarına atmak değil, öldürmek değil, intihar etmelerine yol açmak değil. Birey iç huzursuzluğu çekerken ailelerine, çevrelerine, okullarına, işlerine, sosyal yaşamlarına adapte olmaya çalışırken trans bir bebeğe nasıl destek olunur? Sosyalleşmesine nasıl yardımcı olunur? Trans bebeğin kendisini sevmesi için, öfkesiz, huzurlu ve üretken bir birey olabilmesi için nasıl destek olunur? Huzursuz, bastırılmış bir birey toplumda çok tehlike yaratmaz mı?

Ötekileştiren, küçümseyen kişi ve kurumlara(aile çevresi, okul, adliye, hastane, yaşanan semt, iş, kafe, sinema, vs) karşı nasıl ayakta durulur? Trans bebeğimiz tüm bunlara karşı nasıl ayakta tutulur? AİLE denen en kutsal kurum nasıl dağıtılmaz, nasıl yok edilmez bunun gayreti içinde olmak gerekiyor.

Kızım bana açıldıktan sonra üniversiteyi kazandı. Halen hiç sınıfta kalmadan okuyor. Okulda onu ötelemeyen arkadaşları olduğu gibi onu zaman zaman kıran, boynunu büktüren, ağlatan arkadaşları da oldu. Burada önemli olan kendiyle barışık olmasıydı. Ona o gücü, kuvveti biz ebeveynler verebiliriz. Yanlarında olduğumuzu bilmelerini sağlayıp, onlara herkesin zaman zaman birileri tarafından üzüldüğünü anlatabiliriz. Ben bebeğime bunu anlatmaya çalıştım, kendini sevmesi için var gücümle destek verdim.

Tıbbi uyum süreci bittiğinde, hukuki süreci başladı. İsim değişikliği ve ameliyat olabilmesi için kanunda yazan şartları yerine getirdik. Bu süreçlerle tek tek ben ilgilendim. Hep ben kızımın önünde oldum. Bir evrak uzatılırken “benim kızım transseksüel, ben annesiyim” dedim, hastane işlemlerinde doktorlara “kızım transseksüel ben annesiyim” dedim. Bilmenizi isterim ki her zaman, her yerde (okul hariç) kızımın önünde oldum. Kimseden ötekileştirilme yaşamadım, benimle olduğunda kızım da yaşamadı. Ben evladımla gurur duydum, bana yalan söylemedi aksine benden yardım istemişti. Yardım ettim, ediyorum, edeceğim. Hiçbir zaman “ELALEM NE DER?” iletisini beynime göndermedim. Hep çocuğuma ve onun geleceğine ne kadar ve nasıl yardım yapabilirim diye çalıştım, çalışıyorum.

Mahkemeden cinsiyet değiştirme iznini aldıktan sonra cinsiyet değişikliği ameliyatını yapacak olan doktorumuzdan randevu aldık. Uzun uzadıya konuştuk. Kızım babasıyla görüştü. Babası maddi yardım yapacağını söyleyince bebeğim çok sevindi. Artık bedeni ve ruhu birbirine tamamen uyacaktı.

Ben de onun kadar sevinçli ve heyecanlıydım çünkü 2006’dan 2011’e kadar uzun bir hamilelik dönemi yaşadım. Derken ameliyat günü geldi; çok enteresandı, tıpkı biyolojik doğuma gider gibiydim. Kızımın bavulunu sevinçle hazırladım; her şey pembeydi. Geceliği, yatak takımı, çoraplarına kadar pembe yaptım. Öyle öğrendik biz, kız olunca PEMBE erkek olunca MAVİ. Odasını balonlarla süslettim, kapısını pembe kurdelelerle süsledik, Mersin’den can arkadaşım kızı ve eşiyle birlikte doğumdan sonra dağıtılmak üzere pembe bebek şekeri yaptırıp yolladılar. Çok ritüel yapmak istiyordum, kızım ve ben bunu hak etmiştik.

Geldiler, kızımı aldılar ve ameliyathaneye indirdiler. Kızım odasına gelene kadar, sabahın ilk saatlerinde LİSTAG, aile bireyleri ve gençler her zaman olduğu gibi yanımdaydılar. İstanbul’da olmayanlar da Amerika’dan, yazlıklarından, tatillerinden devamlı aradılar. Ben gerçekten de doğum yapıyor gibiydim. Çok heyecanlandım, endişelendim. Bir an önce sağlıklı bir şekilde odasına gelmesini bekledim. Kızımı asansörden aldığımda ayaklarım tutmuyordu. Bebeğim içsel olarak çok yorulmuştu, artık huzura kavuşacaktı. Ben de karnesinin yanında takdirname alan bir öğrenci gibi mutlu ve aynı zamanda yeni doğum yapmış bir kadın gibi yorgun bir haldeydim. Kısa bir süre içinde her şey bitti iyileştik.

Kızıma destek vererek ben ne kazandım? EVLADIMI. Kızım ne kazandı? Hayatını, sağlığını, huzuru… Kısaca, istediği gibi yaşam hakkını kazandı.

Ben tek başıma koşturdum ama görünmeyen kahramanlar vardı arkamda.

Önce, Anne ve Babamın ellerinden öpüyorum. Onların sayesinde ailenin çok önemli olduğunu, çocukları için her türlü zorlukları başarabilmeyi, bilgiye açık olmayı, ben bilmiyorum demeyi, dürüst olmayı, yalan söylememeyi, kimseyi kandırmamayı, yıkıcı değil yapıcı olmanın duyarlılığını öğrendim. Şu an babam 78 yaşında annem 71 yaşındalar. İlk süreçlerde annem ve babam da zor zamanlar geçirdiler, devamlı bilgilenmek istediler. Babam torununun isim değiştirme davasında şahit olarak bulundu. Ayrıca kardeşim, eşi, yakın akrabalarım, semtimdeki canım komşularım çok duyarlı ve saygılı davrandılar. Bizi hiç incitmediler.

Diğer ailem LİSTAG EBEVEYNLERİNDEN de destek aldım. Aynı duyguları yaşadığımız için devamlı birbirimize destek veriyoruz, moral veriyoruz, birbirimizi ayağa kaldırıyoruz. Böylece çocuklarımıza daha iyi destek verebiliyoruz.

Tıbbi süreçte bize verdikleri destekleri için, Çapa Tıp Fakültesi Psikiyatrı Bölüm Başkanı Sn. Prof. Dr. Şahika Yüksel’e, CETAD’dan Dr. Nesrin Yetkin’e, Dr. Seven Kaptan’a, Sn. Dr. Harun Özkan’a ve Sn. Dr. Zeki ve Nilgün Yalçınoğlu’na Saygılar ve Sevgiler sunarım.

Sağlıklı olduğum müddetçe, her zaman çocuğu ya da yakını LGBTT bireyi olan siz Ebeveynlere gönüllü olarak yardım edebileceğimi, deneyimlerimden paylaşım yapabileceğimi, zaman ayırabileceğimi bilmenizi isterim.

Hiç kimse BENİM BAŞIMA GELMEZ demesin, ben de kızım olacağını bilmeyen bir anneydim. Her şey bizim için.

Sevgiyle kalın,

Pınar Anne

“Çocuğum Daima Benim Çocuğum”

Eşcinsel evlatlarıyla barıştılar; kendileriyle barıştılar. “Çocuğumun Derneğine Dokunma” diyerek çocuklarını örgütlü mücadelelerinde yalnız bırakmadılar. Artık kendileri de örgütlü…

LİSTAG, “Lambda Aile Grubu” bir zamanlar hayalimiz olan bir şeyin nihayet gerçeğe dönüşmesiydi. Onlar artık bizimle sokağa çıkıp bizimle birlikte gurur duyuyorlar.

Grubun ailelerinden biri de Öner Ceylan’ın anne ve babası. Şule Ceylan; 59 yaşında, ressam. Ömer Ceylan; 66 yaşında, emekli ekonomist. Açılma sürecini ve sonrasını Öner’le değil; onlarla konuştuk. 1998 yazından bugüne neler değişti onların ağzından dinleyelim istedik.

Öner’le cinsellik konusunda rahatça konuşabiliyor musunuz?

Ömer Ceylan: Maalesef yeterince konuşabildiğimi düşünmüyorum. Çünkü bugüne kadar oluşmuş önyargıları ve tabuları yıkamadığımı düşünüyorum.

Şule Ceylan: Oğlum ilkokul 4. sınıftaydı. Bana “genlerin anneden çocuğa nasıl geçtiğini anlıyorum ama babadan nasıl geçiyor?” diye sormuştu. O gün onu tatmin edecek şekilde ve bana göre oldukça cesur yanıtlar vermiştim. Çok gençtim ve belki bu yüzden daha cesurdum. Ama sonraki yıllarda, hayır, ne yazık ki cinsellik konuları ne kızımla ne de oğlumla konuşabildiğimiz konulardan olamadı.

