Çocuğum Hayatımı Değiştirdi

Ben bir trans erkek annesiyim. Çocuğum 23 yaşında üniversite son sınıf öğrencisi. Üç yıl önce çocuğum bana : ‘Anne artık gerçeği gör ben aslında kız değil bir erkeğim dediğinde’ dünyam başıma yıkıldı, şok oldum, ne yapacağımı çocuğuma ne diyeceğimi bilemedim. Olamaz sen bir kız çocuğu olarak doğdun, her şeyin bütün organların tamamen kadın organı, yaratan kusursuz yaratmış, bunu sen nasıl değiştireceksin desem de çocuğum kararlı görünüyordu. Ne desem farklı bir savunmaya geçiyordu. Anne ben İstanbul Çapa Tıp Fakültesi’nde terapiye başladım, yedi ay sonra hormona başlayacağım, arkasından göğüslerimi aldıracağım, yok rahim ameliyatı olacağım, yok penis taktıracağım, sıraya koymuş, her şey bu kadar basitmiş gibi..
O anda dünyadan yok olmak istedim, evden bir iki saat uzaklaştım, gittim bir parkta oturdum. Gözlerimden yaşlar sel gibi akıyor, bir türlü sakin düşünemiyordum. Başımıza gelen neydi, nerde bir yanlış yapmış, çocuğumu iyi yetiştirememiştim. Aklıma intihar etmek bile geldi. Ben yaşamamalıydım çocuğumun çöküşünü görmemek için bu dünyadan yok olup gitmeliydim. Bir taraftan ben ölüp gidersem yavrum bensiz ne yapar, daha eline ekmeğini almadı, okumalıydı, iyi bir meslek sahibi olmalı ki ayakları yere sağlam basabilsin diye düşünüyordum. O kadar gel gitler yaşadım ki anlatacak kelimeler bulamıyorum. Babasıyla konuşmak için eve döndüm, ben gelene kadar onunla da konuşmuştu çocuğum. Babası bana sakin ol psikolog buluruz, kafası karışmış, tedavisi vardır mutlaka dedi…
Çocuğumu büyütürken hep bir terslik vardı. Ben bunu neden görememiştim, kendimi bu konuda çok suçluyorum. Yedi çocuklu bir ailenin en büyük çocuğuyum, Bartın‘da doğdum, 15 yaşından beri İstanbul’da yaşamaktayım. 55 yaşındayım, babam çok erken vefat etti. Ben maddi manevi kardeşlerimden sorumluydum. Hem çalıştım hem ortaokulu hem liseyi dışarıdan bitirdim. Gazete ve kitap okurum. Haberleri mümkün olduğu kadar kaçırmam. Yani şunu vurgulamak istiyorum ben Anadolu’nun ücra köşesinde yaşamıyorum. Dünyada neler olur hep bilgi edinmeye çalışırım. Bülent Ersoy örneği hiç mi dikkatimi çekmedi. Galiba bu vb. konular insanın başına gelmeyince ilgi alanına girmiyor…
Çocuğum büyürken hiçbir zaman kız çocuğu gibi davranmadı. Hep bir erkek çocuğu gibi büyüdü. Ben yıllarca kuaförlük yaptım. Benim çocuğum hiç bana gelip bir gün saçını yaptırmadı. Bir kere kaşını, vücut kıllarını almadı, aldırmadı. Hep ben kıllarımı çok seviyorum derdi. Hep erkek ayakkabısı giyerdi. Babasının kıyafetlerini giyerdi cogu zaman. Yazlık komşularım bana kızarlardı; ‘kızına güzel kıyafetler alsana, çok güzel kızın var, Beymen’den giydir çok yakıştığını görecek o zaman kız çocuğu gibi giyinecektir der’ takılırlardı. Keşke bu kadar basit olsaydi…
Lisedeyken bir gün öğretmenler beni okula çağırdılar. Bana, çocuğumun kızdan çok erkek gibi davrandığını, onu doktora götürmemizin uygun olacagini soylediler. Ben de zaten vücudu aşırı kıllı o yüzden götürmek istiyordum. Onu bahane ederek, iyi bir hastanede, kadın doğum uzmanı ve hormon doktoru buldum. Kontroller ve bir sürü tahliller yapıldı. Tabi ben onlar bu çocuk hep erkek gibi giyiniyor hep şapka takıyor, öğretmenlerden eleştiri aliyorum, neden kız gibi değil benim çocuğum dedim. Doktorlar hormonlarindaki erkeklik ve kadınlık hormonu aynı seviyede olduğunu, ilerde kadınlık hormonun yükselecegini soylediler. Ben de, Allah biliyor ya hiç bu konuyu, yani kadınlık hormonu erkeklik hormonu nedir ne değildir hangisi yüksek olursa kendini öyle hissedersin bilmiyordum. Kadınsan kadın, erkeksen erkeksindir. Ancak çocuk sahibi olamazsan hormonlara bakılır olarak bilirdim. Beynini ne yönde çalıştırırsan o yönde hormon yükselirmis, bunu bilmiyordum.
Çocuğunu kız olarak doğuruyorsun ama içinde erkek yaşıyormuş. Alışık olmadığın bir durumla karşı karşıyasın. Ben şimdi hem çocuğuma, hem de topluma karşı ne yapmaliydim. Okuldaki durumunu öğrenmek için çocuğumun okumakta olduğu üniversiteye gittim. Bölüm başkanı, çocuğunuz buradaki çocukların çoğundan daha saygılı, çok iyi bir çocuk yetiştirmişiniz dedi. Ben gözyaşları içinde çocuğumun durumunu anlattım, bayılma noktasındaydım. Benim gözyaşlarıma dayanamayan bolum başkanı, psikologlarını arayarak konuşmaya çağırdı. Psikolog böyle çocukların çok olduğunu, Anadolu’nun her yerinden çapa tıp fakültesine terapiye geldiklerini söyleyerek beni CETAD’a (Cinsel Eğitim Tedavi ve Araştırma Derneği) yönlendirdi.
CETAD benim gibi çocukları olan ailelerin gittiği bir yerdi. Psikiyatr Dr. Nesrin Yetkin ve Psikiyatr Dr. Seven Kaptan, bu hormonal, genetik ya da ruhsal bir bozukluk mu? Geçici bir ergenlik problemi mi? Bu bir hastalık mı? Bunu tercih mi ediyor, neden tercih ediyor? Arkadaşlarının etkisiyle mi böyle oldu? Anne baba olarak ihmalkâr ebeveynler miydik? Küçükken birinin tacizine mi maruz kaldı ya da başına kötü bir şey mi geldi? gibi konularda bizi bilgilendirdiler.
Uzmanlardan destek alarak bilgilendim, sorularıma cevaplar buldum. Orada çok güçlü, bana kucak açip destek olan, çok candan yedi, sekiz aile vardı. Onların güçlü duruşu bana da güç verdi. El alem ne der korkusunu ve endişesini zamanla aşıp çocuklarımızı koşulsuz sevmeyi öğrendim. En önemlisi insanın kızı ya da oğlu olmuyormuş çocuğu oluyormuş onu öğrendim… LİSTAG(Lambda İstanbul Aile Grubu)’taki arkadaşlar, Günseli Dum, Sema Yakar, Pınar Özer, Hakan Yakar, Ömer Ceylan, Şule Ceylan, Zeki Yalçınoğlu, Nilgün Yalçınoğlu, hepsi bana kucak açtılar çok yardımcı oldular. Hepsine ayrı ayrı sonsuz teşekkür ederim. CETAD çok önemli bir kurum, gönüllü psikiyatr doktorların toplumu bilgilendirmeleri açısından çok faydalı buluyorum iyi ki böyle bir kuruma rastladım, şükranlarımı sunuyorum…
Şimdi, ben de onlar gibi, bu acımasız toplum çocuklarımızı hırpalamasın diye mücadeleyi seçtim. Benim gibi çocuklarını öğrenmiş, ebeveynler için Listag’tayim. Benim çocuğum gibi olan çocuklar için görünür olmayı sectim. Toplumda farkındalık yaratmak için mücadelede ben de varım. Benim çocuğumu ilk önce ailem dışladı. Bu bana çok acı verdi, canım yandı. Benim canım evladım gözünün içine bakmaya kıyamadığım evladım, zaten uzun yıllar tek başına acı çekmiş, o yaşına kadar bendeki farklı durum nedir diye kendini sorgulamış. Ne olduğunu anladığında biz ona kız gibi davran dedikçe bizden onu sokağa atarız diye korkmuş. Neden sokağa atılma korkusu yaşadığını sordugumda, kendi durumunda olan bir suru cocugun aileleri tarafindan sokaga atildigini soyledi. Ne acıdır ki, cinsel yönelimleri yüzünden sokaga atılan çocukları ben de yeni öğrenmiş bulunuyordum. Bir anne, baba çocuğunu sokaga atarsa toplum nasıl kabul etsin? Ailelerin çocuklarının yanında yer alması şart, bizler ne kadar çocuklarımızın yanında dik durur, görünür olursak toplum da farklılığa alışacaktır.

Yorgun Ama Mutlu Son

Benim ve kızımın hikâyesini 2009 yılında yazmıştım ve sizlerle paylaşmıştım.

O yazımda kabullenişimden, şoklarımdan, küçük bebeğimi nasıl büyüteceğimden, endişelerimden ve kaygılarımdan söz etmiştim. Sonraki süreçleri ve mutlu son’a gelene kadar kızım ve ben başka bir süreçten daha geçtik.

Bu süreci ve tecrübelerimizi sizlerle paylaşmak istiyorum. Biliyorsunuz LİSTAG’ın (LGBTT Aileleri İstanbul Grubu) misyonu çocuğu veya yakını LGBTT olan bireyi anlamak, onu koşulsuz sarmalamak, bilgilenmek ve AİLE’yi yapıcı bir çatı altında toplamak. Çocuklarımızın üretken ve sağlıklı olmasına çalışmak.

