http://gaysofturkey.com/2012/11/13/being-a-transgenders-mother-in-turkey/
Yazar: Pınar Anne (Eda)
Yorgun Ama Mutlu Son
Benim ve kızımın hikâyesini 2009 yılında yazmıştım ve sizlerle paylaşmıştım.
O yazımda kabullenişimden, şoklarımdan, küçük bebeğimi nasıl büyüteceğimden, endişelerimden ve kaygılarımdan söz etmiştim. Sonraki süreçleri ve mutlu son’a gelene kadar kızım ve ben başka bir süreçten daha geçtik.
Bu süreci ve tecrübelerimizi sizlerle paylaşmak istiyorum. Biliyorsunuz LİSTAG’ın (LGBTT Aileleri İstanbul Grubu) misyonu çocuğu veya yakını LGBTT olan bireyi anlamak, onu koşulsuz sarmalamak, bilgilenmek ve AİLE’yi yapıcı bir çatı altında toplamak. Çocuklarımızın üretken ve sağlıklı olmasına çalışmak.
Biliyoruz ki cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim kişiliğin en detay kısmı. Bizi biz yapan nice özelliklerimiz var, tıpkı bizi biz yapanın sadece heteroseksüel olmamız olmadığı gibi. Her birimizin kaşı, gözü farklı ya da eksikleri, fazlalıkları var. Çocuklarımızı biz dünyaya getirdik, onları anlamak, en iyi şekilde yetiştirmek ve koşulsuz sevmek bizim sorumluluğumuz. Yani, biz EBEVEYNLERİN görevi. Çocuklarımız bize “ben transım ya da ben eşcinselim” dediğinde “ELALEM NE DER?” sorusu beyine giden ilk iletidir. Bu ileti ebeveynin en sancılı sürecidir çünkü bizler hep “elâlem ne der?” ile yaşadığımız için, sancılar ve sıkıntılar yaşarız ve yaşatırız. Gerçekten translığın ve eşcinselliğin bir var oluş şekli olduğunu bilsek, sapıklık olmadığını, özenmek olmadığını bilsek ve bu konularla ilgili bilgi sahibi olsak kimseye cinsiyet kimliği ve cinsel yönelimi ne olursa olsun şiddet uygulamayız. Uygulatmayız.
Çocuklarımızı sokağa atmak değil, kaçmak değil, böyle bir şeyi yok saymak değil, itmek değil, aşağılamak değil, uyuşturucunun kollarına atmak değil, öldürmek değil, intihar etmelerine yol açmak değil. Birey iç huzursuzluğu çekerken ailelerine, çevrelerine, okullarına, işlerine, sosyal yaşamlarına adapte olmaya çalışırken trans bir bebeğe nasıl destek olunur? Sosyalleşmesine nasıl yardımcı olunur? Trans bebeğin kendisini sevmesi için, öfkesiz, huzurlu ve üretken bir birey olabilmesi için nasıl destek olunur? Huzursuz, bastırılmış bir birey toplumda çok tehlike yaratmaz mı?
Ötekileştiren, küçümseyen kişi ve kurumlara(aile çevresi, okul, adliye, hastane, yaşanan semt, iş, kafe, sinema, vs) karşı nasıl ayakta durulur? Trans bebeğimiz tüm bunlara karşı nasıl ayakta tutulur? AİLE denen en kutsal kurum nasıl dağıtılmaz, nasıl yok edilmez bunun gayreti içinde olmak gerekiyor.
Kızım bana açıldıktan sonra üniversiteyi kazandı. Halen hiç sınıfta kalmadan okuyor. Okulda onu ötelemeyen arkadaşları olduğu gibi onu zaman zaman kıran, boynunu büktüren, ağlatan arkadaşları da oldu. Burada önemli olan kendiyle barışık olmasıydı. Ona o gücü, kuvveti biz ebeveynler verebiliriz. Yanlarında olduğumuzu bilmelerini sağlayıp, onlara herkesin zaman zaman birileri tarafından üzüldüğünü anlatabiliriz. Ben bebeğime bunu anlatmaya çalıştım, kendini sevmesi için var gücümle destek verdim.
Tıbbi uyum süreci bittiğinde, hukuki süreci başladı. İsim değişikliği ve ameliyat olabilmesi için kanunda yazan şartları yerine getirdik. Bu süreçlerle tek tek ben ilgilendim. Hep ben kızımın önünde oldum. Bir evrak uzatılırken “benim kızım transseksüel, ben annesiyim” dedim, hastane işlemlerinde doktorlara “kızım transseksüel ben annesiyim” dedim. Bilmenizi isterim ki her zaman, her yerde (okul hariç) kızımın önünde oldum. Kimseden ötekileştirilme yaşamadım, benimle olduğunda kızım da yaşamadı. Ben evladımla gurur duydum, bana yalan söylemedi aksine benden yardım istemişti. Yardım ettim, ediyorum, edeceğim. Hiçbir zaman “ELALEM NE DER?” iletisini beynime göndermedim. Hep çocuğuma ve onun geleceğine ne kadar ve nasıl yardım yapabilirim diye çalıştım, çalışıyorum.
Mahkemeden cinsiyet değiştirme iznini aldıktan sonra cinsiyet değişikliği ameliyatını yapacak olan doktorumuzdan randevu aldık. Uzun uzadıya konuştuk. Kızım babasıyla görüştü. Babası maddi yardım yapacağını söyleyince bebeğim çok sevindi. Artık bedeni ve ruhu birbirine tamamen uyacaktı.