Toplumda cinsel yönelimleri ve cinsiyet kimlikleri nedeniyle baskı ve ayrımcılığa maruz kalan LGBTT bireyler, en fazla ihtiyaç duydukları, en yakın oldukları kişilere; ailelerine bile gizli olmak, yalan söylemek zorunda kalıyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ömer Ceylan: LGBTT bireylerin ailelerine bile açılamamaları tam bir felaket ve uzun sürecek bir travmanın başlangıcı. Eğer çocukları ile sağlıklı iletişim kurarlarsa kendilerine yalan söylemelerinin önüne geçebilir ve onlarla sağlıklı iletişim kurabilirler. Ancak toplumumuz maalesef “başkaları ne der” (komşular, akrabalar, vs.) diyerek, başkalarının değer yargıları ile yaşamaktadır. Kendi değer yargılarına ve çocuklarının düşüncelerine daha fazla değer vererek çocuklarını kazanabilirler. Aileler çocuklarını anlamaya çalışarak onlarla daha iyi iletişim kurabilirler.

Şule Ceylan: Kişilerin kimliklerini gizlemelerinin, bir yalanla yaşamalarının çok korkunç olacağını, onları kendi gerçeklerinin dışına itmenin, toplumun en büyük ayıbı olduğunu düşünüyorum. Öncelikle de ailelerin çocuklarına destek vermeleri, onların yanında yer almaları ve tüm sevgileriyle çocuklarının hayatlarını yaşamalarına yardımcı olmaları gerektiğini düşünüyor, bunu diliyorum.

Öner’in size açılma sürecinde neler yaşadınız?

Ömer Ceylan: Önce kız arkadaşının olmaması gibi bazı durumlardan şüphelendim. Ama üzerinde durmadım. Ancak öğrendiğim zaman olumsuz bir tepki vermedim. Çünkü benimsediğim hayat felsefeme göre her birey özgür iradesiyle hayatına yön verir ve onu yaşar. Söylediğim tek şey, zor bir hayatının olacağı oldu. Çünkü toplumumuzun yetişme tarzı ve önyargıları çok olumsuz. Çocuğum daima benim çocuğum. Acısı da sevinci de benim acım ve sevincim olduğu için iletişimimizde bir sorun olmadı.

Şule Ceylan: Oğlum bize açılmadan uzun bir süre önce onun eşcinsel olduğunu hissetmiştim. Fakat bu durumu hiç bilinç düzeyime getirmedim. Düşünmezsem, konuşmazsam sanki onun eşcinselliği engellenecekti. Belki de durumu yok varsayıyordum. Sonra evine uğradığım bir gün yatağında oldukça yüksek bir yastık daha olduğunu gördüm. O anda artık inkâr edemeyeceğim gerçekle karşı karşıyaydım. Artık kabullenmek zorundaydım. Ve geceleri yatağıma yattığım zaman dua etmeye başladım, oğlum düzelsin diye. Bu kadar detaylı anlatmamın nedeni bizlerin de bu konuda ne kadar bilgisiz olduğumuzu ve çaresiz hissettiğimizi vurgulamaktı. O bize açıldığında ben ilk şoku atlatmıştım. Ama bugünkü duruma gelmemin çok kolay olduğunu söyleyemem.

Öner’in eşcinsel olduğunu öğrenmeniz eşcinseller ve eşcinselliğe dair düşüncelerinizi değiştirdi mi?

Ömer Ceylan: Oğlum açıldıktan sonra bilgilerimin çok yetersiz olduğunu, ayrımcılığın boyutlarını gördüm ve bilgilenmeye çalıştım. Bilgilendikçe de eski önyargılarımdan sıyrılıp onun ve arkadaşlarının örgütlü mücadelesini destekledim.

Şule Ceylan: Önceleri eşcinsellik konusu hakkında hemen hemen hiçbir şey bilmiyordum. Toplumda tanıdığım iki örnek vardı. Zeki Müren’in sanatçı kişiliğine saygı duyuyordum. Cinsel kimliği beni fazla ilgilendirmiyordu. Bülent Ersoy ise cesareti ve duruşu ile takdir ettiğim bir insandı. Zaten eşcinselliğin daha çok travestilik olduğunu zannediyor ve de bana çok uzak bir konu olduğu için de ilgi alanımın dışında tutuyordum. Şu anda hayatımın önemli bir konusu. Oğlum sayesinde çok bilgilendim. Cinselliğin sınırlanmasını, bu konudaki dayatma ve tabuları çok yanlış buluyorum. Herkesin seçimlerini özgürce yaşayabilmesi gerektiğini insan hakları bağlamında savunuyorum.

Ailelerin çocuklarını evlendirme, askere gönderme, torun sahibi olma gibi toplumsal beklentileri karşısında siz ne düşünüyorsunuz?

Ömer Ceylan: Başkalarının değer yargıları ile yaşamamayı öğrendiğim ve bireylerin özgür iradeleri ile seçtikleri hayatı yaşamaları gerektiğine inandığım için bunlar beni ilgilendirmiyor. İsteyen evlenir, istemeyen evlenmez.

Şule Ceylan: Bu konularda oğlumun beni eğittiğini kesinlikle söyleyebilirim. Kendimi ondan gelen eleştiri ve bilgilere her zaman çok açık tutuyorum. Oğlum askere gittiğinde henüz açılmamıştı. Şimdi vicdani retçi olsaydı ne yapardım, onu destekler miydim, doğrusu bilemiyorum. Ama şunu bildiğim kesin; acı çekmesini hiç istemem. Kendi hakkında vereceği kararı desteklerdim herhalde. Evlenmeyeceğini biliyorum. Eşcinselliğini gizleyerek evlenmesini asla istemem. Ama bizim ülkemizde ya da bir başka ülkede eşcinsellerin evlenmelerini ya da özgürce beraber olabilmelerini çok isterim.

Ve son söz…

Ömer Ceylan: Toplumu bilinçlendirerek, hiç kimsenin ayrımcılığa uğramadan hayatını yaşaması adına mücadelenizi sonuna kadar destekliyorum.

Röportaj: Barış Sulu

Kaos GL Dergisi / 102. Sayı

Oğlunun erkek sevgilisiyle tanıştı

– Kaç çocuğunuz var?
Biri kız, diğeri erkek iki çocuk. Oğlum eşcinsel.

– Ne zaman ve nasıl fark ettiniz?
17 yaşındayken bir şeylerin ters gittiğini fark ettik.
“Kız arkadaşın var mı?” diyorduk ya susuyor ya da “İlla olması mı gerekiyor?” gibi yanıtlarla geçiştiriyordu.

– Kendi mi açıldı yoksa siz mi sordunuz?
Bir gün konuşma kararı aldık. Okuldan eve geldi. 17 yaşındaydı. Önceleri “Hayır değilim” dedi. “Sen bizim evladımızsın. Ne olursa olsun seni çok seviyoruz. Böyle bir şey varsa bizimle paylaş. Bu dünyanın sonu değil. Bu dünyada her şeyin çaresi var” gibi cümlelerle onu rahatlatmaya çalıştık. Sonunda “Evet, ben eşcinselim. Bunu kabul edeli 2 ay oldu” dedi.

– Tepkisi nasıldı itiraf ederken?
Ağlıyordu. Biz de ağlıyorduk. Kalktık sarıldık çocuğumuza. “Tamam, ne olursan
ol sen bizim evladımızsın, her şeyimizsin. Bundan sonra ne yapacağımıza
bakmamız lazım” dedik. Durumu kabullenmişti ama nasıl baş edeceğini
bilmiyordu. Hayatını nasıl yürütecek, hayatın içinde nasıl yer alacaktı? “Bunun
için yardım almamız gerekiyor” dedik.

– Gerçeği duyunca ne hissettiniz?
Şok ve kayıp duygusu hissettim. Tanıdığımı, bildiğimi sandığım çocuğumu
kaybetmiştim. Aslında hayallerimi kaybetmiştim. Toplumun bize dikte ettiği
“Erkekse şöyle olmalı, kadınsa böyle olmalı” inancı hâkimdi. Ben de eşim de
başka türlüsünü düşünemiyorduk. Ertesi günü baktık, çocuğumuz yine bizim
çocuğumuz. Hiçbir şey değişmedi. “Neyi kaybettim?” diye sorgulamaya başladım. Aslında toplumun koyduğu kurallar çerçevesinde bir çocuk yetiştiriyor, hayatı da böyle algılıyormuşum. Ama gerçekler hiç de öyle değil. Ailelerin çocuklarına acı çektirmeye hakları yok. (Sesi titriyor)

– Sonra?
Yardım almamız gerekiyordu. Zaten çocuğumun da ihtiyacı varmış. Bir
araştırma yapmış kendine göre. Bir telefon numarası da bulmuştu. “Buraya gidelim anneciğim” dedi. Ertesi gün o psikoloğun kliniğinde oturuyorduk. Oğlumun yüzündeki rahatlamayı görebiliyordum. Kaç aydır gördüğüm gerginlik, huzursuzluk bitmişti.