Biliyoruz ki cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim kişiliğin en detay kısmı. Bizi biz yapan nice özelliklerimiz var, tıpkı bizi biz yapanın sadece heteroseksüel olmamız olmadığı gibi. Her birimizin kaşı, gözü farklı ya da eksikleri, fazlalıkları var. Çocuklarımızı biz dünyaya getirdik, onları anlamak, en iyi şekilde yetiştirmek ve koşulsuz sevmek bizim sorumluluğumuz. Yani, biz EBEVEYNLERİN görevi. Çocuklarımız bize “ben transım ya da ben eşcinselim” dediğinde “ELALEM NE DER?” sorusu beyine giden ilk iletidir. Bu ileti ebeveynin en sancılı sürecidir çünkü bizler hep “elâlem ne der?” ile yaşadığımız için, sancılar ve sıkıntılar yaşarız ve yaşatırız. Gerçekten translığın ve eşcinselliğin bir var oluş şekli olduğunu bilsek, sapıklık olmadığını, özenmek olmadığını bilsek ve bu konularla ilgili bilgi sahibi olsak kimseye cinsiyet kimliği ve cinsel yönelimi ne olursa olsun şiddet uygulamayız. Uygulatmayız.

Çocuklarımızı sokağa atmak değil, kaçmak değil, böyle bir şeyi yok saymak değil, itmek değil, aşağılamak değil, uyuşturucunun kollarına atmak değil, öldürmek değil, intihar etmelerine yol açmak değil. Birey iç huzursuzluğu çekerken ailelerine, çevrelerine, okullarına, işlerine, sosyal yaşamlarına adapte olmaya çalışırken trans bir bebeğe nasıl destek olunur? Sosyalleşmesine nasıl yardımcı olunur? Trans bebeğin kendisini sevmesi için, öfkesiz, huzurlu ve üretken bir birey olabilmesi için nasıl destek olunur? Huzursuz, bastırılmış bir birey toplumda çok tehlike yaratmaz mı?

Ötekileştiren, küçümseyen kişi ve kurumlara(aile çevresi, okul, adliye, hastane, yaşanan semt, iş, kafe, sinema, vs) karşı nasıl ayakta durulur? Trans bebeğimiz tüm bunlara karşı nasıl ayakta tutulur? AİLE denen en kutsal kurum nasıl dağıtılmaz, nasıl yok edilmez bunun gayreti içinde olmak gerekiyor.

Kızım bana açıldıktan sonra üniversiteyi kazandı. Halen hiç sınıfta kalmadan okuyor. Okulda onu ötelemeyen arkadaşları olduğu gibi onu zaman zaman kıran, boynunu büktüren, ağlatan arkadaşları da oldu. Burada önemli olan kendiyle barışık olmasıydı. Ona o gücü, kuvveti biz ebeveynler verebiliriz. Yanlarında olduğumuzu bilmelerini sağlayıp, onlara herkesin zaman zaman birileri tarafından üzüldüğünü anlatabiliriz. Ben bebeğime bunu anlatmaya çalıştım, kendini sevmesi için var gücümle destek verdim.

Tıbbi uyum süreci bittiğinde, hukuki süreci başladı. İsim değişikliği ve ameliyat olabilmesi için kanunda yazan şartları yerine getirdik. Bu süreçlerle tek tek ben ilgilendim. Hep ben kızımın önünde oldum. Bir evrak uzatılırken “benim kızım transseksüel, ben annesiyim” dedim, hastane işlemlerinde doktorlara “kızım transseksüel ben annesiyim” dedim. Bilmenizi isterim ki her zaman, her yerde (okul hariç) kızımın önünde oldum. Kimseden ötekileştirilme yaşamadım, benimle olduğunda kızım da yaşamadı. Ben evladımla gurur duydum, bana yalan söylemedi aksine benden yardım istemişti. Yardım ettim, ediyorum, edeceğim. Hiçbir zaman “ELALEM NE DER?” iletisini beynime göndermedim. Hep çocuğuma ve onun geleceğine ne kadar ve nasıl yardım yapabilirim diye çalıştım, çalışıyorum.

Mahkemeden cinsiyet değiştirme iznini aldıktan sonra cinsiyet değişikliği ameliyatını yapacak olan doktorumuzdan randevu aldık. Uzun uzadıya konuştuk. Kızım babasıyla görüştü. Babası maddi yardım yapacağını söyleyince bebeğim çok sevindi. Artık bedeni ve ruhu birbirine tamamen uyacaktı.

Ben de onun kadar sevinçli ve heyecanlıydım çünkü 2006’dan 2011’e kadar uzun bir hamilelik dönemi yaşadım. Derken ameliyat günü geldi; çok enteresandı, tıpkı biyolojik doğuma gider gibiydim. Kızımın bavulunu sevinçle hazırladım; her şey pembeydi. Geceliği, yatak takımı, çoraplarına kadar pembe yaptım. Öyle öğrendik biz, kız olunca PEMBE erkek olunca MAVİ. Odasını balonlarla süslettim, kapısını pembe kurdelelerle süsledik, Mersin’den can arkadaşım kızı ve eşiyle birlikte doğumdan sonra dağıtılmak üzere pembe bebek şekeri yaptırıp yolladılar. Çok ritüel yapmak istiyordum, kızım ve ben bunu hak etmiştik.

Geldiler, kızımı aldılar ve ameliyathaneye indirdiler. Kızım odasına gelene kadar, sabahın ilk saatlerinde LİSTAG, aile bireyleri ve gençler her zaman olduğu gibi yanımdaydılar. İstanbul’da olmayanlar da Amerika’dan, yazlıklarından, tatillerinden devamlı aradılar. Ben gerçekten de doğum yapıyor gibiydim. Çok heyecanlandım, endişelendim. Bir an önce sağlıklı bir şekilde odasına gelmesini bekledim. Kızımı asansörden aldığımda ayaklarım tutmuyordu. Bebeğim içsel olarak çok yorulmuştu, artık huzura kavuşacaktı. Ben de karnesinin yanında takdirname alan bir öğrenci gibi mutlu ve aynı zamanda yeni doğum yapmış bir kadın gibi yorgun bir haldeydim. Kısa bir süre içinde her şey bitti iyileştik.

Kızıma destek vererek ben ne kazandım? EVLADIMI. Kızım ne kazandı? Hayatını, sağlığını, huzuru… Kısaca, istediği gibi yaşam hakkını kazandı.

Ben tek başıma koşturdum ama görünmeyen kahramanlar vardı arkamda.

Önce, Anne ve Babamın ellerinden öpüyorum. Onların sayesinde ailenin çok önemli olduğunu, çocukları için her türlü zorlukları başarabilmeyi, bilgiye açık olmayı, ben bilmiyorum demeyi, dürüst olmayı, yalan söylememeyi, kimseyi kandırmamayı, yıkıcı değil yapıcı olmanın duyarlılığını öğrendim. Şu an babam 78 yaşında annem 71 yaşındalar. İlk süreçlerde annem ve babam da zor zamanlar geçirdiler, devamlı bilgilenmek istediler. Babam torununun isim değiştirme davasında şahit olarak bulundu. Ayrıca kardeşim, eşi, yakın akrabalarım, semtimdeki canım komşularım çok duyarlı ve saygılı davrandılar. Bizi hiç incitmediler.

Diğer ailem LİSTAG EBEVEYNLERİNDEN de destek aldım. Aynı duyguları yaşadığımız için devamlı birbirimize destek veriyoruz, moral veriyoruz, birbirimizi ayağa kaldırıyoruz. Böylece çocuklarımıza daha iyi destek verebiliyoruz.

Tıbbi süreçte bize verdikleri destekleri için, Çapa Tıp Fakültesi Psikiyatrı Bölüm Başkanı Sn. Prof. Dr. Şahika Yüksel’e, CETAD’dan Dr. Nesrin Yetkin’e, Dr. Seven Kaptan’a, Sn. Dr. Harun Özkan’a ve Sn. Dr. Zeki ve Nilgün Yalçınoğlu’na Saygılar ve Sevgiler sunarım.

Sağlıklı olduğum müddetçe, her zaman çocuğu ya da yakını LGBTT bireyi olan siz Ebeveynlere gönüllü olarak yardım edebileceğimi, deneyimlerimden paylaşım yapabileceğimi, zaman ayırabileceğimi bilmenizi isterim.

Hiç kimse BENİM BAŞIMA GELMEZ demesin, ben de kızım olacağını bilmeyen bir anneydim. Her şey bizim için.

Sevgiyle kalın,

Pınar Anne

“Çocuğum Daima Benim Çocuğum”

Eşcinsel evlatlarıyla barıştılar; kendileriyle barıştılar. “Çocuğumun Derneğine Dokunma” diyerek çocuklarını örgütlü mücadelelerinde yalnız bırakmadılar. Artık kendileri de örgütlü…

LİSTAG, “Lambda Aile Grubu” bir zamanlar hayalimiz olan bir şeyin nihayet gerçeğe dönüşmesiydi. Onlar artık bizimle sokağa çıkıp bizimle birlikte gurur duyuyorlar.

Grubun ailelerinden biri de Öner Ceylan’ın anne ve babası. Şule Ceylan; 59 yaşında, ressam. Ömer Ceylan; 66 yaşında, emekli ekonomist. Açılma sürecini ve sonrasını Öner’le değil; onlarla konuştuk. 1998 yazından bugüne neler değişti onların ağzından dinleyelim istedik.

Öner’le cinsellik konusunda rahatça konuşabiliyor musunuz?

Ömer Ceylan: Maalesef yeterince konuşabildiğimi düşünmüyorum. Çünkü bugüne kadar oluşmuş önyargıları ve tabuları yıkamadığımı düşünüyorum.

Şule Ceylan: Oğlum ilkokul 4. sınıftaydı. Bana “genlerin anneden çocuğa nasıl geçtiğini anlıyorum ama babadan nasıl geçiyor?” diye sormuştu. O gün onu tatmin edecek şekilde ve bana göre oldukça cesur yanıtlar vermiştim. Çok gençtim ve belki bu yüzden daha cesurdum. Ama sonraki yıllarda, hayır, ne yazık ki cinsellik konuları ne kızımla ne de oğlumla konuşabildiğimiz konulardan olamadı.

Toplumda cinsel yönelimleri ve cinsiyet kimlikleri nedeniyle baskı ve ayrımcılığa maruz kalan LGBTT bireyler, en fazla ihtiyaç duydukları, en yakın oldukları kişilere; ailelerine bile gizli olmak, yalan söylemek zorunda kalıyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ömer Ceylan: LGBTT bireylerin ailelerine bile açılamamaları tam bir felaket ve uzun sürecek bir travmanın başlangıcı. Eğer çocukları ile sağlıklı iletişim kurarlarsa kendilerine yalan söylemelerinin önüne geçebilir ve onlarla sağlıklı iletişim kurabilirler. Ancak toplumumuz maalesef “başkaları ne der” (komşular, akrabalar, vs.) diyerek, başkalarının değer yargıları ile yaşamaktadır. Kendi değer yargılarına ve çocuklarının düşüncelerine daha fazla değer vererek çocuklarını kazanabilirler. Aileler çocuklarını anlamaya çalışarak onlarla daha iyi iletişim kurabilirler.