Ben de onun kadar sevinçli ve heyecanlıydım çünkü 2006’dan 2011’e kadar uzun bir hamilelik dönemi yaşadım. Derken ameliyat günü geldi; çok enteresandı, tıpkı biyolojik doğuma gider gibiydim. Kızımın bavulunu sevinçle hazırladım; her şey pembeydi. Geceliği, yatak takımı, çoraplarına kadar pembe yaptım. Öyle öğrendik biz, kız olunca PEMBE erkek olunca MAVİ. Odasını balonlarla süslettim, kapısını pembe kurdelelerle süsledik, Mersin’den can arkadaşım kızı ve eşiyle birlikte doğumdan sonra dağıtılmak üzere pembe bebek şekeri yaptırıp yolladılar. Çok ritüel yapmak istiyordum, kızım ve ben bunu hak etmiştik.
Geldiler, kızımı aldılar ve ameliyathaneye indirdiler. Kızım odasına gelene kadar, sabahın ilk saatlerinde LİSTAG, aile bireyleri ve gençler her zaman olduğu gibi yanımdaydılar. İstanbul’da olmayanlar da Amerika’dan, yazlıklarından, tatillerinden devamlı aradılar. Ben gerçekten de doğum yapıyor gibiydim. Çok heyecanlandım, endişelendim. Bir an önce sağlıklı bir şekilde odasına gelmesini bekledim. Kızımı asansörden aldığımda ayaklarım tutmuyordu. Bebeğim içsel olarak çok yorulmuştu, artık huzura kavuşacaktı. Ben de karnesinin yanında takdirname alan bir öğrenci gibi mutlu ve aynı zamanda yeni doğum yapmış bir kadın gibi yorgun bir haldeydim. Kısa bir süre içinde her şey bitti iyileştik.
Kızıma destek vererek ben ne kazandım? EVLADIMI. Kızım ne kazandı? Hayatını, sağlığını, huzuru… Kısaca, istediği gibi yaşam hakkını kazandı.
Ben tek başıma koşturdum ama görünmeyen kahramanlar vardı arkamda.
Önce, Anne ve Babamın ellerinden öpüyorum. Onların sayesinde ailenin çok önemli olduğunu, çocukları için her türlü zorlukları başarabilmeyi, bilgiye açık olmayı, ben bilmiyorum demeyi, dürüst olmayı, yalan söylememeyi, kimseyi kandırmamayı, yıkıcı değil yapıcı olmanın duyarlılığını öğrendim. Şu an babam 78 yaşında annem 71 yaşındalar. İlk süreçlerde annem ve babam da zor zamanlar geçirdiler, devamlı bilgilenmek istediler. Babam torununun isim değiştirme davasında şahit olarak bulundu. Ayrıca kardeşim, eşi, yakın akrabalarım, semtimdeki canım komşularım çok duyarlı ve saygılı davrandılar. Bizi hiç incitmediler.
Diğer ailem LİSTAG EBEVEYNLERİNDEN de destek aldım. Aynı duyguları yaşadığımız için devamlı birbirimize destek veriyoruz, moral veriyoruz, birbirimizi ayağa kaldırıyoruz. Böylece çocuklarımıza daha iyi destek verebiliyoruz.
Tıbbi süreçte bize verdikleri destekleri için, Çapa Tıp Fakültesi Psikiyatrı Bölüm Başkanı Sn. Prof. Dr. Şahika Yüksel’e, CETAD’dan Dr. Nesrin Yetkin’e, Dr. Seven Kaptan’a, Sn. Dr. Harun Özkan’a ve Sn. Dr. Zeki ve Nilgün Yalçınoğlu’na Saygılar ve Sevgiler sunarım.
Sağlıklı olduğum müddetçe, her zaman çocuğu ya da yakını LGBTT bireyi olan siz Ebeveynlere gönüllü olarak yardım edebileceğimi, deneyimlerimden paylaşım yapabileceğimi, zaman ayırabileceğimi bilmenizi isterim.
Hiç kimse BENİM BAŞIMA GELMEZ demesin, ben de kızım olacağını bilmeyen bir anneydim. Her şey bizim için.
Sevgiyle kalın,
Pınar Anne
“Oğlum, kızım oldu, sutyenini kendim taktım”
Hikâyeniz nasıl başladı?
2006’da işyerimde beyin anevrizması geçirdim. Su almaya mutfağa gittim, bardağımı çalkalarken damarım patladı. Tıbbın benden umudu kesmesine rağmen, iki beyin ameliyatı geçirdikten sonra yaşama yeniden bağlandım.
Kaç çocuğunuz var?
İki. Büyük oğlum 1986’lı. Avusturya’da okuyor. Viyana Teknik Üniversitesi’nde hem endüstri makine hem de tıp fakültesini birlikte götürüyor. 1990’da “biyolojik olarak erkek” bir çocuğumuz daha doğdu. Karadeniz’in küçük bir kasabasında
yaşıyordum. Çocuklarımın babası doktordu. Anlaşamadık çocuklarımı aldım, “Bir tabak çorba parası kazanırım” deyip İstanbul’a geldim. Yıl 1997’ydi. Lise mezunuydum, AÖF sınavlarına girdim, halkla ilişkiler bölümünü bitirdim. Bilgisayar kursuna gittim. Sonra da sigortacılık mesleğini öğrendim.
Ve sigortacıda çalışırken beyin kanaması geçirdiniz. Sonra?