– Ne kadar destek aldınız?
Ben 3.5 ay kadar yardım aldım. Danışmanımız beni kendime döndürmeye
başladı. O zaman anladım bir sürü hayaller kurduğumu, o kayıp duygusunu
neden yaşadığımı. İçsel bir yolculuk yapmaya başladım. Oğlumla birlikte biz
de yeniden doğmaya başlamıştık.

– Ya oğlunuz?
Oğlum 1.5 yıl yardım aldı. Zaten kendini bulmuştu. Ergenliğini yaşama ya başladı. Rahatlamıştı. Ailesine açıldıktan sonra kendisine partner bulmaya başladı.

– İsyan ettiniz mi hiç?
Tabi. “Neden başıma geldi? Neden biz? Neden benim çocuğum?” diye isyan
ettim. Şoklar yaşarken bunları düşündüm.

– Zor bir süreç…
Zor, çok öğretici, çetin bir süreç. Şimdi geliyor eve, sevgililerini anlatıyor. Gayet
rahat konuşuyoruz. Tanışıyoruz. Yaradılışa inanıyorsan, seni de aynısı yarattı, onu da aynısı yarattı. Nedir buradaki o zaman? Egolarımız, benliklerimiz, gururlarımız…

– Tanıştınız mı partneriyle?
Elbette. Zaten bu durumla ilk yüzleşmemiz de partnerinin gelişiyle oldu.
Oğlum partnerini önce yardım aldığı kişiye götürdü. Bir bayram öncesi oğlumun partneri bize gelmek, bizimle tanışmak istediğini söyledi. İtiraf tan 6 ay sonra. “Hazır mısınız?” diye sorduda nışanımız. “Tamam” dedik. Bir şeylere artık başlamak lazımdı. “Kabul ettim” demekle iş bitmiyor. Uygulamak da gerekiyor. Getirdi arkadaşını. O da elinde çiçekleriyle geldi, yavrum. Çok
tatlı bir aile çocuğu. Çok sevdik onu da.

– Kızınızın erkek arkadaşını tanıştırmasından ne farkı vardı?
Görüş farkı. Bir kızın yanında erkek olur, erkeğin yanında da bir kız olmalı. Bu
önyargıyı kırdığınızda, kolaylaşıyor. Koşulları kaldırınca rahatlıyorsunuz. İnsanları olduğu gibi kabul ettiğiniz zaman her şey daha kolay oluyor.

– 10 yıl geçti? Neler oldu?
Oğlum artık bizimle yaşamıyor. 1.5 yıl önce evini ayırdı. Saçı, sakalı var. Çok
yakışıklı. Sanat tasarımı fakültesinden mezun. Belgeseller çekiyor, sanatçıların arşivlerini düzenliyor. Hayat bana kimseden bir şey beklememeyi öğretti. Oğlum bana çok şey öğretti, öğretmenim oldu.

– Eşcinseller genellikle entelektüel oluyor. Yanlış bir gözlem mi?
Hayır, doğru. Çünkü toplum onları reddediyor. Toplum unvan vermeyince,
onaylamayınca ne yaparsın? Bilgilenerek güçlenmek zorundasın.

– Bu arada sizinle aynı durumda olan ailelere yardım ediyorsunuz.
Geçen yıl Cinsel Eğitim Araştırma Tedavi Derneği ile yurtdışındaki aileler le İtalya ’da buluştuk. Aynısını İstanbul’da hayata geçirip bir aile grubu kurduk. Yeni ailelere destek oluyoruz.

Ailelere söylemek istediğiniz şeyler var mı?
Çok şey… Çocuklarımızı reddetme lüksümüz yok. Anne baba çocuğuna acı
çektirmemeli. Doğurduğumuz da “Sana canımı veririm” deriz. Şimdi can verme zamanı. Onların yanında olma zamanı.

“Oğlum, kızım oldu, sutyenini kendim taktım”

Hikâyeniz nasıl başladı?
2006’da işyerimde beyin anevrizması geçirdim. Su almaya mutfağa gittim, bardağımı çalkalarken damarım patladı. Tıbbın benden umudu kesmesine rağmen, iki beyin ameliyatı geçirdikten sonra yaşama yeniden bağlandım.

Kaç çocuğunuz var?
İki. Büyük oğlum 1986’lı. Avusturya’da okuyor. Viyana Teknik Üniversitesi’nde hem endüstri makine hem de tıp fakültesini birlikte götürüyor. 1990’da “biyolojik olarak erkek” bir çocuğumuz daha doğdu. Karadeniz’in küçük bir kasabasında
yaşıyordum. Çocuklarımın babası doktordu. Anlaşamadık çocuklarımı aldım, “Bir tabak çorba parası kazanırım” deyip İstanbul’a geldim. Yıl 1997’ydi. Lise mezunuydum, AÖF sınavlarına girdim, halkla ilişkiler bölümünü bitirdim. Bilgisayar kursuna gittim. Sonra da sigortacılık mesleğini öğrendim.

Ve sigortacıda çalışırken beyin kanaması geçirdiniz. Sonra?
Ameliyattan sonra evime geldim. Küçük çocuğum 16 yaşındaydı. Karşıma geçip oturdu. Ağlıyordu. “Anne benim bedenim başka ben başkayım” dedi. “Bu ne demek?” diye sordum. “Anne ben aslında kızım” dedi. Boşanmaktan, beyin kanamasından, parasız kalmaktan daha zor.

Şok…
Hayatımı alt üst etti. Fakat tedirginliğimi belli etmedim. “Merak etme ben bir çare bulurum” dedim. Sırtını sıvazlayıp gönderdim. Sonra tıraşlı kafamı zor kaldırarak bilgisayarın önüne oturdum.

Ne olduğunu internetten mi öğreneceksiniz?
Evet, çünkü ben transseksüel nedir bilmiyorum. Ben asker çocuğuyum. Katı disiplin içinde büyümüşüm. “Bedenim başka ben başka”, “Ben aslında kızım” laflarını google’a yazıp aradım. Sonra beş parasız, dört kredi kartımla İstanbul’da gezmediğim psikiyatrist kalmadı.

Nasıl bir çocuktu?
Özel bir kolejde burslu okuyordu. Efendi, terbiyeli, çalışkandı. Ben hastalanmadan önce anoreksiya oldu. Yemiyor, kilo almak istemiyor, su içip kepek ekmeği yiyordu. Bu arada Marmaris’ten arkadaşlarım geldi. İki de kızları var. Fakat benim çocuğumda bir aksilik, yorganın altından çıkmıyor. Meğer kızları kıskanıyormuş. Onlarla bir alışveriş merkezine gittik. Tişört alalım diye tutturdu. Kabine girdi. İkinci bir tişört götürdüm ve kabinin önünde kalakaldım. Çocuğumun iki tane göğsü çıkmış. “Aaa, bu nasıl olmuş?” dedim. Sonra öğrendim, eczaneden doğum kontrol ilacı alıyormuş, göğüs yapsın diye. Sonunda Çapa’da Cinsel Kimlik Tedavi Merkezi’nde Prof. Dr. Şahika Yüksel’e gittim.

Sonra?
Doktor önce çocuğumu sonra beni çağırdı. “Senin çocuğun transseksüel, kabule geç” dedi. Odadan çıkıyorum ama bacaklarım tutmuyor. Titriyorum. Onkolojinin parkında oturdum. Böğüre böğüre ağladım. O kadar ağlıyorum ki, çevredekiler “Başınız sağ olsun” diyordu. Neye ağladım biliyor musunuz? 9 Temmuz 2007’de 16 yaşındaki oğlumu, evladımı kaybettim. Aynı gün koskocaman bir kızım doğdu. Bu kızı nasıl büyüteceğim diye ağladım. Asker bir baba, ‘Elalem ne der?’i bol bir anne, çevre, oturduğum semt çocuğun okulu, parasızlığım, yalnızlığım, her yer karanlıktı.

Kaşını almasını öğrettim

Kızınızla neler yaşadınız kabullenme döneminde?
Yatağının altında cımbız, yastığının altında törpü bulduğumda tuhaf oldum. Sonra “Oğlun gitti, o öldü” dedim. Gittim makyaj çantası aldım. Nasıl kaş alınacağını gösterdim. Çünkü biliyorum ki ben bunları ona sağlayamazsam dışarıda, sağlıksız ortamlara girip çıkacak, o zaman daha da içim yanacak. Ben içim baştan yansın diye düşündüm. Hatta gittim, pazardan renkli renkli sutyenler aldım. Dolgulu sutyenleri ellerimle seçtim. İlk sutyeni ona takarken, öğretirken “Bak yavrum bu
böyle bağlanıyor, böyle ayarlanıyor” dedim. Ancak içimden de “Allah’ım ben ne
yapıyorum?” diye kahroluyordum. Sonra yine ‘Öbürü öldü, gitti’ diyordum. Onun bunlarla mutlu olduğunu görünce, ben de mutlu oluyordum.