Şule Ceylan: Kişilerin kimliklerini gizlemelerinin, bir yalanla yaşamalarının çok korkunç olacağını, onları kendi gerçeklerinin dışına itmenin, toplumun en büyük ayıbı olduğunu düşünüyorum. Öncelikle de ailelerin çocuklarına destek vermeleri, onların yanında yer almaları ve tüm sevgileriyle çocuklarının hayatlarını yaşamalarına yardımcı olmaları gerektiğini düşünüyor, bunu diliyorum.

Öner’in size açılma sürecinde neler yaşadınız?

Ömer Ceylan: Önce kız arkadaşının olmaması gibi bazı durumlardan şüphelendim. Ama üzerinde durmadım. Ancak öğrendiğim zaman olumsuz bir tepki vermedim. Çünkü benimsediğim hayat felsefeme göre her birey özgür iradesiyle hayatına yön verir ve onu yaşar. Söylediğim tek şey, zor bir hayatının olacağı oldu. Çünkü toplumumuzun yetişme tarzı ve önyargıları çok olumsuz. Çocuğum daima benim çocuğum. Acısı da sevinci de benim acım ve sevincim olduğu için iletişimimizde bir sorun olmadı.

Şule Ceylan: Oğlum bize açılmadan uzun bir süre önce onun eşcinsel olduğunu hissetmiştim. Fakat bu durumu hiç bilinç düzeyime getirmedim. Düşünmezsem, konuşmazsam sanki onun eşcinselliği engellenecekti. Belki de durumu yok varsayıyordum. Sonra evine uğradığım bir gün yatağında oldukça yüksek bir yastık daha olduğunu gördüm. O anda artık inkâr edemeyeceğim gerçekle karşı karşıyaydım. Artık kabullenmek zorundaydım. Ve geceleri yatağıma yattığım zaman dua etmeye başladım, oğlum düzelsin diye. Bu kadar detaylı anlatmamın nedeni bizlerin de bu konuda ne kadar bilgisiz olduğumuzu ve çaresiz hissettiğimizi vurgulamaktı. O bize açıldığında ben ilk şoku atlatmıştım. Ama bugünkü duruma gelmemin çok kolay olduğunu söyleyemem.

Öner’in eşcinsel olduğunu öğrenmeniz eşcinseller ve eşcinselliğe dair düşüncelerinizi değiştirdi mi?

Ömer Ceylan: Oğlum açıldıktan sonra bilgilerimin çok yetersiz olduğunu, ayrımcılığın boyutlarını gördüm ve bilgilenmeye çalıştım. Bilgilendikçe de eski önyargılarımdan sıyrılıp onun ve arkadaşlarının örgütlü mücadelesini destekledim.

Şule Ceylan: Önceleri eşcinsellik konusu hakkında hemen hemen hiçbir şey bilmiyordum. Toplumda tanıdığım iki örnek vardı. Zeki Müren’in sanatçı kişiliğine saygı duyuyordum. Cinsel kimliği beni fazla ilgilendirmiyordu. Bülent Ersoy ise cesareti ve duruşu ile takdir ettiğim bir insandı. Zaten eşcinselliğin daha çok travestilik olduğunu zannediyor ve de bana çok uzak bir konu olduğu için de ilgi alanımın dışında tutuyordum. Şu anda hayatımın önemli bir konusu. Oğlum sayesinde çok bilgilendim. Cinselliğin sınırlanmasını, bu konudaki dayatma ve tabuları çok yanlış buluyorum. Herkesin seçimlerini özgürce yaşayabilmesi gerektiğini insan hakları bağlamında savunuyorum.

Ailelerin çocuklarını evlendirme, askere gönderme, torun sahibi olma gibi toplumsal beklentileri karşısında siz ne düşünüyorsunuz?

Ömer Ceylan: Başkalarının değer yargıları ile yaşamamayı öğrendiğim ve bireylerin özgür iradeleri ile seçtikleri hayatı yaşamaları gerektiğine inandığım için bunlar beni ilgilendirmiyor. İsteyen evlenir, istemeyen evlenmez.

Şule Ceylan: Bu konularda oğlumun beni eğittiğini kesinlikle söyleyebilirim. Kendimi ondan gelen eleştiri ve bilgilere her zaman çok açık tutuyorum. Oğlum askere gittiğinde henüz açılmamıştı. Şimdi vicdani retçi olsaydı ne yapardım, onu destekler miydim, doğrusu bilemiyorum. Ama şunu bildiğim kesin; acı çekmesini hiç istemem. Kendi hakkında vereceği kararı desteklerdim herhalde. Evlenmeyeceğini biliyorum. Eşcinselliğini gizleyerek evlenmesini asla istemem. Ama bizim ülkemizde ya da bir başka ülkede eşcinsellerin evlenmelerini ya da özgürce beraber olabilmelerini çok isterim.

Ve son söz…

Ömer Ceylan: Toplumu bilinçlendirerek, hiç kimsenin ayrımcılığa uğramadan hayatını yaşaması adına mücadelenizi sonuna kadar destekliyorum.

Röportaj: Barış Sulu

Kaos GL Dergisi / 102. Sayı

Birinin ne olacağı 3-4 yaşında bellidir

“Eşcinsel yakını olmak” yazı dizisi / Ümran Avcı / HaberTürk / 19 Ekim 2009
“Eşcinsel yakını olmak” yazı dizisi / Ümran Avcı / HaberTürk / 19 Ekim 2009

İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Şahika Yüksel, eşcinsellik ve transseksüellikle ilgili bilinmeyenleri ve yanlış bilinenleri anlattı.

 

 

 

 

 

 

 

‘EŞCİNSELLİK HASTALIK DEĞİL”

Eşcinsellik bir hastalık mıdır?

Dünya Sağlık Örgütü’nün hastalık sınıflandırmasına göre, eşcinsellik bir hastalık değil. Ne “hastalık” ne de “ruhsal hastalık” sınıflandırmasında “eşcinsellik” var. Bu 40 yıla yakın bir zamandır böyle.

Neden hastalık gibi görünüyor veya bu şekilde ifade ediliyor?

Toplumda tek tip insan isteniyor ve çoğunluk olanların “normal” olduğu söyleniyor. Eşçinsellerin oranı heteroseksüllerden daha az ama bu anormal oldukları anlamına gelmez. Çok olan normal, az olan anormaldir diye ifade edilirse sarışınların çok olduğu bir ülkede zen cilere anormal diyeceğiz. Eşcinsellik niye hastalık olarakdüşünülüyor? Toplumun yalnızca yüzde 10’u eşcinsel olduğu için değil. Toplum, cinsellik konusunda kendini diğer insanların bekçisi gibi görüyor.

Eşcinseller cinsel yönelimlerini ailelerine itiraf edebiliyor mu?

Şöyle bir gerçeklik var ki, kişi kendisinden başka bir şey olamaz. Yani karşı cinse yönelen insanlar heteroseksüeldir ve onları eşcinsel ya da transseksüel yapamazsınız. Eşcinseller için de bu geçerli.

‘ADlNI KOYMAK ZAMAN ALIR’

Bir kişinin ne olacağı 3-4 yaşlarında bellidir. Bunun adının konulması, kişinin kendisini keşfetmesi ve talep etmesi zaman alır. Bir çocuk 12-13 yaşında “Ben kadın bedenine sahip olmak istiyorum” diyorsa bir ruh sağlığı uzmanı eşliğinde takip edilmesinde yarar var. Çocuklar son derece akıllıdır ve genelde ailelerin kaldıramayacağı şeyleri onlara söylemezler. Onun için de kendi.cinsini beğendiğini ailelerine söylemeyecektir. İki nedenle söylemeyecektir: Bir, “Ailem çok sert. Bana kötü muamele edecekler”; iki, “Annem babam beni seviyor. Eşcinsel olduğumu öğrenirlerse çok üzülürler.

Aileler gerçeği öğrendiklerinde ne yapıyor?

Üzülüyor ve önce kendilerini suçluyorlar; bir bölümü de çevreyi.

Bunun kötü anne, baba olmakla ilişkisi yok. Yetersiz anne babalar tabi ki çocuklarının gelişimini bozarlar ama cinsel kimliğini değiştirebilme yeterlilikleri yoktur.

Ailelerin beklentisi ne?

Daha okumuş, eğitimli ve bilime inanan aileler genellikle çocuklarına  karşı çok katı oluyorlar. Çünkü “Bilim var, tıp gelişti, istediğimizi yapar” diyorlar. Kendilerini ve çocuklarını hırpalıyor, manevi baskı uyguluyorlar.

Bizden bilgi almayagelip işbirliği yapan aileler, danışanların belki 20’de biri. Bir iki kere geliyor, mesajı beğenmeyip gidiyor. Piyasada “Eşcinselliği değiştiririm” diyen “profesyoneller” bulmaları mümkün.

İNTiHAR ORANI YÜKSEK

Bu tür örnekler de cinsel yönelimi saklamaya itiyor.

Bir çocuk ailesine söylemezse kendisini zorla değiştirecek doktorlara gıtmek durumunda kalıyor. Eşcinsel gençlerin ergenlik devresinde heteroseksüel gençlerden daha yüksek oranda intihar ettiğini biliyoruz. Yurtdışındaki çalısmalara göre, eşcinsel ergen, anne babasına açıklamışsa intihar riski daha fazla. Bu da aile baskısının ne kadar zarar verici olduğunu gösteriyor.

‘Çocuğunuzu olduğu gibi kabul edin’

Ailelere mesajınız?

Çocuğunuzu olduğu gibi kabul edin. Çocuğunuzu başka bir şey yapmak, başka bir cinsel kimliğe taşımak mümkün değildir. Çocuğuna destek olan aileler sayılı. Çocuk erkekse “Bir kadınla ilişkiye girerse erkekliği kabul eder” düşüncesi var.

Transseksüel olmak için nasıl bir süreç var?

Üçlü bir süreç var. Önce “Evet, bu bir transseksüeldir” diye bir değerlendirme lazım.

Transseksüelse ameliyat sonrasına hazırlanması lazım. Onun için hormon –kullanımı var. Doktor takibinde olması gerekir. Sonra da ameliyat ve nüfus cüzdanı değişimi geliyor.