Ameliyattan sonra evime geldim. Küçük çocuğum 16 yaşındaydı. Karşıma geçip oturdu. Ağlıyordu. “Anne benim bedenim başka ben başkayım” dedi. “Bu ne demek?” diye sordum. “Anne ben aslında kızım” dedi. Boşanmaktan, beyin kanamasından, parasız kalmaktan daha zor.
Şok…
Hayatımı alt üst etti. Fakat tedirginliğimi belli etmedim. “Merak etme ben bir çare bulurum” dedim. Sırtını sıvazlayıp gönderdim. Sonra tıraşlı kafamı zor kaldırarak bilgisayarın önüne oturdum.
Ne olduğunu internetten mi öğreneceksiniz?
Evet, çünkü ben transseksüel nedir bilmiyorum. Ben asker çocuğuyum. Katı disiplin içinde büyümüşüm. “Bedenim başka ben başka”, “Ben aslında kızım” laflarını google’a yazıp aradım. Sonra beş parasız, dört kredi kartımla İstanbul’da gezmediğim psikiyatrist kalmadı.
Nasıl bir çocuktu?
Özel bir kolejde burslu okuyordu. Efendi, terbiyeli, çalışkandı. Ben hastalanmadan önce anoreksiya oldu. Yemiyor, kilo almak istemiyor, su içip kepek ekmeği yiyordu. Bu arada Marmaris’ten arkadaşlarım geldi. İki de kızları var. Fakat benim çocuğumda bir aksilik, yorganın altından çıkmıyor. Meğer kızları kıskanıyormuş. Onlarla bir alışveriş merkezine gittik. Tişört alalım diye tutturdu. Kabine girdi. İkinci bir tişört götürdüm ve kabinin önünde kalakaldım. Çocuğumun iki tane göğsü çıkmış. “Aaa, bu nasıl olmuş?” dedim. Sonra öğrendim, eczaneden doğum kontrol ilacı alıyormuş, göğüs yapsın diye. Sonunda Çapa’da Cinsel Kimlik Tedavi Merkezi’nde Prof. Dr. Şahika Yüksel’e gittim.
Sonra?
Doktor önce çocuğumu sonra beni çağırdı. “Senin çocuğun transseksüel, kabule geç” dedi. Odadan çıkıyorum ama bacaklarım tutmuyor. Titriyorum. Onkolojinin parkında oturdum. Böğüre böğüre ağladım. O kadar ağlıyorum ki, çevredekiler “Başınız sağ olsun” diyordu. Neye ağladım biliyor musunuz? 9 Temmuz 2007’de 16 yaşındaki oğlumu, evladımı kaybettim. Aynı gün koskocaman bir kızım doğdu. Bu kızı nasıl büyüteceğim diye ağladım. Asker bir baba, ‘Elalem ne der?’i bol bir anne, çevre, oturduğum semt çocuğun okulu, parasızlığım, yalnızlığım, her yer karanlıktı.
Kaşını almasını öğrettim
Kızınızla neler yaşadınız kabullenme döneminde?
Yatağının altında cımbız, yastığının altında törpü bulduğumda tuhaf oldum. Sonra “Oğlun gitti, o öldü” dedim. Gittim makyaj çantası aldım. Nasıl kaş alınacağını gösterdim. Çünkü biliyorum ki ben bunları ona sağlayamazsam dışarıda, sağlıksız ortamlara girip çıkacak, o zaman daha da içim yanacak. Ben içim baştan yansın diye düşündüm. Hatta gittim, pazardan renkli renkli sutyenler aldım. Dolgulu sutyenleri ellerimle seçtim. İlk sutyeni ona takarken, öğretirken “Bak yavrum bu
böyle bağlanıyor, böyle ayarlanıyor” dedim. Ancak içimden de “Allah’ım ben ne
yapıyorum?” diye kahroluyordum. Sonra yine ‘Öbürü öldü, gitti’ diyordum. Onun bunlarla mutlu olduğunu görünce, ben de mutlu oluyordum.
Okuldan almak zorunda kaldım
Peki nasıl kabullendiniz?
Çocuğumun penceresine geçtim. O nasıl uyacak çevreye, okula? Emzirirken “Sana bir şey olsa canımı veririm” diye baktım. Daha sınavımın bitmediğini anladım. Sonra “Benim çocuğum kızmış, elbisesi yanlış dikilmiş” deyip kızımın
elinden tutmaya karar verdim.
O kadar kolay mı?
Hiç kolay değil. Deniz kenarında günlerce ağladım. Lise 2’yi bitirmişti. Çocuğumu
okuldan aldım.
Neden aldınız okuldan?
Çünkü tırnaklarını uzatmaya, saçlarını oksijenle açmaya başladı. Abartı başladı. Bir dershaneye gittim. “Böyle bir çocuğum var” dedim. Dışarıdan liseyi bitirdi sonra da üniversiteye hazırlandı. Çapa’da da iki yıllık uyum sürecine başlandı. Ve üniversite sınavı geldi çattı Sınava girerken doktorundan “Fakültemizde takip edilmektedir” diye bir yazı aldım. Nüfus cüzdanı mavi, kendi pembe. O kadar
gergindi ki, beklediği o lafı söyledim: “Kızım heyecanlanma…”
Kazandı mı peki sınavı?
İstanbul Üniversitesi’ni kazanmıştı ama dershanedeki hocaları cinsel kimliği nedeniyle zorlanabileceğini söyledi. Vakıf üniversitesine göndermeye karar verdik.