Okuldan almak zorunda kaldım

Peki nasıl kabullendiniz?
Çocuğumun penceresine geçtim. O nasıl uyacak çevreye, okula? Emzirirken “Sana bir şey olsa canımı veririm” diye baktım. Daha sınavımın bitmediğini anladım. Sonra “Benim çocuğum kızmış, elbisesi yanlış dikilmiş” deyip kızımın
elinden tutmaya karar verdim.

O kadar kolay mı?
Hiç kolay değil. Deniz kenarında günlerce ağladım. Lise 2’yi bitirmişti. Çocuğumu
okuldan aldım.

Neden aldınız okuldan?
Çünkü tırnaklarını uzatmaya, saçlarını oksijenle açmaya başladı. Abartı başladı. Bir dershaneye gittim. “Böyle bir çocuğum var” dedim. Dışarıdan liseyi bitirdi sonra da üniversiteye hazırlandı. Çapa’da da iki yıllık uyum sürecine başlandı. Ve üniversite sınavı geldi çattı Sınava girerken doktorundan “Fakültemizde takip edilmektedir” diye bir yazı aldım. Nüfus cüzdanı mavi, kendi pembe. O kadar
gergindi ki, beklediği o lafı söyledim: “Kızım heyecanlanma…”

Kazandı mı peki sınavı?
İstanbul Üniversitesi’ni kazanmıştı ama dershanedeki hocaları cinsel kimliği nedeniyle zorlanabileceğini söyledi. Vakıf üniversitesine göndermeye karar verdik.
Transseksüel kimliğini bir tek dekan biliyor. Bu arada kız ismini aldı. Çapa’daki psikiyatri heyeti iki yılda veriyor onayı. Şu an hormonlar veriliyor

Anneannesi bağrına bastı

BU süreçte büyük oğlum bana çok destek oldu. En başta dedesini bilinçlendirdi. Babam “Kızım çocuğunun elini sıkı tut” dedi. Annem ise çok kızdı. Sonra bir bayram bizi kabul etti. Kızım ‘Ne giyineyim anne?’ diye sordu. “En şatafatlı eteğini giy ve kırmızı rujunu sür” dedim. Anneanne bizi kapıda karşıladı. “Ben hep bir kız torunum olsun istiyordum” deyip bağrına bastı kızımı. 68 yaşında bir kız toruna sahip oldu.

Evladınızdan vazgeçmeyin
Önce çocuğum dedim, sonra kız demeye başladım. Baktım hoşuna gidiyor, Kız buraya gel, kız şöyle yap demeye başladım. Hem kendim alışıyorum hem onu sevindiriyorum. Babasına gelince… Kızını sadece mail attığım fotoğraflarda gördü. Ben de oğlumu özleyince fotoğraflarına bakıyorum. Kızım oğlumun fotoğraflarının bir kısmını yırttı. Sakladıklarıma bakıyorum gizli gizli. O yokken. Bir de sünnet gömleğini saklıyorum. Gizli gizli ağlıyorum ama kızım oğlum için ağladığımı bilmiyor. Anası olmayanın hiçbir şeyi olmuyor. Ne işi, ne dostu, ne yasası,
hiçbir şeyi. Bu nedenle ne olursa olsun evladınızdan vazgeçmeyin…

Ümran AVCI / GAZETE HABERTÜRK, 17.10.2009

http://www.haberturk.com/haber.asp?id=179978&cat=200&dt=2009/10/17

2009 Onur Yürüyüşü’nün ardından…

2009 Onur Yürüyüşü'nde Hande Yener'le biz
2009 Onur Yürüyüşü'nde Hande Yener'le biz

Benim için, birkaç sene önce, Türkiye’de ancak bir grup eşcinselin kutladığı bir gündü Onur Yürüyüşü…

 
2007’de ilk kez bir arkadaşımla katılmış, hiç birşeyi kaçırmamaya çalışarak, biraz şaşkın, biraz ürkek sonuna kadar yürümüştüm… Henüz oğlum Can’la birbirimize açılmadan… Babamızdan saklayarak…
 
2008’de 4-5 arkadaşım ve Selma ile, Can’la bir önceki seneden daha güçlü, daha coşkulu, Listag bildirileri dağıtarak ”çocuğumun derneğine dokunma”diyerekten…
 
Bu yıl ise bazı medya kuruluşları hala ”bir grup eşcinselin kutladığı” diye haber yapsada artık kimsenin saklayamayacağı kadar, binlerce LGBTT bireyin, yakınlarının, ailelerinin katıldığı , Listag bildirileri dağıtıp, ”Annenim Yanındayım”, “Babanım Yanındayım”, “Kardeşinim Yanındayım” diyerek yürüdük…
 
Bildiri dağıtırken çok belirgin yaşadığım homofobi ve transfobi beni bir anne olarak çok etkiledi ve daha çok ve etkin mücadele etmemiz gerektiğini bir kez daha düşündürdü. Dağıttığımız Listag bildirilerini bile almaktan çekinen, okumaktan çekinen duyarsız bir gençlik gördüm…
 
İtalya’dan gelen ailenin bizimle oluşu ise ayrı bir güzellikti….
 
2010’daki Onur Yürüyüşünde daha çok listaglı aile ile olmak dileği ile…..
 
Gülseren
 

Anne ben eşcinselim

escinsel

Birçok gey ve lezbiyen genç bu cümleyi kolay kolay kuramazken çocuklarının eşcinselliğini kabullenmekte zorlanmayan aileler de var. Ayça Örer, böyle bir aile ile görüştü. Anne Gülseren ve oğlu Can, hem kendi serüvenlerini hem elektroşok’a varan uygulamaları anlattılar.

 Lambda Eşcinsel Aile Grubu’na nasıl dahil oldunuz?

Ben Gülseren. 54 yaşındayım. Lambdaİstanbul’da Semra anneyle tanıştıktan sonra böyle bir şeye ihtiyaç duyduk. Aile el kitabı hazırlanıyordu, biz de ona ufak katkılarda bulunduk. Sonra bize bir aile daha katıldı. Amacımız LGBTT (Lezbiyen, gey, biseksüel, travesti, transseksüel) bireylerin ailelere açılmasından sonra ailelerin hislerini, deneyimlerini paylaşmak, onlara destek olmak. Çocuklarımızın mücadelesinde arkalarında olmak için çalışıyoruz. Haftada bir Amargi’de veya başka bir ailenin evinde oturup konuşuyoruz. Ayda bir yemek yapıyoruz çocuklarımızla, çocuklarımızın cinsel kimliğini bilen herhangi bir akrabasıyla biraraya geliyoruz. CETAD (Cinsel Eğitim Tedavi ve Araştırma Derneği) Başkanı Nesrin Yetkin’le konuşup onlardan yardım istedik. Onlar da çok sıcak baktılar, gönüllü psikiyatristlerle birlikte ailelerle her ayın ilk perşembesi bir bilgilendirme toplantısı yapıyoruz. Her an yeni aileler katılıyor. Şu an otuza yaklaştık. Bu çok sevindirici. Bir de listag.wordpress.com diye bir blogumuz var. Lambda Eşcinsel Danışma Hattı (212) 244 57 62 ’den bize ulaşan aileler var.

İstanbul dışından aileler var mı?

Çok yeni. Mesela Almanya’dan ulaşanlar var. İngiltere’den var. İzmir, Ankara yok. Şimdiki hedefimiz bunu daha Türkiye çapında yaygınlaştırmak. Ankara’daki Homofobi Karşıtı Buluşmaya da gitti aileler.

Lambdaİstanbul’a Can’ın size açılmasından sonra mı ulaştınız?

Çocuğumun bir arkadaşının annesinin benimle tanışmak istemesiyle ulaştım. Bir kafede buluştuk, baktık ki aynı şeyleri konuşuyoruz, kalktık Lambdaİstanbul’a gittik. Bize sonradan katılan Eda anne bizi buldu. O bir trans annesi. Yardım istemek için geldi. Biz üç anne ve Lambdaİstanbul’dan gönüllü arkadaşlarla başladık. Geçen sene bir aile toplantısına davet edildik Floransa’ya. O bizim çok ufkumuzu açtı. Avrupa’da da ailelerin durumunun bizden farklı olmadığını gördük. Ayın 27’sinde Pera Müzesi’nde Aile Belgeseli’nin yönetmeni ve oyuncuları İtalya’dan gelecek, onlarla buluşma bizim için çok heyecanlı.

Çocuğu gelip “Ben eşcinselim” diyen bir aile ne yaşar?