‘Kadın olup tesettüre giren oluyor’

Dini inançları kuvvetli kişilerede süreç daha zor olsa gerek. Kişi dindar olduğunda çok zorlanabiliyor. İnançları arttığı ölçüde intihar riski artıyor. Transseksüellerle ilgili iki ayrı şey var. Erkekten kadına geçen transseksüeller arasında “Ben dini bütün biriyim” deyip tesettüre girenler oluyor. Kadın olarak tesettürlüyken gelip erkek olarak gidenler de olabiliyor.

Transseksüellik nedir?

BAZI kişiler diyorlar ki, “Ben kadın bedeninde doğmuşum ama kendimi erkek hissediyorum” ya da , “Erkek bedeninde doğmuşum ama kendimi kadın hissediyorum” Bu, erken yaşlarda belirlenen bir durum.

Transseksüelitenin bugün ruhsal hastalıklar sınıflandırmasında bir yeri var. Diyorlar ki, “Tıbbi bir işlem yaparak beni erkekten 1 kadına cevirin.” Doktorların bunu yapabilmesi için kişinin doğduğu bedende yaşamasının ruh sağlığının bozulmasına neden olacağına karar vermesi lazım. Tıbbi müdahale süreci hormon tedavisi, psikolojik danışmanlık ve cerrahi müdahale şeklinde oluyor.

“Eşcinsel yakını olmak” yazı dizisi / Ümran Avcı / HaberTürk / 19 Ekim 2009

2009 Onur Yürüyüşü’nün ardından…

2009 Onur Yürüyüşü'nde Hande Yener'le biz
2009 Onur Yürüyüşü'nde Hande Yener'le biz

Benim için, birkaç sene önce, Türkiye’de ancak bir grup eşcinselin kutladığı bir gündü Onur Yürüyüşü…

 
2007’de ilk kez bir arkadaşımla katılmış, hiç birşeyi kaçırmamaya çalışarak, biraz şaşkın, biraz ürkek sonuna kadar yürümüştüm… Henüz oğlum Can’la birbirimize açılmadan… Babamızdan saklayarak…
 
2008’de 4-5 arkadaşım ve Selma ile, Can’la bir önceki seneden daha güçlü, daha coşkulu, Listag bildirileri dağıtarak ”çocuğumun derneğine dokunma”diyerekten…
 
Bu yıl ise bazı medya kuruluşları hala ”bir grup eşcinselin kutladığı” diye haber yapsada artık kimsenin saklayamayacağı kadar, binlerce LGBTT bireyin, yakınlarının, ailelerinin katıldığı , Listag bildirileri dağıtıp, ”Annenim Yanındayım”, “Babanım Yanındayım”, “Kardeşinim Yanındayım” diyerek yürüdük…
 
Bildiri dağıtırken çok belirgin yaşadığım homofobi ve transfobi beni bir anne olarak çok etkiledi ve daha çok ve etkin mücadele etmemiz gerektiğini bir kez daha düşündürdü. Dağıttığımız Listag bildirilerini bile almaktan çekinen, okumaktan çekinen duyarsız bir gençlik gördüm…
 
İtalya’dan gelen ailenin bizimle oluşu ise ayrı bir güzellikti….
 
2010’daki Onur Yürüyüşünde daha çok listaglı aile ile olmak dileği ile…..
 
Gülseren
 

Onun dik durması için benim dik durmam gerekir

Pazar Sabahİki anne… Birinin oğlu gay, diğerinin transseksüel. İnkârdan kabullenmeye ve oradan da örgütlü destek olma durumuna geçişlerini anlattılar. Her ikisi de çocuklarının yanında. Toplumdaki transfobi ve homofobiden şikâyetçiler

 

17 aylık bir oğlum var ve bundan yıllar sonra karşıma geçip “Anne ben eşcinselim,” derse ne yaparım, nasıl tepki veririm bilmiyorum. Bu nedenle ‘bir eşcinselin, bir transseksüelin, bir lezbiyenin annesi, babası ne düşünür, ne hisseder, nasıl bu durumun altından kalkar, kafası nasıl karışır, kendini mi suçlar?’ tahmin bile edemiyorum. Sadece kendi oğlumu ve bu durumu aynı kare içinde düşündüğümde içim sıkışıyor. Bu haber için iki anneyle tanıştım, iç sıkışıklığım daha da artar diye düşünüyordum ama bu iki kadın kafamdaki ‘anne’lik kavramının yeniden şekillenmesine yardımcı oldu. Bir eşcinsel ve transseksüel çocuğa sahip olan bu iki annenin yaşadıkları, toplumun onlara yaşattıkları, okunmaya ve üzerinde düşünülmeye değer!  

Hemen kabullendim ve destek oldum
Anne Gülseren 54 yaşında. 21 yaşındaki üniversite öğrencisi oğlu Can’ın eşcinsel olduğunu daha ergenlik döneminde hissetmeye başladı ama aralarında bu konu hiç dillendirilmedi. 2008 ocak ayında oğlunun tavsiyesini dinledi ve LGBTT (Lezbiyen, Gay, Biseksüel, Travesti, Transseksüel) örgütlenmesi olan Lambda Derneği’ne gitti. Birkaç eşcinsel çocuğu olan ebeveynle kurdukları grup, bugün 30 kişiye ulaştı. 30 rakamı size az geliyor olabilir ama Türkiye’nin şartları düşünülünce bu rakam son derece cesur! Onlar grup kurmakla kalmadı, çocuklarının yanında olduklarını göstermek için geçen hafta ‘Onur Yürüyüşü’ne de katıldı. İçlerinde, eşcinsel ve transseksüellerin anneleri, babaları, dedeleri, kardeşleri vardı. Anne Gülseren, oğluyla hikâyesini tüm açık yürekliliğiyle anlattı.

– Can’ın eşcinsel olduğunu ne zaman anladınız?
– Mutlu bir çocukluk ve mutlu bir ergenlik yaşadı Can. Ergenlikte Can’da farklılıklar olduğunu anladım. Onun daha çok bilgisayara, telefona yöneldiğini hissettim. Bizle hiçbir şey paylaşmıyordu. Odasına kapanıyordu, perdeleri sürekli kapalı tutuyordu. Ben ergenlik öncesinde bir şeyler hissediyordum ama… Sonra bir psikiyatriste gittik, ‘Çok güzel bir çocuk yetiştirmişsiniz, özgüveni var, sosyal bir çocuk, yalnız maço özellikleri yok,’ dedi doktor. Zaten ‘Sen erkeksin, şöyle güçlüsün, böyle büyüksün,’ şeklinde yetiştirmemiştik Can’ı. Bu işin tercih değil, yönelim olduğunu öğrendiğim için ‘Yaşayıp göreceğiz’, diye düşündük. Sonra bir arkadaşım, üniversitede öğretim üyesi eşcinsel bir arkadaşıyla tanıştırdı beni. Merak ettiğim her şeyi ona danıştım. ‘Zorlamanıza gerek yok, doğal akışına bırakın, o ihtiyaç hissettiğinde size söyler,’ dedi.

– Söyledi mi?
– Söylemedi. Ama artık işin dillendirilmesine gerek kalmamıştı, herkes durumdan haberdardı ama konuşulmuyordu. Bir gün, ‘Lambda’da bir arkadaşımın annesi seninle tanışmak istiyor, bir broşür hazırlıyor belki sen de yardım edebilirsin,’ dedi. Lambda aile grubundan, oğlumu tanıyan bir ebeveyn bana ulaştı. Arkadaşların anneleri olarak buluştuk. Konuşurken, baktım ki, onlar çok şey paylaşmış, ‘Biz böyle paylaşmadık’, dedim. ‘Sen açıl, oğlun da daha rahat eder’, dedi. O gün oğlumu aldım, eve dönerken arabada konuştuk. ‘Ben bir şeyler hissediyorum. Biz seni rahatsız edecek bir şeyler yaptık mı?’ dedim. ‘Hayır’, dedi. ‘Kötü bir şey yaşadın mı?’ diye sordum… Yumuşak geçiş yaptık.

– Bu çok kolay kabul edilebilir bir durummuş gibi anlatıyorsunuz, böyle mi gerçekten?
– Ben farklı bir anneyim. Bu tür konulara yabancı olmayan biriyim. Eşcinselliği oğlumla birlikte öğrenmedim. Bunun bir gerçeklik olduğunu zaten biliyordum. Elbette kolay değil, insan kendini, eşini suçladığı, tartıştığı bir dönem yaşıyor. Ama sonrasında ona kucak açmak gerekiyor.

– Eşiniz daha çekimser galiba?
– Toplantılarımıza katılmıyor ama evde düzenlediğimiz yemeklere katılıyor. Ama o da sonuna kadar oğlumuzun yanında.

– Can’ın bir erkek arkadaşı olsa sizinle paylaşır mı?
– Var zaten. Tanışıyoruz, hatta ailesiyle de tanışıyoruz ve ailecek görüşüyoruz. Bu tür durumları bilmek insanın içini rahatlatıyor. Çünkü aileler bu durumu öğrendiklerinde ister istemez daha korumacı bir yaklaşıma giriyor. Çünkü suistimale çok açık. Oğlum üniversitede okuyor ve çevresi bu şekilde. Doğru insanlarla karşılaşması bizim için çok önemli.

– Durumu kabullenmişsiniz hatta aileler grubuna üye olarak, aktif biçimde oğlunuzla bir mücadele içindesiniz ama fotoğraf vermek istemiyorsunuz. Neden, utanılacak bir şey olmadığını kabul etmenize rağmen fotoğraf konusundaki çekincenizi anlayamadım…
– Etrafımdaki herkes durumu biliyor, yani pankart asıp ilan etmiyoruz elbette ama bilmesi gereken herkes biliyor, bir tek annem bilmiyor. Çünkü, yaşlı ve sağlık problemleri var. Ben kendimi deşifre edersem, ona bir şey olur endişesi yaşıyorum. Bu nedenle o hayata gözlerini yumana kadar fotoğraf vermeyeceğim ama sonra televizyonlara bile çıkarım.