Transseksüel kimliğini bir tek dekan biliyor. Bu arada kız ismini aldı. Çapa’daki psikiyatri heyeti iki yılda veriyor onayı. Şu an hormonlar veriliyor
Anneannesi bağrına bastı
BU süreçte büyük oğlum bana çok destek oldu. En başta dedesini bilinçlendirdi. Babam “Kızım çocuğunun elini sıkı tut” dedi. Annem ise çok kızdı. Sonra bir bayram bizi kabul etti. Kızım ‘Ne giyineyim anne?’ diye sordu. “En şatafatlı eteğini giy ve kırmızı rujunu sür” dedim. Anneanne bizi kapıda karşıladı. “Ben hep bir kız torunum olsun istiyordum” deyip bağrına bastı kızımı. 68 yaşında bir kız toruna sahip oldu.
Evladınızdan vazgeçmeyin
Önce çocuğum dedim, sonra kız demeye başladım. Baktım hoşuna gidiyor, Kız buraya gel, kız şöyle yap demeye başladım. Hem kendim alışıyorum hem onu sevindiriyorum. Babasına gelince… Kızını sadece mail attığım fotoğraflarda gördü. Ben de oğlumu özleyince fotoğraflarına bakıyorum. Kızım oğlumun fotoğraflarının bir kısmını yırttı. Sakladıklarıma bakıyorum gizli gizli. O yokken. Bir de sünnet gömleğini saklıyorum. Gizli gizli ağlıyorum ama kızım oğlum için ağladığımı bilmiyor. Anası olmayanın hiçbir şeyi olmuyor. Ne işi, ne dostu, ne yasası,
hiçbir şeyi. Bu nedenle ne olursa olsun evladınızdan vazgeçmeyin…
Ümran AVCI / GAZETE HABERTÜRK, 17.10.2009
http://www.haberturk.com/haber.asp?id=179978&cat=200&dt=2009/10/17
Çiçekler de Binbir Çeşit: Benim ve Kızımın Hikayesi
This article is also available in English Also the Flowers are 1001 kinds: The Story of Me and My Daughter
Disponibile anche in italiano SONO LA MAMMA DI UN TRANSESSUALE
Benim Hikayem
1961 yılında dünyaya geldim.
Babam ve Annem beni pamuğun içinde fasulye büyütür gibi çok itinalı, çok özenli, çok koruyuculu, çok muhafazakâr, çok modern, çok mücadeleci, çok doygun, çok prenses yetiştirdiler. Onların istediği gibi olmuştum onların istediği gibi de kırmızı kuşağımla evlendim.
Evcilik oyunu başladı; eşyalarımı, tabaklarımı, örtülerimi… Sandıkta ne varsa çıkardım kurdum. Amma! Beyaz atlı prensle aynı sosyal statüde değildik. O da çok iyiydi ben de; ama hep birbirimizi değiştirmeye ve kabullenmeye zorladık, zorlandım. Günlerim onu mutlu etmek için ailem tarafından öğretilen tüm dersleri uygulamakla geçiyordu. Üç kap yemek ve salata, tek çizgi ütülü pantolon, temizlik vs. derken, 1986 yılında büyük oğlum dünyaya geldi. İlk anneliğimde zorlandım; beyaz atlı prens doktordu ve devamlı bana müdahale ediyordu. “Şunu giydir şunu çıkart, su sıcak yıkama, kimsenin kucağına verme, aşısı yok” vs. ama hayatımdan memnundum. Hizmet acısından evin tüm sorumluluğu benimdi; yıkama-paklama-ayıklama, alma-verme-dökme, reçel yapma, turşu kurma… Mecburi hizmet nedeni ile küçük bir kasabada yaşıyorduk. Asker çocuğu olduğum için sık sık tayinle başka başka yerlerde yaşadığımız için bu kasabaya da hemen alışmıştım. Benim için önemli olan eşim ve çocuklarımdı ve nerede olsa mutlu olabilirdim. Öyle öğretti ebeveynlerim… Çevreye uyum sağlamıştım. Derken ikinci çocuğum dünya ya geldi. Erkekti… Oysa ben kız bebek istiyordum…
Aynı döngüyle yıllar geçti. Aileme koşturmaktan, onları mutlu etmeye çalışmaktan kendimi unutmuştum. Evliliğimden bir şey anlamamıştım, anlamıyordum, anlamayacaktım. Anlayamayacağımı da evlendikten on beş yıl sonra fırsat bulup da kendime “Ben kimim?” sorusunu sorunca anladım nihayet! Üç gün kim olduğumu bulamadım, sonra yazdım kendimi bir kağıda; ben evliliğimdeki Eda değildim. Bana rol verilmiş küçükken; cici, akıllı, hanım kız olacaksın, kırmızı kuşağı takınca eş olacaksın, anne olacaksın, evin hanımı olacaksın… Ben de bunları olmuşum ama aslında bunlar değilmişim. Eda olduğumun farkına varınca istenilen gibi olmadığım için beyaz atlı doktor’u tek bıraktım, bu sefer de kara kuşağımla ayrıldım. İki döşek, iki çocukla İstanbul’a geri döndüm. Maddi anlamda hiçbir şeyim yoktu. Üstelik aileme boşanacağımı söylediğim için tepki aldım. “Millet ne der” paniği ile beni dışladılar. Hepsi gör bakalım halini diye uzaktan bakmaya başladılar. Derken, benim özgür, zor, bedeli ağır ama çok mutlu yaşam mücadelem yeniden başladı. İşe girdim, bilgisayar kursuna gittim sertifika aldım; Açık Öğretim Fakültesi’ni kazandım, okudum diplomamı aldım. İşimde başarılı oldum halen de çalışıyorum. Büyük oğlum okulunda çok başarı oldu hep burs aldı. Yurt dışında okuyor. Küçük oğlum da okulunda çok başarılı öğretmenleri tarafından sevilen, tatlı, cana yakın, çok saygılı bir çocuktu. Ailemle bir yıl sonra aramız düzeldi.