Çocuğu açıldıktan sonra insan genelde önce bir şok yaşıyor. Sonra korku, “Başına bir şeyler gelir” kaygısı ve koruma eğilimi, ondan sonra bu konuda bilgilenme, sonra kabullenme. Bu süreçlerde insan çocuğuna yanlış davranabiliyor, kendini suçluyor, onu suçluyor. Bazı anne ve babalar “Biz nerede hata yaptık” diyorlar. “Çocuğum mu bir hata yaptı” diye de soruluyor. Anne baba birbirini suçlayabiliyor. Arkasından elâlem ne der, ailedeki diğer bireyler ne der, komşu ne der diye düşünmeye başlıyor. Toplum kadınla erkeğin evlenmesine, çocuk yapmasına alıştığı için, eşcinsel bireyler kötü diye düşünüyor. Ben “Nasıl destek olurum” diye düşündüm. Ama genelde böyle yaşanmıyor. Çocuk söyleyene kadar yok sayılıyor. Söyledikten sonra da yok sayılıyor.

Can’ın eşcinsel olduğunu öğrenene kadar toplumdaki dışlamanın farkında mıydınız?

Her zaman görüyordum, farkındaydım. Ben ve Can çok şanslıyız. Biz yaşamadık ama yaşayanlar çok. Mutlu bir çocukluk ve mutlu bir ergenlik yaşadı Can. Bir trans çocuğumuz vardı, ailesi okuldan almak zorunda kaldı. Aslında Can’da da Lise 1’de ufak çaplı bir şey olmuştu. O da onu çok dert etmedi.

Nasıl açıldı size?

Ergenlikte Can’da farklılıklar olduğundan daha emin oldum. Onun daha çok bilgisayara, telefona yöneldiğini hissettim. Bizle hiçbir şey paylaşmıyordu. Psikiyatriste gittik. Gittiğimiz psikiyatrist de, “Çok güzel bir çocuk yetiştirmişsiniz, özgüveni var, sosyal bir çocuk, yalnız maço özellikleri yok” dedi.

Can: Orada “Ben geyim, şöyleyim böyleyim” demedim. Aslında uzun zamandır farkındaydım ama orada söylemedim.

Gülseren: Biz doğru bir psikiyatriste gitmiştik. Piyasa cinsel eğitim almamış, homofobik psikiyatristlerle dolu. Son tanıştığımız bir ailenin çocuğuna elektro şoktan okunmuş suya kadar her şeyi yapmışlar. Çocuğun psikolojisi berbat olmuş. “Ailem benden utanıyor” diye düşünüyor. “Değişeceksin üzülme” demek bile yeterince üzücü.

Siz kabullenme sürecini nasıl yaşadınız?

Hemen kabullendim.

Can: Aslında annem bana açıldı. Ben bir gün onu Lambdaİstanbul’a çağırdım. Benim gidip geldiğimi biliyordu. Baktım annem gelmeye başlamış.

Türkiye’de erkek çocuğu sahibi olmak çoğu aile için çok önemli. Siz bundan etkilenmediniz mi?

Benim hiç öyle şeylerim olmadı. Toplumun dayattığı şeylerden kendim de hoşlanmam. Mesela evlenirken gelinlik giymedim. Sünnet töreni yapmadık. Gençken bir kadın haklarını savunurdum zaten. Biz çok istedik Can’ı. 33 yaşında anne oldum. Eşim dört sene kadar içeride kaldı, içeride evlendik. Geldikten sonra üç sene çocuk yapmadık, sonra çok istedik. Mutlu bir hamilelik geçirdim.

Hiç sarsıntı yaşamadınız mı?

Ben o açıdan kötü bir örneğim. Ama çoğu aile böyle değil. Bir annede çocuğunun asker olması, evlenmesi, erkek çocuk özlemi vardı. Bu konuda üzülen anne çok. “Nerede yanlış yaptım da benim oğlum böyle oldu” diye kendini suçlayan anne çok.

Dışarıdan bakılınca yaşadığınız ortam bir fanus gibi. Toplumda çok önyargıyla karşılaşıyorsunuz…

Ne kadar çok insan doğru bilgilenir ve bunu konuşursa o kadar iyi diye düşünüyorum. Almanya toplantısında tekerlekli sandalyeli bir anneyle tanıştım. “Ne kadar güzel çok şeyi halletmişsiniz” dedim, “Öyle demeyin 15 sene önce biz de böyle şeyler olacağını hayal edemezdik” dedi. Tekerlekli sandalyelere de düşsek, devam edeceğiz diye düşünüyorum. Annelerin yaşadığı en büyük kaygı “Hayatı nasıl olacak” kaygısı. Bir dolu ebeveyn çocuklarını okuldan aldı, akşam okullarına, açık liselere verdi. Aile grubumuzda bir çocuk gelmişti, en istediği okulda okuduğunu, iyi bir görevde olduğunu, eşcinselliğinin bilinmesi halinde bu işi kaybedeceğini söyledi. “Çok zor bir şey sürekli bir erkek muhabbetinin içinde olmak ama onunla yaşamak zorundayım” dedi.

Eşcinsel cinayetleri de çok yaşanıyor. Eşcinsellere yönelik şiddet korkutucu değil mi?

Can: 29 Mart seçimlerinden sonra Beyoğlu’nda karşıdan gelirken bir adam bana saldırdı.

Bir anda. Ermeni Lisesi’nin önünde. Dudaklarım patladı, dişlerim yerinden oynadı, sağ kürek kemiğim incindi. Şiddet yaşadım ama bunu homofobiye yormadım.

Gülseren: Beyoğlu’na çıkıyor, barlara gidiyor, korku hep oluyor. Bir de homofobi çok yaygın. Kendilerini korumalarını önermekten başka bir şey yapamıyorum.

“Sana kız mı yok” diyene “Zor beğenirim” diyorumAileye açılma sürecinde insan neler hissediyor?

Can: Annemin farkında olup olmadığını bilmiyordum. Lambdaİstanbul’a çağırdığım zaman geldi. Kenara çekip bambaşka bir şeymiş gibi söylememek gerektiğini düşünüyorum. Öyle söyleyince bambaşka bir şey algılanıyor. Bence her anne baba hissediyor ama illa çocuğundan duyması gerekiyor. Ama ben açılmadım anneme. Lambdaİstanbul’a gittikten sonra bir konuşma yaptık.

Ailelerin karşılaştığı baskılarla çocuklarınki farklı değil mi? Mesela okulda çocuklar çok acımasız şakalar yapabilir…

İllaki yaşadım ama dert etmedim. “Okul bitecek buradan kurtulacağım” diye düşündüm. Bir de sonuçta bir eşcinsel kendini gösterecek ne yapabilir? Travesti, transseksüel olmadıkça görünürlük olmuyor. Lise sonda bir arkadaşım olmuştu, onunla çok şey paylaşmıştık. Birbirimize direkt açılmamıştık ama anlamıştık. Birbirimize destek olduk o dönemde. Mahalledeki arkadaşlarım bile bilmezken o bilirdi. O bile çok büyük bir şeydi benim için.

Kendini kabul ettirme eğilimi kız arkadaş bulma gibi kaçışlar olmuyor mu?

Arkadaşım denemişti. Ailesi çok baskıcıydı. Psikiyatristlere götürdüler, hormon kullandılar. Tabii bir işe yaramadı. Üniversitede bir kız arkadaşım oldu ama ispat isteğiyle değildi. “Sana kız mı yok, doğru kadını görmedin, üzülme geçer, değişirsin zamanla, bu da bir dönem” diyenler oldu. Soranlara “Ben zor beğeniyorum” diyordum. Çünkü yüzde yüz gey, yüzde yüz lezbiyen, yüzde yüz heteroseksüelliğe inanmıyorum. Zaten biyolojik bir kadınla ilişkim olduktan sonra aslında hepsinin ne kadar birbirinin içinde olduğunu gördüm.

İlk aşk ne zaman?

17 yaşında. Ben o dönemin insanı çok beslediğine inanıyorum. Benimki uzun sürdü, üzüldüm ama sonrasını düşündüğüm zaman o olmasaydı çok daha çocuk kalabilirdim. Âşık olduğum insan da buna karşılık veren bir insandı, heteroseksüel birine âşık olmadım.

“Evcilik oynayan her erkek eşcinsel olmaz”LGBTT bireylerin hasta olduğunu düşünen görüş yaygın. Eşcinsel hakem tartışması da buradan çıktı. Siz nasıl cam duvarlarla karşılaşmadınız?

Karşılaşan çok aile var. O sorunlar daha ziyade travestiler, transseksüeller için geçerli. Burada en önemli şey ailenin çocuğuna sahip çıkması. Tanıdığımız bir trans annesi, o kendi ailesinin, çocukluğunun geçtiği mahallede oturuyor. Annesinin desteğiyle bir gün önce bakkalın, manavın önünden erkek geçen çocuk ertesi gün kız çocuğu olarak geçti. Ama anne o kadar sağlam durdu ki arkasında kabullenmek zorunda kaldılar. Babası hekim olduğu halde çocuğunu kabul etmedi.

Babalar bu çalışmanın neresinde?

Babalar daha zor kabulleniyor gibi ama bizim LİSTAG grubunda iki baba bir dede var. Hem de bir trans dedesi. Kızı ona durumu açıkladığında, “Tamam kızım” deyip destek veren bir dede. Babalar arasında eşinden önce fark edip ona destek olanlar var. Tabii ki daha azınlıkta.