– LİSTAG’ın yani aile grubunun amacı nedir?
– Amacımız; LGBTT bireylerin ailelere açılmasından sonra ailelerin hislerini, deneyimlerini paylaşmak, onlara destek olmak. Çocuklarımızın mücadelesinde arkalarında olmak için çalışıyoruz. Haftada bir Amargi’de veya başka bir ailenin evinde oturup konuşuyoruz. Ayda bir yemek yapıyoruz çocuklarımızla, çocuklarımızın cinsel kimliğini bilen herhangi bir akrabasıyla bir araya geliyoruz. CETAD (Cinsel Eğitim Tedavi ve Araştırma Derneği) Başkanı Nesrin Yetkin’le konuşup onlardan yardım istedik. Onlar da çok sıcak baktılar, gönüllü psikiyatristlerle birlikte ailelerle her ayın ilk perşembesi bir bilgilendirme toplantısı yapıyoruz. Her an yeni aileler katılıyor. Şu an 30’a yaklaştık. Bu çok sevindirici. Bir de listag.wordpress.com diye bir blog’umuz var. Lambda Eşcinsel Danışma Hattı (0212) 244 57 62’den bize ulaşan aileler var. Geçen sene bir aile toplantısına davet edildik Floransa’ya. O bizim ufkumuzu açtı. Avrupa’da da ailelerin durumunun bizden farklı olmadığını gördük.

– Aileler tam olarak ne yaşıyor?
– Çocuğu açıldıktan sonra insan genelde önce bir şok yaşıyor. Sonra korku, ‘Başına bir şeyler gelir’, kaygısı ve koruma eğilimi, ondan sonra bu konuda bilgilenme, sonra kabullenme. Bu süreçlerde insan çocuğuna yanlış davranabiliyor, kendini suçluyor, onu suçluyor. Bazı anne ve babalar ‘Biz nerede hata yaptık?’ diyorlar. ‘Çocuğum mu bir hata yaptı?’ diye de soruluyor. Anne baba birbirini suçlayabiliyor. Arkasından ‘Elalem ne der, ailedeki diğer bireyler ne der, komşu ne der?’ diye düşünmeye başlıyor. Toplum kadınla erkeğin evlenmesine, çocuk yapmasına alıştığı için, eşcinsel bireyler kötü diye düşünüyor. Ben ‘Nasıl destek olurum?’ diye düşündüm. Ama genelde böyle yaşanmıyor. Çocuk söyleyene kadar yok sayılıyor. Söyledikten sonra da yok sayılıyor.

ELLERİMLE SUTYENİNİ BAĞLADIM
Anne Eda 50 yaşında. Beyin ameliyatı geçirmesinin ertesi günü, 15 yaşındaki oğlu karşısına geçti ve “Görüntüm erkek ama kız gibi hissediyorum,” dedi. Bir yıl boyunca gezmediği doktor, terapist, şifacı kalmadı. Tedavi olur umuduyla çocuğunun beynine elektrotlar bağlanmasına izin verdi, kredi kartlarından tam 15 bin TL harcadı, bir yılın sonunda İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı Polikliği’nde aldı soluğu. Ve hayatında yeni bir döneme başladı. Oğlunu gömdü, kızını kucakladı. Kızı şu anda üniversitede okuyor, durumunu okuldan hiçbir arkadaşı bilmiyor. Bir erkek arkadaşı oldu, o da bir transseksüelle birlikte olduğunu bilmedi.

– Ne zaman kabullendiniz?
– Ben kendimce tanı koymaya çalıştım, şizofren, ergenlik, bana özendi, geçişi anlayamadı, başına bir şey geldi, öfkesini böyle yansıtıyor, bin tane alternatif yaratmaya çalıştım, kabullenme aşamasına geçemedim. İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı’ndan Prof. Şahika Yüksel, ‘Kabule geç, çocuğun transseksüel,’ dedi. Ben 1999 yılında biyolojik olarak erkek doğurduğum çocuğumun, kız olduğunu öğrendim. Çocuğum haklıymış şoku yaşadım. Ona eziyet ettiğim için vicdan azabım arttı. Hastane bahçesinde oğlumun ölümüne bağıra bağıra değil, böğüre böğüre ağladım. Gelen geçen ‘Başınız sağolsun,’ diyorlardı. Gerçekten ben oğlumu kaybetmiştim. Transseksüelliğine değil, oğlumu kaybedişime ağlıyordum. Kendime geldiğimde 16 yaşında bir kız çocuğu dünyaya geldi hastane bahçesinde. Her şey çok karanlıktı, ailem, okulu, iş hayatı, geleceği, konu komşu, ben bunların hiçbiriyle uğraşamayacağımı düşündüm ve önemli olanın çocuğum olduğuna karar verdim. Onun penceresinden baktım, kendimi onun yerine koydum. Çok zor bir şey. Ben çocuğuma sahip çıkmaya karar verdim.

Paris Hilton dönemi
Her şey konuşulduktan sonra neler yaşandı?
– Aradan zaman geçti, Çapa’ya gitmeye devam etti. Bana açıldıktan sonra yanardağ gibi patladı, evde cımbızlar, törpüler bulmaya başladım. Gittim kendi ellerimle makyaj seti ve sutyen aldım. Kabullendim demekle olmuyor bu iş, ayak uydurmak gerekiyor. Fakat lise ikinci sınıfta ve kolejde burslu okuyor. Okul çok vahşi bir ortam onun için, okul idaresi beni çağırdı duruma ilişkin uyarmak için, açık yüreklilikle, ‘Biraz idare edin, benim çocuğum transseksüel, dönem bitince alacağım okuldan,’ dedim. Çünkü artık kız gibi giyinmek istiyordu ve bu şekilde okula gidemezdi. Tuvalete gitmiyordu, çünkü erkekler tuvaletine girmek istemiyordu. Açık liseyi bitirdi ve üniversite sınavlarına hazırlandı. Bu sırada korkunç bir görünümü oldu, saçlarını sarı yaptı, tırnaklarını aşırı uzattı, kaşlarını ip gibi aldı. Yani yıllardır içinde olanı en abartılı biçimde dışa vurdu, Paris Hilton oldu. Ona sutyen takmayı öğrettim, o sutyeni oğluma takarken ben paramparça oldum. Lise sınavlarına götürüyorum, polis kontrolünden geçecek, kadın polise mi gitsin erkeğe mi bilemiyor, ben ‘Gel kızım polis abla kontrol etsin seni,’ diyorum. Çünkü ürkek bir tavşan gibi. Bu sırada üniversite sınavına girdi ve bir özel ünivesiteyi kazandı. Üniversite yönetimi inanılmaz anlayışlı davrandı, okuldaki hiçbir arkadaşı durumunu bilmiyor herkes onu kız zannediyor. İdarede şu anda kaydı erkek isim soyadıyla ama sınıfta kız ismi ve soyadı var. Ameliyat olacak 18’ine gelince ve nüfus cüzdanını pembe alacağız.

– Erkek arkadaşı olmadı mı?
– Oldu. Ama durumunu bilmediler. Çünkü görünüşü zamanla normalleşti, patlama anı bir süreçti, şimdi çok cici bir kız görünümünde. Erkek arkadaşıyla flört etti, durumundan söz etmedi. Zaten cinsellik yaşamıyor, çok küçük.

– Bir anne olarak dik durmak zor olmalı.
– Onun dik durması için benim dik durmam gerekiyordu. Ben annem ve babamla büyüdüğüm mahallede oturuyorum, çocuğumun bu durumu sonrası yerimi yurdumu terk etmedim. Mahalleli, esnaf beni bir gün önce oğlumla gördü, ertesi sabah kızımı koluma taktım ve sokağa çıktım. O başını önüne eğip yürüyordu, onu dürttüm ve dik durmasını söyledim. Kimse tek kelime soru sormadı, soramadı. Biz yanlış bir şey yapmadık, çalmadık, çırpmadık, ahlaksızlık yapmadık… O benim çocuğum; sokağa mı atsaydım, sokaklarda fuhuşun kucağına mı gönderseydim? Benden yardım istedi, ne yapsaydım? Hiç kimse aşağılanmak ister mi, ötekileştirilmek ister mi, bu transfobik insanlar durup bir düşünsünler, kim sokakta parmakla işaret edilmek ister?

Sonat Bahar / Pazar SABAH / 05.07.2009

Eşcinsel ailesi olmak

İstanbul’da, eşcinsel çocuklu aileler ‘Lambda İstanbul Aile Grubu’nu kurdu. Hem kendilerini eğitiyor, hem birbirlerine destek oluyorlar. Bugünkü ‘Eşcinsel Onur Yürüyüşü’ne onlar da katılıyor

Nazan Özcan / Radikal 2 / 28 Haziran 2009

“Aslında biliyordum ama yok varsayıyordum. Umarım eşcinsel değildir diyordum. İlk öğrendiğimde Tanrım ne olur değişsin diye dua etmeye başladım. O denli çaresiz ve bilgisizdim. Kabullenmem çok zor oldu, kendimi suçladım. Çocuk yetiştirirken hiçbir falso olmasın istersiniz, bu benim için büyük bir falsoydu. Hataydı ama yanlış neredeydi?” Eşcinsel oğul annesi Ayşe hanım, oğluyla ilgili gerçeği öğrendikten sonra bir şekilde LAMBDA İstanbul’la tanışıyor. LAMBDA İstanbul’da biraraya gelen aileler 2008 Ocak ayında LİSTAG yani “Lambda İstanbul Aile Grubu”nu kuruyor. Bir iki ebeveyn derken çoğalıyorlar, Ayşe hanım da onlardan biri. Geçen Mayıs’ta İtalya’ya Avrupa Aile Toplantısı’na katılıyorlar. LİSTAG’tan Selma hanım anlatıyor: “Avrupa’daki aileler bizimki gibi bir süreç yaşıyor. Onların psikaytr ve psikologlarların moderatörlüğünde aile paylaşım ve bilgilenme toplantısı yaptıklarını gördük. Biz bunu niye Türkiye’de yapmıyoruz dedik”. İtalya dönüşü, aileler onur haftasında CETAD (Cinsel Eğitim Tedavi ve Araştırma Derneği) Başkanı Prof. Dr. Nesrin Yetkin’e aile toplantıları yapma teklifi götürüyorlar. Selma hanım devam ediyor. “Şimdi her ayın ilk perşembesinde CETAD toplantısı yapıyoruz. Onun dışında ise her cumartesi yeni katılan ailelerle tanışma ve süreci değerlendirme toplantısı. Bir de her ay bir aile yemeği var”. Ayşe hanım “Toplantılarda çoğaldığımızı görünce dışlanma korkusu azalıyor” diyor. ‘LİSTAG Bilgilendirme ve Destek Toplantıları’nın gönüllü terapistlerinden Dr. Seven Kaptan, “CETAD toplantılarına yalnızca ebeveynler katılıyor. Çünkü çocuklar yanlarında olunca onlar üzülmesin diye söyleyeceklerini söyleyemiyorlar, rahat soru soramıyorlar. Aslında bu, ailelerin LGBTT ebeveyni olduğunu kabul etme süreci” diye anlatıyor. Dr. Yetkin ise amaçlarını şöyle toparlıyor: “İlk kez 11 Ekim 2008’de biraraya geldik. Amaç ailelere özellikle yeni öğrenmiş ailelere, yönelik deneyimleri paylaşma ve dayanışmaya ek olarak doğru bilgilendirme, kalıplaşmış düşünceleri, yanlış bilgi ve inanışları düzeltme, karşılaştıkları sorunları çözümleme becerisi kazandırma olarak özetlenebilir”.