Buraya kadar okuduğunuz benim hikayem. Benzerlerini okumuşsunuzdur, dinlemişsinizdir ya da yaşamışsınızdır. Yaşamda bilinen, duyulan ve yaşanılan şeyler değil mi?? Yukarıda yazdığım tüm olumsuzluklara bir şekilde, zor da olsa çözümlemeler üretebilmiş, ayakta kalmayı, kimseye yük olmamayı ve yaşamımı çocuklarımla birlikte sağlıklı ve mutlu bir şekilde sürdürebilmek için çareler bulabilmişim, değil mi ? “BAŞARMIŞIM” yani…Hah!Meğer hayatta benim başıma gelmez dediğiniz, aklınızın ucundan geçmeyen öyle şeyler varmış ki… Çare aramaya çalıştığınız, çare bulurum, buldum sandığımız ama yanlış yerde debelendiğimiz, zaman kaybettiğimiz , ne yapacağımızı bilemediğimiz, soracak, danışacak dertleşecek kimseyi, kimseleri bulamadığımız yaşanası şeyler…
Tüm bunları hissetmemizdeki, yaşamamızdaki sebep; biyolojik, toplumsal, ruhsal bilgi eksikliği… Şimdi anlatacağım, yakın zamanda yaşadığım, sizlerle paylaşmak istediğim hikâyemde ben de bilgi eksikliğinden dolayı zor günler geçirdim.
Kızımın Hikayesi
2005 yılında küçük oğlum birden yemek yememeye başladı. Odasından çıkmıyordu. Kendi kendineydi. O tatlı, konuşkan, cıvıl cıvıl çocuk gitmiş yerine hırçın, agresif, takıntıları olan bir çocuk gelmişti. On beş yaşındaydı yani tam ergenlik dönemi başlamıştı. Dersleri iyiydi. Okulda da seviliyordu. Bana öğretilen, bildiğimiz, duyduğumuz ergenlik dönemi krizleri diye üstelemiyordum. Hızla kilo vermeye başladı bir paket kepekli ekmek ve sudan başka gıda almıyordu. Durum sağlık açısından ciddiye gidiyordu. Psikologa götürdüm. Anoreksia nevroz teşhisi kondu. Konuyla ilgili epey mücadeleler verdik… Derken 2006 yılında ben işyerimde aniden fenalaştım. Beyin anevrizması(balon) teşhisiyle hekimler, anneme, babama ve yakınlarıma “20%’si yaşıyor, ameliyatta ne olur bilinmez” diyerek benii operasyona almışlar.
Üç gün uyutulmuşum. Yaşama geri döndüğümde yatağımda çok sevinçliydim. Allah beni çocuklarımın başından eksik etmemişti. On beş gün sonra doktorlar odama doluştular. Şah damarımla kulağım arasında yine balon varmış, patlamadan almaları lazımmış. Yeniden ameliyata gittim. Korkum ölmekten değildi; çocuklarımın bensiz kalmasıydı. Çok zor günler geçirdim ama akrabalarım, arkadaşlarım, ailem ve dostlarımdan çok sevgi ve ilgi gördüm, hiç yalnız bırakmadılar. Her gün çok uzak bir hastane olmasına rağmen gidip geldiler. Onların sevgisiyle hiçbir araz kalmadan taburcu oldum.
Hastayken öğrendiğim tek şey yaşam çok kısa ve her an her şey olabilirdi; yaşarken mutlu olabilmek ve yaşadığının tadına varmak lazımdı…
Evime geldim. Başım bir baştan bir başa dikişli, saçlarım traşlı, nekahet dönemindeyim. Tatlı, cana yakın, küçük oğlum karşımdaki koltuğa oturdu: “Anne sen ölseydin, ben babamla da anneannemler de yaşayamazdım” dedi. Dondum. “Aaa! Benim öleceğimi hesaplamış, kendine yer aranmış” dedim içimden. İçim üzüldü. O dönem travma geçirdiğim için hemen her şeye üzülebiliyordum. İçsel yaşadım, bir şey demedim. Bakakaldım sadece. Ertesi gün sıkıntılı, ağlamaklı bir şekilde yine yanıma geldi ve benim hayat öğretilerimi altüst eden, bildiklerimi bilmediğimi anlamaktan zor ameliyattan zor, eşten ayrılmaktan zor, iş bulmaktan zor, hayatım boyunca sık sık önüme çıkan engellerden zor bir şey söyledi. ” Anne benim ruhum başka bedenim başka” dedi, anlamadım. Birden baktım gözlerine “bu ne demek diye” yine anlamadım. Sordum, “nasıl bir şey” diye. “Ben aslında kızım, bedenim erkek” dedi. Dondum, şaşaladım, katıldım, uzun bir sure sessiz kaldık. Düşündüm. Bu ergenliğe geçişi anlamadı ya da ruh hastası oldu dedim. İçimi ferahlattım. Nasılsa her şeye çare buluyordum. Buna da bulurum dedim ve sessizliği bozdum. “Yavrum, canım merak etme sen, kafana takma, bakarız bir çaresine” dedim. Dedim ama kafam bulandı, içim acıdı, karanlık bir yol uzadı gözümün önünde. Öylece kalakaldım.