Erkekler bu konuda kadınları suçlamıyor mu?

Tabii, tabii. O hepimizde yaşandı ilk başta. Biz de yaşadık çok hafif dozda olsa bile. Ama kadınların çocuklarının üzerine düşmesi çocuğun eşcinsel olması için yeterli neden değil. Yoksa babası ölen, çok kızkardeşle yaşayan çocuklar eşcinsel olurdu. Aynı yumurta ikizlerinden biri eşcinsel biri heteroseksüel olabilir. Bizim babamız da başlangıçta çok kısa olsa da, suçladı ve görmezlikten geldi, kabullenme sürecinde biraz yok sayma yaşandı. Can’la ilk konuştuğum zaman, “Benim konuşmama gerek yok” diye kaçamak bir yanıt verdi. Ama toplantılarımıza katılıyor. Evimize Can’ın bütün arkadaşları geliyor. Onun için özel olan insanlar da geliyor. Mesela Can çocukken arabalarla çok oynardı ama evcilik de oynardı. Çok sosyaldi. Taklidi çok severdi. O yüzden bana hiç garip gelmemişti çocuğumun evcilik oynaması.

Ailesinde şiddet görenler olmuyor mu?

Gelen aileler içinde kardeş tehdidi vardı. “Öldürürüm” diyordu. Polisti. Anne baba kabul etmiş, “Bu da bizim çocuğumuz” diyor fakat ağabey “Benim olduğum yere gelmeyecek” diye tehdit savuruyor. Bir de çocuk aileye “Ben eşcinselim” dediğinde “Demek kadın gibi olacak” düşüncesi kafalarında canlanıyor. Seks işçiliği yapacak, başına kötü şeyler gelecek diye düşünüyorlar.

Aileye açılmak çocuk için de travma yaratabilir. En son hakem meselesinde çocuk ailesinden önce Türkiye’ye açıldı.

Bence önce aileye açılmaları önemli. Bütün medyaya açılıp sonradan ailenin duymasından kötü bir şey olamaz. Önce yakınlarının duyması lazım.

“Çocuğunu ezdirmeyen köylü anneler var”

İnsanın “Keşke çocuğum eşcinsel olmasaydı” diye sorduğu olmuyor mu?

Çok var ama bizim LİSTAG grubu içindeki aileler genelde bunu halletti. CETAD’la yaptığımız aylık toplantılar çok anlamlı. Burada aileler cinselliği konuşuyor. Her türlü soruyu sorup, doğru bilgileri alıyorlar. Çünkü bazı ailelerde ilk his, kayıp hissi. Aslında biz anne babalar çocuklarımızı koruyalım derken, o sınırları aşıp onların özel alanlarına çok daha fazla giriyoruz. Özellikle açıldıktan sonra çocuklarımız daha tedirgin oluyoruz.

Sizin kabullenmeniz bu konuda sıradışı bir örnek değil mi? Bazı ailelerde erkeklerin yemek yapması bile mesele olabilir.

Bazı öyle anneler var ki köyde yaşıyor ama çocuğunun arkasında duruyor. “Çoğunuz gizli yapıyorsunuz bu işi, benim çocuğum o kadar dürüst ki bana söyledi” diyor. Annenin sevgisi çünkü koşulsuz bir sevgiye dayanıyor.

Taraf/AYÇA ÖRER – Istanbul – 07.06.2009

Çiçekler de Binbir Çeşit: Benim ve Kızımın Hikayesi

clip_image0021

This article is also available in English Also the Flowers are 1001 kinds: The Story of Me and My Daughter

Disponibile anche in italiano SONO LA MAMMA DI UN TRANSESSUALE

Benim Hikayem

1961 yılında dünyaya geldim.

Babam ve Annem beni pamuğun içinde fasulye büyütür gibi çok itinalı, çok özenli, çok koruyuculu, çok muhafazakâr, çok modern, çok mücadeleci, çok doygun, çok prenses yetiştirdiler. Onların istediği gibi olmuştum onların istediği gibi de kırmızı kuşağımla evlendim.

Evcilik oyunu başladı; eşyalarımı, tabaklarımı, örtülerimi… Sandıkta ne varsa çıkardım kurdum. Amma! Beyaz atlı prensle aynı sosyal statüde değildik. O da çok iyiydi ben de; ama hep birbirimizi değiştirmeye ve kabullenmeye zorladık, zorlandım. Günlerim onu mutlu etmek için ailem tarafından öğretilen tüm dersleri uygulamakla geçiyordu. Üç kap yemek ve salata, tek çizgi ütülü pantolon, temizlik vs. derken, 1986 yılında büyük oğlum dünyaya geldi. İlk anneliğimde zorlandım; beyaz atlı prens doktordu ve devamlı bana müdahale ediyordu. “Şunu giydir şunu çıkart, su sıcak yıkama, kimsenin kucağına verme, aşısı yok” vs. ama hayatımdan memnundum. Hizmet acısından evin tüm sorumluluğu benimdi; yıkama-paklama-ayıklama, alma-verme-dökme, reçel yapma, turşu kurma… Mecburi hizmet nedeni ile küçük bir kasabada yaşıyorduk. Asker çocuğu olduğum için sık sık tayinle başka başka yerlerde yaşadığımız için bu kasabaya da hemen alışmıştım. Benim için önemli olan eşim ve çocuklarımdı ve nerede olsa mutlu olabilirdim. Öyle öğretti ebeveynlerim… Çevreye uyum sağlamıştım. Derken ikinci çocuğum dünya ya geldi. Erkekti… Oysa ben kız bebek istiyordum…

Aynı döngüyle yıllar geçti. Aileme koşturmaktan, onları mutlu etmeye çalışmaktan kendimi unutmuştum. Evliliğimden bir şey anlamamıştım, anlamıyordum, anlamayacaktım. Anlayamayacağımı da evlendikten on beş yıl sonra fırsat bulup da kendime “Ben kimim?” sorusunu sorunca anladım nihayet! Üç gün kim olduğumu bulamadım, sonra yazdım kendimi bir kağıda; ben evliliğimdeki Eda değildim. Bana rol verilmiş küçükken; cici, akıllı, hanım kız olacaksın, kırmızı kuşağı takınca eş olacaksın, anne olacaksın, evin hanımı olacaksın… Ben de bunları olmuşum ama aslında bunlar değilmişim. Eda olduğumun farkına varınca istenilen gibi olmadığım için beyaz atlı doktor’u tek bıraktım, bu sefer de kara kuşağımla ayrıldım. İki döşek, iki çocukla İstanbul’a geri döndüm. Maddi anlamda hiçbir şeyim yoktu. Üstelik aileme boşanacağımı söylediğim için tepki aldım. “Millet ne der” paniği ile beni dışladılar. Hepsi gör bakalım halini diye uzaktan bakmaya başladılar. Derken, benim özgür, zor, bedeli ağır ama çok mutlu yaşam mücadelem yeniden başladı. İşe girdim, bilgisayar kursuna gittim sertifika aldım; Açık Öğretim Fakültesi’ni kazandım, okudum diplomamı aldım. İşimde başarılı oldum halen de çalışıyorum. Büyük oğlum okulunda çok başarı oldu hep burs aldı. Yurt dışında okuyor. Küçük oğlum da okulunda çok başarılı öğretmenleri tarafından sevilen, tatlı, cana yakın, çok saygılı bir çocuktu. Ailemle bir yıl sonra aramız düzeldi.

Buraya kadar okuduğunuz benim hikayem. Benzerlerini okumuşsunuzdur, dinlemişsinizdir ya da yaşamışsınızdır. Yaşamda bilinen, duyulan ve yaşanılan şeyler değil mi?? Yukarıda yazdığım tüm olumsuzluklara bir şekilde, zor da olsa çözümlemeler üretebilmiş, ayakta kalmayı, kimseye yük olmamayı ve yaşamımı çocuklarımla birlikte sağlıklı ve mutlu bir şekilde sürdürebilmek için çareler bulabilmişim, değil mi ? “BAŞARMIŞIM” yani…Hah!Meğer hayatta benim başıma gelmez dediğiniz, aklınızın ucundan geçmeyen öyle şeyler varmış ki… Çare aramaya çalıştığınız, çare bulurum, buldum sandığımız ama yanlış yerde debelendiğimiz, zaman kaybettiğimiz , ne yapacağımızı bilemediğimiz, soracak, danışacak dertleşecek kimseyi, kimseleri bulamadığımız yaşanası şeyler…

Tüm bunları hissetmemizdeki, yaşamamızdaki sebep; biyolojik, toplumsal, ruhsal bilgi eksikliği… Şimdi anlatacağım, yakın zamanda yaşadığım, sizlerle paylaşmak istediğim hikâyemde ben de bilgi eksikliğinden dolayı zor günler geçirdim.