Evet ben eşcinselim
Gey annesi 51 yaşındaki Selma hanım “17 yaşındaydı oğlum, bir farklılık olduğunu gözlemlemeye başladım. 
Bir gün, eşim ve ben, oturup oğluma sorular sorduk. Önce inkâr etti, sonra evet ben eşcinselim dedi. Tabii o rahatlamıştı ama biz karmakarışık olmuştuk” diye anlatıyor ve devam ediyor. “Bir anda çocuğumu tanıyamaz oldum, birden kayıp duygusu hissettim, babam öldüğünde bu kayıp duygusunu hissetmiştim. Kendimi suçladım, bu kadar düşkün bir anneydim ve nasıl fark edemedim diye. Eşcinsellik nedir hiç bilmiyorduk. Birkaç gün sonra baktım, çocuk yine aynı çocuk. Terapilere başladık. Bu süreç içinde, kendimi de eşimi de suçladım. Bütün değer yargılarınız ve önyargılarınız kırılıp dökülüyor. O süreçte kendimizi aile olarak çok yalnız hissettik. Kabulleniş kolay olmuyor. Önyargıları kaldırdığım zaman, ortada çocuğum ve koşulsuz bir sevgi kaldı”. CETAD toplantılarının da çok faydalı olduğunun altını çiziyor. “Çocuklarımızın partnerleriyle ilişkimiz, toplumdaki paylaşımlarımız nasıl olacak, kendi yaşadığımız süreçlerde doğruyu nasıl bulacağız diye konuşuyoruz. Eşime çok yaradı toplantılar. Bilimsel ağızdan dinlemesi eşime epey yol katettirdi. Birbirimize tecrübe ve deneyim aktarıyoruz”. Babalar erkek egemen toplumun önyargılarıyla, annelerden daha fazla zorlanıyorlar. Önder bey “CETAD’ın en iyi şeyi doğru bilgilendirme oluyor. Çocuğum bana açıldığında tek şey söyledim, senin hayatın ama çok zor olacak. Benim LİSTAG’a gelmem babalar açısından iyi oldu. Babalar çevrenin ne dediğini çok takıyorlar. Örnek olduğu zaman babalar rahatlıyor. Oğlum bana şimdi diyor ki, ben açılmak için konuşmak istediğimde, yok konuşma diyordun. Konuşacak bir şeyim, bilgim yoktu ki, ne konuşayım”. İşte burada Dr. Nesrin Yetkin ve ekibi devreye giriyor. “Hemen her toplantıda, bedensel cinsiyet, cinsel kimlik, cinsel yönelim konularında doğru bilgilendirme yapılıyor. Bunun dışında gündemi, katılımcıların soruları, gereksinimleri belirliyor. Hemen her toplantıda yeni katılımlar oluyor. İlk geldiklerinde daha çekingen, sıkıntılı, konuşmaya isteksiz oluyorlar. Konuşmalar ilerledikçe ilgilerini, meraklarını, bilgi edindikçe rahatladıklarını gözlüyoruz. Hemen hepsinde kaygı azalması belirginleşiyor. Sürekli gelenler, başka aileleri rahatlatır oldular. Ama LGBTT bireylerin hayatlarını zorlaştıran ne kadar çok konu varsa, ailelerinin de o kadar farklı alanda kaygıları var. Ben her toplantıdan yararlı bir iş yapma duygusuyla ayrılıyorum”.
İlk zamanlarda bir iki aile derken şimdi toplantılara ve yemeklere 50 kadar aile geliyor. Ve tabii ki yenilerine de açıklar. Çocuğu eşcinsel olan ailelere yalnız değilsiniz ve yalnızca sizin başınıza gelmiyor demek için. Hatta mesele bir tek Türkiye’ye de özel değil. LAMBDA’dan Metehan “Süreç hiç farklı değil. İtalya’da bir eşcinsel geldi konferansa. Ailesinden kaçmış. Bir yıl nişanlı kalmış, sonra bu duyguyu fark ettim diyor, ayrılmış. Eşcinselliğini kabul etmiş ve bir gün babası sıkıştırmış, çocuk da inkâr etmemiş. Ardından hakaretler, küfürler vs. Banyoya gitmiş çocuk, babası arkasından gelip duş perdesiyle öldürmeye çalışmış” diye anlatıyor. Mehmet ise “Çok İslam’la ilgili değil bu, daha çok kutsal ailenin parçalanmasıyla ilgili” diyor. İşte CETAD’ın toplantılarına giden bu aileler hem ailenin ne demek olduğunu hem de ayrımcılığın ne kadar korkunç bir önyargı olduğunun kanıtı. Gülseren hanım özellikle yardım isteyen ailelerin doğru psikiyatrlara yani CETAD eğitimi almış olanlarına ulaşmalarını tembihliyor. Eğer zaman kaybetmek istemiyorsanız, çok şanslısınız. Çünkü 21 Haziran’da başlayan “Onur Haftası” bugün de devam ediyor. Bugün 17.00’de Taksim’de “onur yürüyüşü” var. Ebeveynler de orada olacak!
listag@lambdaistanbul.org
Danışma hattı: 212-244 57 62

Oğlum öldü, kızım oldu
Eda hanım anlatıyor: 2006’da beyin ameliyatı oldum. Taburcu oldum eve geldim, eve geldiğim gün oğlum karşıma geçti. “Bedenim ayrı, ruhum ayrı. Anne aslında ben kızım” dedi. Şaşakaldım. O sırada oğlum 15 yaşında. Doktor aramaya başladım. Çocuk delirdi çünkü bence. Sonunda Çapa’ya gittik. IQ testinden başlayarak onlarca testten geçti. Doktor bana “Senin çocuğun transseksüel kabule geçmeye başla” dedi. Belden aşağım tutmuyor, banklara oturdum, bağıra bağıra ağlıyorum. Herkes diyor ki başınız sağolsun. Doğru söylüyorlar! Oğlumu kaybettim! Ağladım, bitirdim ve kızım doğdu.
16 yaşında bir kızla çıktım oradan. Kocaman bir karanlık hissediyorum. Ailemin penceresinden, onun okul camından, arkadaş çevresinden bakıyorum hiçbiri olmuyor. Kızım doğdu ama nasıl bakacağımı bilmiyorum ki! Ona tekrar can verme zamanıydı. Onun penceresine takıldım ve yürümeye başladık. Ben bu işi tek başıma yapamayacağım dedim, geldim LAMBDA’ya. Arkadaşlarımla karşılaştım. Ama onların departman başka benim departman başka! Görüntü değişecek, fizyoloji değişecek, elaleme ayar yapılacak. Lise sonda okuldan aldım, açık liseye verdim. Kaptım kolundan, elbiseler, makyaj malzemeleri aldım. Çekiyorum, bir an önce bu tarafa gel, sağlıklı birey ol diye.
Okullarda padişahları, coğrafyayı, havuz problemlerini öğretiyorlar ama bence cinsel kimlikleri de öğretmeliler. Benim yeni akrabalarım buradakiler. Çocuğum hormon kullanıyor, terapilere gidiyor vs. Sıkıştığımda buradaki arkadaşlarıma diyorum ki, ne yapacağım. Onlar da diyor ki, sus, ergenlikte. Bir şey olduğunda hemen geliyorlar yardıma. Yalnız değilim. Çocuğuna gidip sütyen alıyorsun,
17 yaşında, ona sütyen bağlamasını öğretiyorsun, nasıl duygular yaşıyorsun, anlatılabilir mi? Daha bu birinci adım. Eşcinsel, transseksüel dendiği zaman içinde cinsel, seksüel var ya, belden aşağısı geliyor insanın aklına. Ben çocuğumu kendine ve etrafına faydalı yetiştirmeye çalışıyorum. Biz birbirimize destek veriyoruz, insanlar bilgilendikçe, biz bilgilendikçe daha da benimsiyoruz çocuklarımızı. Eleştiriyorlar, ayrı bir gezegene mi göndereceğim çocuğumu? Ailelere de destek lazım. CETAD bizi sürekli aydınlatıyor. Ben çocuğumla iftihar ediyorum, 16 yaşında çok cesur bir şey yaptı. Üniversitede okuyor şimdi. Bize hem fiziksel hem ruhsal sağlık desteği lazım, cinsel eğitim lazım ve yasa lazım. Anayasa’nın eşitliği düzenleyen 10. maddesine cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği kelimelerinin eklenmesi bizim karşılaştığımız birçok eşitsizliği engelleyecek. LİSTAG bunu istiyor.

Anne ben eşcinselim

escinsel

Birçok gey ve lezbiyen genç bu cümleyi kolay kolay kuramazken çocuklarının eşcinselliğini kabullenmekte zorlanmayan aileler de var. Ayça Örer, böyle bir aile ile görüştü. Anne Gülseren ve oğlu Can, hem kendi serüvenlerini hem elektroşok’a varan uygulamaları anlattılar.

 Lambda Eşcinsel Aile Grubu’na nasıl dahil oldunuz?