Çok üzüldüm, çocuğum şizofrendi. Yok, yok ergenlikteydi! Geçişi anlayamamıştı. Yok, yok ruh hastasıydı! Allak bullak oldum. Kimseyle paylaşılacak bir şey değildi. Sonra, çocuğumun adı çıkmasın diye de derdimi söyleyemezdim kimseye. Bunları düşünüyordum. Bir taraftan da internetin karşısına oturdum, psikiyatr aramaya başladım. İlaçsız bir tedavi şekli istedim, kendimce buldum da… Bu arada çocuğuma “bak yavrum, geçecek” demeye başladım. Bana ısrarla “bu geçmez anne, ben hep böyleydim “diyordu. “Aman!” dedim. “Bunun hastalığı varmış, ben anlamamışım, ilerlemiş” diyordum içimden.
Doktor babasına telefon açtım. “Bak!” dedim. “Böyle, böyle…” sustu kaldı. “O karıştırıyor” dedi. Hekim olduğu halde benden daha suskun bakıp duruyordu. İçi katılmıştı galiba. Hemen de gitti zaten.
Ben işimden gün içinde doktora gitme izini aldım. Yaklaşık 8 ay taşındık doktorlara. Yolda benimle devamlı kavga ediyordu. “Anne paran mı çok, anne ben böyleyim değişmem”. “Haaa hııı” deyip kolundan çekeliyordum. Uzun uzadıya psikiyatr gezileri yaptım. Psikiyatrların bunun geçici bir şey olduğunu, ruh hastalığı olduğunu söylesinler istedim. “Ergenlik çağında aklı karışmış” desinler istiyordum.
Bu arada çocuğum odasına kapandı. Son derece kızgın, saldırgan, alıngan, içine kapanık oldu. Devamlı mutfağa gidip geliyor adaçayı içiyordu. Adaçayının ne işe yaradığını ben sonradan öğrendim. Çocuğum adaçayını bardak bardak içerken aklıma bir şey gelmiyordu. Ferahlamak için içiyor diyordum. Aklım çayda değildi. Aklım fikrim “anne ben kızım aslında” demesine takıldı, ben hala orda kalmıştım. Derken bir gün Marmaris’ten arkadaşım ve kızları geldi. Birlikte alışveriş merkezine gittik. Ben de çocuğuma tişört almaya kalktım ama çocuğum çok sinirliydi. Kızıyor, beğenmiyordu. Benle başa çıkamadı, kabine girdi, tişört denemesi yapmaya… Bir anda ben kabini açtım, nasıl oldu diye! Bir de ne göreyim; çocuğumun göğüsleri var, bol giysilerle saklamış… bunlar ne? Dondum kaldım. Bana “anne adaçayından oldu” dedi.
“Evladım bu çayın bu kadar mahareti var da bu insanlar ne diye silikon peşine düşüyorlar?” dedim. Dedim de içim kanadı. Kanadı, çıktık. Hiçbir şey demedim. Söylenmedim. Psikiyatrına telefon açtım. “Durum ciddi, Çapa’ya götürün” dedi ve çok saygı duyduğum halen gitmeye devam ettiğimiz Sayın Hocamıza götürdüm. Çocuğumu odasına aldı epeyce konuştular, sonra beni çağırdılar. “Buradan, benden çocuğun ile ilgili ne bekliyorsun? Niye geldin?” dedi. “Çocuğumun durumunun netliğini öğrenmeye ve kabule geçmeyi bekliyorum” dedim. Çocuğumu dışarıya çıkardı.
“Senin çocuğun transseksüel, kabule geç” dedi. “Ama!”, dedim. “Hocam, bu çok takıntılı ama hocam, bu anoreksia… ama hocam şöyle, ama hocam böyle” derken. Hocam dedi ki “ruh hastası olduğunu mu söyleyeyim, bunu mu duymak istiyorsun” dedi. “Evet!” dedim. “Yok” dedi. “Ruh hastası değil” dedi. “Peki!” dedim, odadan çıktım. Çocuğuma bir şey belli etmedim.
Bacaklarım tutmuyordu. Tir-tir titriyordum. Kendimi çok çaresiz hissettim. Çocuğumu, abisini eve yolladıktan sonra banka oturdum ağlamaya başladım. Böğüre böğüre ağladım. İçim yana yana ağladım. Oğlumu kaybettim, bir çocuğumu kaybettim, ona çok ağladım.Ağlamam durdu. Çapa Psikiyatrı Bölüm Başkanı Sn. Şahika Yüksel’in yaptığı teşhis çocuğumun bana söylemlerinden daha etkiliydi. Yani durum tespit edilmişti. Birden kızım doğdu. Evet, evet bir kızım dünyaya geldi. Hem de 15 yaşında kocaman bir kızım oldu . Kabullenme sürecini başlattım.Bu ne demekti; ailem?, arkadaşlarım?, işim?, komşularım?, mahallem?, okulu?, işi, yaşamı? Herkesin penceresinden 15 yaşında dünyaya gelen kızıma baktım. Of! çok yorucu, çok karanlıktı. Kendi pencereme geçtim, kızıma baktım. Korktum. Bu bebeği nasıl büyütecektim? Konuyla ilgili hiçbir bilgim yoktu.
Ama benim evladımı, canımı seve seve vereceğim bebeğimi yaşamı boyunca sağlıklı, mutlu ve güvenli bir şekilde yaşaması için, ayaklarının üstünde durabilmesi için, okuması için önce kendimi bilgilendirmem ve araştırmalar yapmam gerekiyordu. Seve seve yapacaktım çocuğum için, çünkü o beni kandırmadı. Çalmadı, kimseyi öldürmedi. Kimseye saygısızlık yapmadı. Dürüstçe “bana yardım et anne” dedi. Bana içini açtı. Duygularını, hissettiklerini anlattı. Saklanmadı. Çocuğumun açık olması gücüme güç kattı.