Kızımın Hikayesi

2005 yılında küçük oğlum birden yemek yememeye başladı. Odasından çıkmıyordu. Kendi kendineydi. O tatlı, konuşkan, cıvıl cıvıl çocuk gitmiş yerine hırçın, agresif, takıntıları olan bir çocuk gelmişti. On beş yaşındaydı yani tam ergenlik dönemi başlamıştı. Dersleri iyiydi. Okulda da seviliyordu. Bana öğretilen, bildiğimiz, duyduğumuz ergenlik dönemi krizleri diye üstelemiyordum. Hızla kilo vermeye başladı bir paket kepekli ekmek ve sudan başka gıda almıyordu. Durum sağlık açısından ciddiye gidiyordu. Psikologa götürdüm. Anoreksia nevroz teşhisi kondu. Konuyla ilgili epey mücadeleler verdik… Derken 2006 yılında ben işyerimde aniden fenalaştım. Beyin anevrizması(balon) teşhisiyle hekimler, anneme, babama ve yakınlarıma “20%’si yaşıyor, ameliyatta ne olur bilinmez” diyerek benii operasyona almışlar.

Üç gün uyutulmuşum. Yaşama geri döndüğümde yatağımda çok sevinçliydim. Allah beni çocuklarımın başından eksik etmemişti. On beş gün sonra doktorlar odama doluştular. Şah damarımla kulağım arasında yine balon varmış, patlamadan almaları lazımmış. Yeniden ameliyata gittim. Korkum ölmekten değildi; çocuklarımın bensiz kalmasıydı. Çok zor günler geçirdim ama akrabalarım, arkadaşlarım, ailem ve dostlarımdan çok sevgi ve ilgi gördüm, hiç yalnız bırakmadılar. Her gün çok uzak bir hastane olmasına rağmen gidip geldiler. Onların sevgisiyle hiçbir araz kalmadan taburcu oldum.

Hastayken öğrendiğim tek şey yaşam çok kısa ve her an her şey olabilirdi; yaşarken mutlu olabilmek ve yaşadığının tadına varmak lazımdı…

Evime geldim. Başım bir baştan bir başa dikişli, saçlarım traşlı, nekahet dönemindeyim. Tatlı, cana yakın, küçük oğlum karşımdaki koltuğa oturdu: “Anne sen ölseydin, ben babamla da anneannemler de yaşayamazdım” dedi. Dondum. “Aaa! Benim öleceğimi hesaplamış, kendine yer aranmış” dedim içimden. İçim üzüldü. O dönem travma geçirdiğim için hemen her şeye üzülebiliyordum. İçsel yaşadım, bir şey demedim. Bakakaldım sadece. Ertesi gün sıkıntılı, ağlamaklı bir şekilde yine yanıma geldi ve benim hayat öğretilerimi altüst eden, bildiklerimi bilmediğimi anlamaktan zor ameliyattan zor, eşten ayrılmaktan zor, iş bulmaktan zor, hayatım boyunca sık sık önüme çıkan engellerden zor bir şey söyledi. ” Anne benim ruhum başka bedenim başka” dedi, anlamadım. Birden baktım gözlerine “bu ne demek diye” yine anlamadım. Sordum, “nasıl bir şey” diye. “Ben aslında kızım, bedenim erkek” dedi. Dondum, şaşaladım, katıldım, uzun bir sure sessiz kaldık. Düşündüm. Bu ergenliğe geçişi anlamadı ya da ruh hastası oldu dedim. İçimi ferahlattım. Nasılsa her şeye çare buluyordum. Buna da bulurum dedim ve sessizliği bozdum. “Yavrum, canım merak etme sen, kafana takma, bakarız bir çaresine” dedim. Dedim ama kafam bulandı, içim acıdı, karanlık bir yol uzadı gözümün önünde. Öylece kalakaldım.

Çok üzüldüm, çocuğum şizofrendi. Yok, yok ergenlikteydi! Geçişi anlayamamıştı. Yok, yok ruh hastasıydı! Allak bullak oldum. Kimseyle paylaşılacak bir şey değildi. Sonra, çocuğumun adı çıkmasın diye de derdimi söyleyemezdim kimseye. Bunları düşünüyordum. Bir taraftan da internetin karşısına oturdum, psikiyatr aramaya başladım. İlaçsız bir tedavi şekli istedim, kendimce buldum da… Bu arada çocuğuma “bak yavrum, geçecek” demeye başladım. Bana ısrarla “bu geçmez anne, ben hep böyleydim “diyordu. “Aman!” dedim. “Bunun hastalığı varmış, ben anlamamışım, ilerlemiş” diyordum içimden.

Doktor babasına telefon açtım. “Bak!” dedim. “Böyle, böyle…” sustu kaldı. “O karıştırıyor” dedi. Hekim olduğu halde benden daha suskun bakıp duruyordu. İçi katılmıştı galiba. Hemen de gitti zaten.

Ben işimden gün içinde doktora gitme izini aldım. Yaklaşık 8 ay taşındık doktorlara. Yolda benimle devamlı kavga ediyordu. “Anne paran mı çok, anne ben böyleyim değişmem”. “Haaa hııı” deyip kolundan çekeliyordum. Uzun uzadıya psikiyatr gezileri yaptım. Psikiyatrların bunun geçici bir şey olduğunu, ruh hastalığı olduğunu söylesinler istedim. “Ergenlik çağında aklı karışmış” desinler istiyordum.

Bu arada çocuğum odasına kapandı. Son derece kızgın, saldırgan, alıngan, içine kapanık oldu. Devamlı mutfağa gidip geliyor adaçayı içiyordu. Adaçayının ne işe yaradığını ben sonradan öğrendim. Çocuğum adaçayını bardak bardak içerken aklıma bir şey gelmiyordu. Ferahlamak için içiyor diyordum. Aklım çayda değildi. Aklım fikrim “anne ben kızım aslında” demesine takıldı, ben hala orda kalmıştım. Derken bir gün Marmaris’ten arkadaşım ve kızları geldi. Birlikte alışveriş merkezine gittik. Ben de çocuğuma tişört almaya kalktım ama çocuğum çok sinirliydi. Kızıyor, beğenmiyordu. Benle başa çıkamadı, kabine girdi, tişört denemesi yapmaya… Bir anda ben kabini açtım, nasıl oldu diye! Bir de ne göreyim; çocuğumun göğüsleri var, bol giysilerle saklamış… bunlar ne? Dondum kaldım. Bana “anne adaçayından oldu” dedi.

“Evladım bu çayın bu kadar mahareti var da bu insanlar ne diye silikon peşine düşüyorlar?” dedim. Dedim de içim kanadı. Kanadı, çıktık. Hiçbir şey demedim. Söylenmedim. Psikiyatrına telefon açtım. “Durum ciddi, Çapa’ya götürün” dedi ve çok saygı duyduğum halen gitmeye devam ettiğimiz Sayın Hocamıza götürdüm. Çocuğumu odasına aldı epeyce konuştular, sonra beni çağırdılar. “Buradan, benden çocuğun ile ilgili ne bekliyorsun? Niye geldin?” dedi. “Çocuğumun durumunun netliğini öğrenmeye ve kabule geçmeyi bekliyorum” dedim. Çocuğumu dışarıya çıkardı.

“Senin çocuğun transseksüel, kabule geç” dedi. “Ama!”, dedim. “Hocam, bu çok takıntılı ama hocam, bu anoreksia… ama hocam şöyle, ama hocam böyle” derken. Hocam dedi ki “ruh hastası olduğunu mu söyleyeyim, bunu mu duymak istiyorsun” dedi. “Evet!” dedim. “Yok” dedi. “Ruh hastası değil” dedi. “Peki!” dedim, odadan çıktım. Çocuğuma bir şey belli etmedim.

Bacaklarım tutmuyordu. Tir-tir titriyordum. Kendimi çok çaresiz hissettim. Çocuğumu, abisini eve yolladıktan sonra banka oturdum ağlamaya başladım. Böğüre böğüre ağladım. İçim yana yana ağladım. Oğlumu kaybettim, bir çocuğumu kaybettim, ona çok ağladım.Ağlamam durdu. Çapa Psikiyatrı Bölüm Başkanı Sn. Şahika Yüksel’in yaptığı teşhis çocuğumun bana söylemlerinden daha etkiliydi. Yani durum tespit edilmişti. Birden kızım doğdu. Evet, evet bir kızım dünyaya geldi. Hem de 15 yaşında kocaman bir kızım oldu . Kabullenme sürecini başlattım.Bu ne demekti; ailem?, arkadaşlarım?, işim?, komşularım?, mahallem?, okulu?, işi, yaşamı? Herkesin penceresinden 15 yaşında dünyaya gelen kızıma baktım. Of! çok yorucu, çok karanlıktı. Kendi pencereme geçtim, kızıma baktım. Korktum. Bu bebeği nasıl büyütecektim? Konuyla ilgili hiçbir bilgim yoktu.