Ben Gülseren. 54 yaşındayım. Lambdaİstanbul’da Semra anneyle tanıştıktan sonra böyle bir şeye ihtiyaç duyduk. Aile el kitabı hazırlanıyordu, biz de ona ufak katkılarda bulunduk. Sonra bize bir aile daha katıldı. Amacımız LGBTT (Lezbiyen, gey, biseksüel, travesti, transseksüel) bireylerin ailelere açılmasından sonra ailelerin hislerini, deneyimlerini paylaşmak, onlara destek olmak. Çocuklarımızın mücadelesinde arkalarında olmak için çalışıyoruz. Haftada bir Amargi’de veya başka bir ailenin evinde oturup konuşuyoruz. Ayda bir yemek yapıyoruz çocuklarımızla, çocuklarımızın cinsel kimliğini bilen herhangi bir akrabasıyla biraraya geliyoruz. CETAD (Cinsel Eğitim Tedavi ve Araştırma Derneği) Başkanı Nesrin Yetkin’le konuşup onlardan yardım istedik. Onlar da çok sıcak baktılar, gönüllü psikiyatristlerle birlikte ailelerle her ayın ilk perşembesi bir bilgilendirme toplantısı yapıyoruz. Her an yeni aileler katılıyor. Şu an otuza yaklaştık. Bu çok sevindirici. Bir de listag.wordpress.com diye bir blogumuz var. Lambda Eşcinsel Danışma Hattı (212) 244 57 62 ’den bize ulaşan aileler var.

İstanbul dışından aileler var mı?

Çok yeni. Mesela Almanya’dan ulaşanlar var. İngiltere’den var. İzmir, Ankara yok. Şimdiki hedefimiz bunu daha Türkiye çapında yaygınlaştırmak. Ankara’daki Homofobi Karşıtı Buluşmaya da gitti aileler.

Lambdaİstanbul’a Can’ın size açılmasından sonra mı ulaştınız?

Çocuğumun bir arkadaşının annesinin benimle tanışmak istemesiyle ulaştım. Bir kafede buluştuk, baktık ki aynı şeyleri konuşuyoruz, kalktık Lambdaİstanbul’a gittik. Bize sonradan katılan Eda anne bizi buldu. O bir trans annesi. Yardım istemek için geldi. Biz üç anne ve Lambdaİstanbul’dan gönüllü arkadaşlarla başladık. Geçen sene bir aile toplantısına davet edildik Floransa’ya. O bizim çok ufkumuzu açtı. Avrupa’da da ailelerin durumunun bizden farklı olmadığını gördük. Ayın 27’sinde Pera Müzesi’nde Aile Belgeseli’nin yönetmeni ve oyuncuları İtalya’dan gelecek, onlarla buluşma bizim için çok heyecanlı.

Çocuğu gelip “Ben eşcinselim” diyen bir aile ne yaşar?

Çocuğu açıldıktan sonra insan genelde önce bir şok yaşıyor. Sonra korku, “Başına bir şeyler gelir” kaygısı ve koruma eğilimi, ondan sonra bu konuda bilgilenme, sonra kabullenme. Bu süreçlerde insan çocuğuna yanlış davranabiliyor, kendini suçluyor, onu suçluyor. Bazı anne ve babalar “Biz nerede hata yaptık” diyorlar. “Çocuğum mu bir hata yaptı” diye de soruluyor. Anne baba birbirini suçlayabiliyor. Arkasından elâlem ne der, ailedeki diğer bireyler ne der, komşu ne der diye düşünmeye başlıyor. Toplum kadınla erkeğin evlenmesine, çocuk yapmasına alıştığı için, eşcinsel bireyler kötü diye düşünüyor. Ben “Nasıl destek olurum” diye düşündüm. Ama genelde böyle yaşanmıyor. Çocuk söyleyene kadar yok sayılıyor. Söyledikten sonra da yok sayılıyor.

Can’ın eşcinsel olduğunu öğrenene kadar toplumdaki dışlamanın farkında mıydınız?

Her zaman görüyordum, farkındaydım. Ben ve Can çok şanslıyız. Biz yaşamadık ama yaşayanlar çok. Mutlu bir çocukluk ve mutlu bir ergenlik yaşadı Can. Bir trans çocuğumuz vardı, ailesi okuldan almak zorunda kaldı. Aslında Can’da da Lise 1’de ufak çaplı bir şey olmuştu. O da onu çok dert etmedi.

Nasıl açıldı size?

Ergenlikte Can’da farklılıklar olduğundan daha emin oldum. Onun daha çok bilgisayara, telefona yöneldiğini hissettim. Bizle hiçbir şey paylaşmıyordu. Psikiyatriste gittik. Gittiğimiz psikiyatrist de, “Çok güzel bir çocuk yetiştirmişsiniz, özgüveni var, sosyal bir çocuk, yalnız maço özellikleri yok” dedi.

Can: Orada “Ben geyim, şöyleyim böyleyim” demedim. Aslında uzun zamandır farkındaydım ama orada söylemedim.

Gülseren: Biz doğru bir psikiyatriste gitmiştik. Piyasa cinsel eğitim almamış, homofobik psikiyatristlerle dolu. Son tanıştığımız bir ailenin çocuğuna elektro şoktan okunmuş suya kadar her şeyi yapmışlar. Çocuğun psikolojisi berbat olmuş. “Ailem benden utanıyor” diye düşünüyor. “Değişeceksin üzülme” demek bile yeterince üzücü.

Siz kabullenme sürecini nasıl yaşadınız?

Hemen kabullendim.

Can: Aslında annem bana açıldı. Ben bir gün onu Lambdaİstanbul’a çağırdım. Benim gidip geldiğimi biliyordu. Baktım annem gelmeye başlamış.

Türkiye’de erkek çocuğu sahibi olmak çoğu aile için çok önemli. Siz bundan etkilenmediniz mi?

Benim hiç öyle şeylerim olmadı. Toplumun dayattığı şeylerden kendim de hoşlanmam. Mesela evlenirken gelinlik giymedim. Sünnet töreni yapmadık. Gençken bir kadın haklarını savunurdum zaten. Biz çok istedik Can’ı. 33 yaşında anne oldum. Eşim dört sene kadar içeride kaldı, içeride evlendik. Geldikten sonra üç sene çocuk yapmadık, sonra çok istedik. Mutlu bir hamilelik geçirdim.

Hiç sarsıntı yaşamadınız mı?

Ben o açıdan kötü bir örneğim. Ama çoğu aile böyle değil. Bir annede çocuğunun asker olması, evlenmesi, erkek çocuk özlemi vardı. Bu konuda üzülen anne çok. “Nerede yanlış yaptım da benim oğlum böyle oldu” diye kendini suçlayan anne çok.

Dışarıdan bakılınca yaşadığınız ortam bir fanus gibi. Toplumda çok önyargıyla karşılaşıyorsunuz…

Ne kadar çok insan doğru bilgilenir ve bunu konuşursa o kadar iyi diye düşünüyorum. Almanya toplantısında tekerlekli sandalyeli bir anneyle tanıştım. “Ne kadar güzel çok şeyi halletmişsiniz” dedim, “Öyle demeyin 15 sene önce biz de böyle şeyler olacağını hayal edemezdik” dedi. Tekerlekli sandalyelere de düşsek, devam edeceğiz diye düşünüyorum. Annelerin yaşadığı en büyük kaygı “Hayatı nasıl olacak” kaygısı. Bir dolu ebeveyn çocuklarını okuldan aldı, akşam okullarına, açık liselere verdi. Aile grubumuzda bir çocuk gelmişti, en istediği okulda okuduğunu, iyi bir görevde olduğunu, eşcinselliğinin bilinmesi halinde bu işi kaybedeceğini söyledi. “Çok zor bir şey sürekli bir erkek muhabbetinin içinde olmak ama onunla yaşamak zorundayım” dedi.

Eşcinsel cinayetleri de çok yaşanıyor. Eşcinsellere yönelik şiddet korkutucu değil mi?

Can: 29 Mart seçimlerinden sonra Beyoğlu’nda karşıdan gelirken bir adam bana saldırdı.

Bir anda. Ermeni Lisesi’nin önünde. Dudaklarım patladı, dişlerim yerinden oynadı, sağ kürek kemiğim incindi. Şiddet yaşadım ama bunu homofobiye yormadım.

Gülseren: Beyoğlu’na çıkıyor, barlara gidiyor, korku hep oluyor. Bir de homofobi çok yaygın. Kendilerini korumalarını önermekten başka bir şey yapamıyorum.

“Sana kız mı yok” diyene “Zor beğenirim” diyorumAileye açılma sürecinde insan neler hissediyor?

Can: Annemin farkında olup olmadığını bilmiyordum. Lambdaİstanbul’a çağırdığım zaman geldi. Kenara çekip bambaşka bir şeymiş gibi söylememek gerektiğini düşünüyorum. Öyle söyleyince bambaşka bir şey algılanıyor. Bence her anne baba hissediyor ama illa çocuğundan duyması gerekiyor. Ama ben açılmadım anneme. Lambdaİstanbul’a gittikten sonra bir konuşma yaptık.

Ailelerin karşılaştığı baskılarla çocuklarınki farklı değil mi? Mesela okulda çocuklar çok acımasız şakalar yapabilir…

İllaki yaşadım ama dert etmedim. “Okul bitecek buradan kurtulacağım” diye düşündüm. Bir de sonuçta bir eşcinsel kendini gösterecek ne yapabilir? Travesti, transseksüel olmadıkça görünürlük olmuyor. Lise sonda bir arkadaşım olmuştu, onunla çok şey paylaşmıştık. Birbirimize direkt açılmamıştık ama anlamıştık. Birbirimize destek olduk o dönemde. Mahalledeki arkadaşlarım bile bilmezken o bilirdi. O bile çok büyük bir şeydi benim için.

Kendini kabul ettirme eğilimi kız arkadaş bulma gibi kaçışlar olmuyor mu?

Arkadaşım denemişti. Ailesi çok baskıcıydı. Psikiyatristlere götürdüler, hormon kullandılar. Tabii bir işe yaramadı. Üniversitede bir kız arkadaşım oldu ama ispat isteğiyle değildi. “Sana kız mı yok, doğru kadını görmedin, üzülme geçer, değişirsin zamanla, bu da bir dönem” diyenler oldu. Soranlara “Ben zor beğeniyorum” diyordum. Çünkü yüzde yüz gey, yüzde yüz lezbiyen, yüzde yüz heteroseksüelliğe inanmıyorum. Zaten biyolojik bir kadınla ilişkim olduktan sonra aslında hepsinin ne kadar birbirinin içinde olduğunu gördüm.

İlk aşk ne zaman?

17 yaşında. Ben o dönemin insanı çok beslediğine inanıyorum. Benimki uzun sürdü, üzüldüm ama sonrasını düşündüğüm zaman o olmasaydı çok daha çocuk kalabilirdim. Âşık olduğum insan da buna karşılık veren bir insandı, heteroseksüel birine âşık olmadım.

“Evcilik oynayan her erkek eşcinsel olmaz”LGBTT bireylerin hasta olduğunu düşünen görüş yaygın. Eşcinsel hakem tartışması da buradan çıktı. Siz nasıl cam duvarlarla karşılaşmadınız?