Hani çocuk dizilerinde “batmen” vardır, ordan oraya uçar, bir de gölgelerin gücü adına She-ra vardır… Bayan versiyonu… O da bendim artık. Gölgelerin gücü adına çocuğuma ve bu duyguları olan tüm çocuklara destek olacaktım. Demesi ne kadar kolay değil mi? Hayata geçirmek, uygulamak zor. Ama konu sizin çocuğunuzsa hem zor, hem değil…
Çapa’ya terapilerine gitmeye başladı.
Kızımın odasından törpü, cımbız çıkmaya başladı. Her şeyin ilkinde önce donup kalıyordum. Hemen çözüm arıyordum. Hemen bir makyaj sepeti aldım, kendi elimle koydum, yerleştirdim içine… Ona güzel ayaklı ayna aldım.
Anladım ki ilk yapılacak şey; onu ortada hissettiği bedene tam kavuşması için destek vermekti. Giysileri vs. Ama öyle abartıyordu ki… “Neden kızım böyle yapıyorsun, bak tırnaklar bu kadar uzamaz, kaşlar bu kadar inceltilmez, kızlar böyle yapar, hanım olur” dedikçe bana kızıyor, “ben böyle istiyorum, ben taş gibi kız olacağım” diye başlıyordu söylenmeye. Kendi kendine hormon kullanıp sağlığı bozulmasın diye renk renk sütyenler aldım, nasıl kullanacağını öğretirken içim kanıyordu. Neden böyle? Ben ne yapıyorum? Bir anda bana dönüp “anne ne güzel oldu değil mi” diye yüzü gülünce bende toparlanıp o mutlu diye mutlu oluyordum.
Hem kendime ve kendi duygularıma hem de kızımın güzel bir kız olma koşturmacasına, abartılarına yetişmeye çalıştım. Hep anlatıyordum bak böyle yapalım şöyle yapalım diye… Diye diyeleri hala anlatıyorum.
Kızımı Açıköğretim lisesine kayıt ettirdim, lise sonuncu sınıfa. Dersaneye yolladım, gittim herkesle konuştum:” Ben annesiyim kızım böyle bir sürecle okuyacak.” dedim. “Tamam” dediler, kolaylıklar sağladılar, destek oldular. Her sınava gidişinde gerginlik yaşadı, sınava alınırken bir yanda bayan polis bir yanda erkek polis kontrol için dururdu ve kızım ortadan yürürdu. Her defasında bayan polisin olduğu tarafa çekiştirip, “gel kızım heyecanlama” diye onu ordan geçirdim. Ve kızımın lise bitirme notu 100 üzerinden 100. Ayrıca üniversiteyi kazandı. Doktor kontrolünde hormon kullanmaya başladı. Saçları uzadı, abartılarına son verdi. Güveni geldi, içinde sakladığı duygularını abartılı yaşadı ama sonunda yaşının gerektirdiği kıvama geldi. Bebeğim büyümeye başladı. Bunları yaşarken ben sürekli korkulu, kaygılı, endişeli oldum ve hala da oluyorum. Nedeni de korumak kollamak güdüsü olsa gerek; annelik yani!
Artık farklı boyutta yaşıyoruz: ANNESİ VE KIZI! Ergenlik ve menapoz ile ilgili kitaplar okuyorum. Anne ve kız, anne faktörü vs. Çok paylaşacaklarım var, en iyisi ben özete gireyim:
AİLEM: Ağabeyi zaten kabullenmişti, bana ve kız kardeşine destek oldu, maneviyatımızı güçlendirdi. Oğlum, çevremizin kabullenme sürecinde çevremizi sürekli bilgilendirdi, destek oldu.
BABASI: Henüz anlamış değilim. Okul taksitlerine finansal desteği sağladı.
BABAM: Babam kabullendi. “Aman kızım, elinden kaçırma, sarıl ona!” dedi ama 76 yaşında olmasına rağmen bilgi yetersizliğinden devamlı soru soruyordu. CETAD toplantılarına katılan ilk dede ünvanını aldı, bir sürü sorular sordu, kafası karıştı ve bilgilendi. Sn. Dr. NESRİN Hanım’a: “Biz de bilmiyorduk, bilgisizlikten ötekileştirmişiz.” dedi.
ANNEM: Baştan beri reddetmişti. Üstüne gitmedim, karşılaştırmadım. Bir yıl sonra bayramda bizi evine davet etti, torunuyla karşılaştı, kucakladı ve “çok güzel olmuşsun sen.” dedi.
YAŞADIĞIM SEMT: Değiştirmedim evimi; niye ordan oraya gideyim ki… Akrabalarımın, tanıdıklarım, komşularımın oturduğu semt. Kızımı koluma takıp çıktım, başımı eğmedim. Ne derler diye düşünmedim. Ekmeğimizi, suyumuzu, değerlerimizi bize kimse vermiyor. Kendimiz kendimizi kurtarıyoruz. Hala bir şey sormadılar, soramazlar da! Duruş önemli…
KARDEŞİM VE EŞİ: Baştan kabullendiler, destek oldular.