Ama benim evladımı, canımı seve seve vereceğim bebeğimi yaşamı boyunca sağlıklı, mutlu ve güvenli bir şekilde yaşaması için, ayaklarının üstünde durabilmesi için, okuması için önce kendimi bilgilendirmem ve araştırmalar yapmam gerekiyordu. Seve seve yapacaktım çocuğum için, çünkü o beni kandırmadı. Çalmadı, kimseyi öldürmedi. Kimseye saygısızlık yapmadı. Dürüstçe “bana yardım et anne” dedi. Bana içini açtı. Duygularını, hissettiklerini anlattı. Saklanmadı. Çocuğumun açık olması gücüme güç kattı.

Hani çocuk dizilerinde “batmen” vardır, ordan oraya uçar, bir de gölgelerin gücü adına She-ra vardır… Bayan versiyonu… O da bendim artık. Gölgelerin gücü adına çocuğuma ve bu duyguları olan tüm çocuklara destek olacaktım. Demesi ne kadar kolay değil mi? Hayata geçirmek, uygulamak zor. Ama konu sizin çocuğunuzsa hem zor, hem değil…

Çapa’ya terapilerine gitmeye başladı.

Kızımın odasından törpü, cımbız çıkmaya başladı. Her şeyin ilkinde önce donup kalıyordum. Hemen çözüm arıyordum. Hemen bir makyaj sepeti aldım, kendi elimle koydum, yerleştirdim içine… Ona güzel ayaklı ayna aldım.

Anladım ki ilk yapılacak şey; onu ortada hissettiği bedene tam kavuşması için destek vermekti. Giysileri vs. Ama öyle abartıyordu ki… “Neden kızım böyle yapıyorsun, bak tırnaklar bu kadar uzamaz, kaşlar bu kadar inceltilmez, kızlar böyle yapar, hanım olur” dedikçe bana kızıyor, “ben böyle istiyorum, ben taş gibi kız olacağım” diye başlıyordu söylenmeye. Kendi kendine hormon kullanıp sağlığı bozulmasın diye renk renk sütyenler aldım, nasıl kullanacağını öğretirken içim kanıyordu. Neden böyle? Ben ne yapıyorum? Bir anda bana dönüp “anne ne güzel oldu değil mi” diye yüzü gülünce bende toparlanıp o mutlu diye mutlu oluyordum.

Hem kendime ve kendi duygularıma hem de kızımın güzel bir kız olma koşturmacasına, abartılarına yetişmeye çalıştım. Hep anlatıyordum bak böyle yapalım şöyle yapalım diye… Diye diyeleri hala anlatıyorum.

Kızımı Açıköğretim lisesine kayıt ettirdim, lise sonuncu sınıfa. Dersaneye yolladım, gittim herkesle konuştum:” Ben annesiyim kızım böyle bir sürecle okuyacak.” dedim. “Tamam” dediler, kolaylıklar sağladılar, destek oldular. Her sınava gidişinde gerginlik yaşadı, sınava alınırken bir yanda bayan polis bir yanda erkek polis kontrol için dururdu ve kızım ortadan yürürdu. Her defasında bayan polisin olduğu tarafa çekiştirip, “gel kızım heyecanlama” diye onu ordan geçirdim. Ve kızımın lise bitirme notu 100 üzerinden 100. Ayrıca üniversiteyi kazandı. Doktor kontrolünde hormon kullanmaya başladı. Saçları uzadı, abartılarına son verdi. Güveni geldi, içinde sakladığı duygularını abartılı yaşadı ama sonunda yaşının gerektirdiği kıvama geldi. Bebeğim büyümeye başladı. Bunları yaşarken ben sürekli korkulu, kaygılı, endişeli oldum ve hala da oluyorum. Nedeni de korumak kollamak güdüsü olsa gerek; annelik yani!

Artık farklı boyutta yaşıyoruz: ANNESİ VE KIZI! Ergenlik ve menapoz ile ilgili kitaplar okuyorum. Anne ve kız, anne faktörü vs. Çok paylaşacaklarım var, en iyisi ben özete gireyim:

AİLEM: Ağabeyi zaten kabullenmişti, bana ve kız kardeşine destek oldu, maneviyatımızı güçlendirdi. Oğlum, çevremizin kabullenme sürecinde çevremizi sürekli bilgilendirdi, destek oldu.

BABASI: Henüz anlamış değilim. Okul taksitlerine finansal desteği sağladı.

BABAM: Babam kabullendi. “Aman kızım, elinden kaçırma, sarıl ona!” dedi ama 76 yaşında olmasına rağmen bilgi yetersizliğinden devamlı soru soruyordu. CETAD toplantılarına katılan ilk dede ünvanını aldı, bir sürü sorular sordu, kafası karıştı ve bilgilendi. Sn. Dr. NESRİN Hanım’a: “Biz de bilmiyorduk, bilgisizlikten ötekileştirmişiz.” dedi.

ANNEM: Baştan beri reddetmişti. Üstüne gitmedim, karşılaştırmadım. Bir yıl sonra bayramda bizi evine davet etti, torunuyla karşılaştı, kucakladı ve “çok güzel olmuşsun sen.” dedi.

YAŞADIĞIM SEMT: Değiştirmedim evimi; niye ordan oraya gideyim ki… Akrabalarımın, tanıdıklarım, komşularımın oturduğu semt. Kızımı koluma takıp çıktım, başımı eğmedim. Ne derler diye düşünmedim. Ekmeğimizi, suyumuzu, değerlerimizi bize kimse vermiyor. Kendimiz kendimizi kurtarıyoruz. Hala bir şey sormadılar, soramazlar da! Duruş önemli…

KARDEŞİM VE EŞİ: Baştan kabullendiler, destek oldular.

LAMBDAİSTANBUL AİLE GRUBU: İyi ki böyle bir çalışmanın öncülüğünü yaptık; yüreklice, sevgiyle, saygıyla çoğaldık. Biz anneler, babalar, kardeşler birbirimize destek oluyoruz. Bizim yeni akrabalarımız oldu; kızımın teyzeleri var, amcaları var, ağabeyleri var. Kendimi güçlü hissetmeme, aynı duygu düşüncede olan bizler, yani Lambdaistanbul Aile Grubu ebeveynleri öğrettiler. Saygılı olmayı, koşulsuz sevgiyi, yargılamadan ötekileştirmeden önce BİLGİ SAHİBİ olmayı ve desteği ilke yaptık kendimize.

ERKEK ARKADAŞIM: En zor kısımdan beri yanımda arkadaşım, oksijen tüpüm; zorlukları yaşarken, ağlarken, çaresiz hissederken hep yanımdaydı. Ona sonsuz teşekkürler.

ÖĞRENECEĞİMİZ BİLGİ: Cinsel yönelim nedir? Cinsel tercih nedir? OKULU CETAD …

İyi ki çocuğum gizlememiş, cinsel durumunu yani kendini benden saklamamış. Gizlenmeler ve yalan söylemeler reddedilme korkusunda kaynaklanıyor. Bence hayatta ne kadar açık olursak kendimiz ve çevremiz için o kadar iyi olur. Biz anne-babalara çok görev düşüyor. Çocuklarını reddeden, lanetleyen aileler kendinden kaçıyor, etraf yüzünden kendiyle yüzleşemiyor. Cinsel kimlik farklılığı yaşayan çocuklarımız için toplum önyargılı. Kendilerinden “namuslarıyla” çalışmaları beklenirken “namuslu bir iş bulamamaları” toplumun konuyla ilgili cahilliğinin yarattığı ikilemlerin en üzücüsü. Cinsel kimliğin, bireyin kimliğinin değişmez ve değiştirilemez bir parçası olduğunu, kişinin kendisini topluma uydurmak yerine toplumun bakış açısını değiştirmesi gerektiğini düşünüyorum. Bunun için de ebeveyn desteği lazım. Yaşam çok kısa, bırakın insanlar cinsel yönelimleri ve kimliklerini ne olsursa olsun, nasıl mutlu olacaklarsa; sağlıklı, mutlu ve güvenli yaşasınlar. Çocuklarımıza sahip çıkalım. “Başkası ne der?” ile kendimizi ve çocuklarımızı yiyip bitirmeyelim. Bilinçlenelim. Çocuklarımızla konuşalım. Konuşmalıyız; çünkü esas sapkınlıkların gizlemeler ve ötelemeler sonucunda oluştuğuna inanıyorum.

“Elalem ne der?”lere karşılık, aklımızdan çıkarmayacağımız, kendimize sürekli tekrarlayacağımız, bizi güçlü kılacak cümle (tecrübelerime dayanarak söylüyorum, ben kendimi bu cümle ile ayakta tuttum):

Cinsel kimlik asıl kimliğin çok ufak ayrıntısı. Bizi biz yapan nice özelliklerimiz var, öyle değilmi? Her zaman çoğunluk haklıdır diye bir şey yok. Unutmayalım çicekler de binbir çeşit…

Herkese sağlık, huzur diliyorum.

Eda Anne.