LAMBDAİSTANBUL AİLE GRUBU: İyi ki böyle bir çalışmanın öncülüğünü yaptık; yüreklice, sevgiyle, saygıyla çoğaldık. Biz anneler, babalar, kardeşler birbirimize destek oluyoruz. Bizim yeni akrabalarımız oldu; kızımın teyzeleri var, amcaları var, ağabeyleri var. Kendimi güçlü hissetmeme, aynı duygu düşüncede olan bizler, yani Lambdaistanbul Aile Grubu ebeveynleri öğrettiler. Saygılı olmayı, koşulsuz sevgiyi, yargılamadan ötekileştirmeden önce BİLGİ SAHİBİ olmayı ve desteği ilke yaptık kendimize.
ERKEK ARKADAŞIM: En zor kısımdan beri yanımda arkadaşım, oksijen tüpüm; zorlukları yaşarken, ağlarken, çaresiz hissederken hep yanımdaydı. Ona sonsuz teşekkürler.
ÖĞRENECEĞİMİZ BİLGİ: Cinsel yönelim nedir? Cinsel tercih nedir? OKULU CETAD …
İyi ki çocuğum gizlememiş, cinsel durumunu yani kendini benden saklamamış. Gizlenmeler ve yalan söylemeler reddedilme korkusunda kaynaklanıyor. Bence hayatta ne kadar açık olursak kendimiz ve çevremiz için o kadar iyi olur. Biz anne-babalara çok görev düşüyor. Çocuklarını reddeden, lanetleyen aileler kendinden kaçıyor, etraf yüzünden kendiyle yüzleşemiyor. Cinsel kimlik farklılığı yaşayan çocuklarımız için toplum önyargılı. Kendilerinden “namuslarıyla” çalışmaları beklenirken “namuslu bir iş bulamamaları” toplumun konuyla ilgili cahilliğinin yarattığı ikilemlerin en üzücüsü. Cinsel kimliğin, bireyin kimliğinin değişmez ve değiştirilemez bir parçası olduğunu, kişinin kendisini topluma uydurmak yerine toplumun bakış açısını değiştirmesi gerektiğini düşünüyorum. Bunun için de ebeveyn desteği lazım. Yaşam çok kısa, bırakın insanlar cinsel yönelimleri ve kimliklerini ne olsursa olsun, nasıl mutlu olacaklarsa; sağlıklı, mutlu ve güvenli yaşasınlar. Çocuklarımıza sahip çıkalım. “Başkası ne der?” ile kendimizi ve çocuklarımızı yiyip bitirmeyelim. Bilinçlenelim. Çocuklarımızla konuşalım. Konuşmalıyız; çünkü esas sapkınlıkların gizlemeler ve ötelemeler sonucunda oluştuğuna inanıyorum.
“Elalem ne der?”lere karşılık, aklımızdan çıkarmayacağımız, kendimize sürekli tekrarlayacağımız, bizi güçlü kılacak cümle (tecrübelerime dayanarak söylüyorum, ben kendimi bu cümle ile ayakta tuttum):
Cinsel kimlik asıl kimliğin çok ufak ayrıntısı. Bizi biz yapan nice özelliklerimiz var, öyle değilmi? Her zaman çoğunluk haklıdır diye bir şey yok. Unutmayalım çicekler de binbir çeşit…
Herkese sağlık, huzur diliyorum.
Eda Anne.
Esas korkak olan ailelerin kendisi
Eda (48 ) yaşında bir anne, 17 yaşındaki oğlunun transseksüel olduğunu geçen yıl öğrenmiş. Bu önce kabullenmek istemediği bir durumken, şimdi 18 yaşındaki ‘kızına’ cımbız, makyaj malzemeleri alıyor. Kimliği mavi ama kendisi pembe olan kızının hikâyesini Eda’nın ağzından dinledik: “Ben transekssüel annesiyim, bir oğlum vardı, şimdi kızım var. Bir çocuğum burslu olarak yurtdışında okuyor, kızım da bu sene üniversite sınavlarına girdi ve başarılı oldu. Şimdi evde yan flüt çalıyor, kitap okuyor, saçlarıyla ilgileniyor. Son bir senedir ona yeniden yürümeyi öğretiyorum. Çocuğum bana açıldığında korku, endişe ve panik içindeydi. Uzun uzadıya psikolog gezileri yaptım, psikiyatrların bunun bana geçici bir şey olduğunu, ruh hastalığı olduğunu söylemelerini istedim. Korkum, kaygım, paniğim bilgisizlikten kaynaklanıyordu. Ta ki Çapa Psikiyatri’deki doktorun ‘Çocuğun cinsel kimliği budur,’ demesine kadar. Kolları sıvadım ve kabullenme sürecine girdim. İyi ki çocuğum benden saklamamış, cinsel kimliklerini gizlemelerinin nedeni reddedilme korkusu ve bu yüzden yalan söylemek zorunda bırakılıyorlar. Çocuklarını reddeden, lanetleyen ve öldüren aileler aslında kendilerinden kaçıyorlar ve etrafları için yaşıyorlar. Şu an yaşadığımız toplum LGBTT kimliklere önyargılı, yaşama hakkı tanımıyorlar. Her zaman da çoğunluk haklı diye bir şey yok. Çiçekler de binbir çeşit, hayvanlar da binbir çeşit, insanlar da binbir çeşit. Bırakın insanlar cinsel yönelimleri nasılsa öyle yaşasınlar, çocuklarımıza sahip çıkalım, sevgiyle kucaklayalım, başkası ne der ile kendimizi yiyip bitirmeyelim.”
Cumartesi SABAH, 26.07.2008
http://www.sabah.com.tr/ct/haber,67C5545A2223490397EFB5C389E355B9.html
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.