Karşılaşan çok aile var. O sorunlar daha ziyade travestiler, transseksüeller için geçerli. Burada en önemli şey ailenin çocuğuna sahip çıkması. Tanıdığımız bir trans annesi, o kendi ailesinin, çocukluğunun geçtiği mahallede oturuyor. Annesinin desteğiyle bir gün önce bakkalın, manavın önünden erkek geçen çocuk ertesi gün kız çocuğu olarak geçti. Ama anne o kadar sağlam durdu ki arkasında kabullenmek zorunda kaldılar. Babası hekim olduğu halde çocuğunu kabul etmedi.

Babalar bu çalışmanın neresinde?

Babalar daha zor kabulleniyor gibi ama bizim LİSTAG grubunda iki baba bir dede var. Hem de bir trans dedesi. Kızı ona durumu açıkladığında, “Tamam kızım” deyip destek veren bir dede. Babalar arasında eşinden önce fark edip ona destek olanlar var. Tabii ki daha azınlıkta.

Erkekler bu konuda kadınları suçlamıyor mu?

Tabii, tabii. O hepimizde yaşandı ilk başta. Biz de yaşadık çok hafif dozda olsa bile. Ama kadınların çocuklarının üzerine düşmesi çocuğun eşcinsel olması için yeterli neden değil. Yoksa babası ölen, çok kızkardeşle yaşayan çocuklar eşcinsel olurdu. Aynı yumurta ikizlerinden biri eşcinsel biri heteroseksüel olabilir. Bizim babamız da başlangıçta çok kısa olsa da, suçladı ve görmezlikten geldi, kabullenme sürecinde biraz yok sayma yaşandı. Can’la ilk konuştuğum zaman, “Benim konuşmama gerek yok” diye kaçamak bir yanıt verdi. Ama toplantılarımıza katılıyor. Evimize Can’ın bütün arkadaşları geliyor. Onun için özel olan insanlar da geliyor. Mesela Can çocukken arabalarla çok oynardı ama evcilik de oynardı. Çok sosyaldi. Taklidi çok severdi. O yüzden bana hiç garip gelmemişti çocuğumun evcilik oynaması.

Ailesinde şiddet görenler olmuyor mu?

Gelen aileler içinde kardeş tehdidi vardı. “Öldürürüm” diyordu. Polisti. Anne baba kabul etmiş, “Bu da bizim çocuğumuz” diyor fakat ağabey “Benim olduğum yere gelmeyecek” diye tehdit savuruyor. Bir de çocuk aileye “Ben eşcinselim” dediğinde “Demek kadın gibi olacak” düşüncesi kafalarında canlanıyor. Seks işçiliği yapacak, başına kötü şeyler gelecek diye düşünüyorlar.

Aileye açılmak çocuk için de travma yaratabilir. En son hakem meselesinde çocuk ailesinden önce Türkiye’ye açıldı.

Bence önce aileye açılmaları önemli. Bütün medyaya açılıp sonradan ailenin duymasından kötü bir şey olamaz. Önce yakınlarının duyması lazım.

“Çocuğunu ezdirmeyen köylü anneler var”

İnsanın “Keşke çocuğum eşcinsel olmasaydı” diye sorduğu olmuyor mu?

Çok var ama bizim LİSTAG grubu içindeki aileler genelde bunu halletti. CETAD’la yaptığımız aylık toplantılar çok anlamlı. Burada aileler cinselliği konuşuyor. Her türlü soruyu sorup, doğru bilgileri alıyorlar. Çünkü bazı ailelerde ilk his, kayıp hissi. Aslında biz anne babalar çocuklarımızı koruyalım derken, o sınırları aşıp onların özel alanlarına çok daha fazla giriyoruz. Özellikle açıldıktan sonra çocuklarımız daha tedirgin oluyoruz.

Sizin kabullenmeniz bu konuda sıradışı bir örnek değil mi? Bazı ailelerde erkeklerin yemek yapması bile mesele olabilir.

Bazı öyle anneler var ki köyde yaşıyor ama çocuğunun arkasında duruyor. “Çoğunuz gizli yapıyorsunuz bu işi, benim çocuğum o kadar dürüst ki bana söyledi” diyor. Annenin sevgisi çünkü koşulsuz bir sevgiye dayanıyor.

Taraf/AYÇA ÖRER – Istanbul – 07.06.2009

Çiçekler de Binbir Çeşit: Benim ve Kızımın Hikayesi

clip_image0021

This article is also available in English Also the Flowers are 1001 kinds: The Story of Me and My Daughter

Disponibile anche in italiano SONO LA MAMMA DI UN TRANSESSUALE

Benim Hikayem

1961 yılında dünyaya geldim.

Babam ve Annem beni pamuğun içinde fasulye büyütür gibi çok itinalı, çok özenli, çok koruyuculu, çok muhafazakâr, çok modern, çok mücadeleci, çok doygun, çok prenses yetiştirdiler. Onların istediği gibi olmuştum onların istediği gibi de kırmızı kuşağımla evlendim.

Evcilik oyunu başladı; eşyalarımı, tabaklarımı, örtülerimi… Sandıkta ne varsa çıkardım kurdum. Amma! Beyaz atlı prensle aynı sosyal statüde değildik. O da çok iyiydi ben de; ama hep birbirimizi değiştirmeye ve kabullenmeye zorladık, zorlandım. Günlerim onu mutlu etmek için ailem tarafından öğretilen tüm dersleri uygulamakla geçiyordu. Üç kap yemek ve salata, tek çizgi ütülü pantolon, temizlik vs. derken, 1986 yılında büyük oğlum dünyaya geldi. İlk anneliğimde zorlandım; beyaz atlı prens doktordu ve devamlı bana müdahale ediyordu. “Şunu giydir şunu çıkart, su sıcak yıkama, kimsenin kucağına verme, aşısı yok” vs. ama hayatımdan memnundum. Hizmet acısından evin tüm sorumluluğu benimdi; yıkama-paklama-ayıklama, alma-verme-dökme, reçel yapma, turşu kurma… Mecburi hizmet nedeni ile küçük bir kasabada yaşıyorduk. Asker çocuğu olduğum için sık sık tayinle başka başka yerlerde yaşadığımız için bu kasabaya da hemen alışmıştım. Benim için önemli olan eşim ve çocuklarımdı ve nerede olsa mutlu olabilirdim. Öyle öğretti ebeveynlerim… Çevreye uyum sağlamıştım. Derken ikinci çocuğum dünya ya geldi. Erkekti… Oysa ben kız bebek istiyordum…

Aynı döngüyle yıllar geçti. Aileme koşturmaktan, onları mutlu etmeye çalışmaktan kendimi unutmuştum. Evliliğimden bir şey anlamamıştım, anlamıyordum, anlamayacaktım. Anlayamayacağımı da evlendikten on beş yıl sonra fırsat bulup da kendime “Ben kimim?” sorusunu sorunca anladım nihayet! Üç gün kim olduğumu bulamadım, sonra yazdım kendimi bir kağıda; ben evliliğimdeki Eda değildim. Bana rol verilmiş küçükken; cici, akıllı, hanım kız olacaksın, kırmızı kuşağı takınca eş olacaksın, anne olacaksın, evin hanımı olacaksın… Ben de bunları olmuşum ama aslında bunlar değilmişim. Eda olduğumun farkına varınca istenilen gibi olmadığım için beyaz atlı doktor’u tek bıraktım, bu sefer de kara kuşağımla ayrıldım. İki döşek, iki çocukla İstanbul’a geri döndüm. Maddi anlamda hiçbir şeyim yoktu. Üstelik aileme boşanacağımı söylediğim için tepki aldım. “Millet ne der” paniği ile beni dışladılar. Hepsi gör bakalım halini diye uzaktan bakmaya başladılar. Derken, benim özgür, zor, bedeli ağır ama çok mutlu yaşam mücadelem yeniden başladı. İşe girdim, bilgisayar kursuna gittim sertifika aldım; Açık Öğretim Fakültesi’ni kazandım, okudum diplomamı aldım. İşimde başarılı oldum halen de çalışıyorum. Büyük oğlum okulunda çok başarı oldu hep burs aldı. Yurt dışında okuyor. Küçük oğlum da okulunda çok başarılı öğretmenleri tarafından sevilen, tatlı, cana yakın, çok saygılı bir çocuktu. Ailemle bir yıl sonra aramız düzeldi.

Buraya kadar okuduğunuz benim hikayem. Benzerlerini okumuşsunuzdur, dinlemişsinizdir ya da yaşamışsınızdır. Yaşamda bilinen, duyulan ve yaşanılan şeyler değil mi?? Yukarıda yazdığım tüm olumsuzluklara bir şekilde, zor da olsa çözümlemeler üretebilmiş, ayakta kalmayı, kimseye yük olmamayı ve yaşamımı çocuklarımla birlikte sağlıklı ve mutlu bir şekilde sürdürebilmek için çareler bulabilmişim, değil mi ? “BAŞARMIŞIM” yani…Hah!Meğer hayatta benim başıma gelmez dediğiniz, aklınızın ucundan geçmeyen öyle şeyler varmış ki… Çare aramaya çalıştığınız, çare bulurum, buldum sandığımız ama yanlış yerde debelendiğimiz, zaman kaybettiğimiz , ne yapacağımızı bilemediğimiz, soracak, danışacak dertleşecek kimseyi, kimseleri bulamadığımız yaşanası şeyler…

Tüm bunları hissetmemizdeki, yaşamamızdaki sebep; biyolojik, toplumsal, ruhsal bilgi eksikliği… Şimdi anlatacağım, yakın zamanda yaşadığım, sizlerle paylaşmak istediğim hikâyemde ben de bilgi eksikliğinden dolayı zor günler geçirdim.

Kızımın Hikayesi

2005 yılında küçük oğlum birden yemek yememeye başladı. Odasından çıkmıyordu. Kendi kendineydi. O tatlı, konuşkan, cıvıl cıvıl çocuk gitmiş yerine hırçın, agresif, takıntıları olan bir çocuk gelmişti. On beş yaşındaydı yani tam ergenlik dönemi başlamıştı. Dersleri iyiydi. Okulda da seviliyordu. Bana öğretilen, bildiğimiz, duyduğumuz ergenlik dönemi krizleri diye üstelemiyordum. Hızla kilo vermeye başladı bir paket kepekli ekmek ve sudan başka gıda almıyordu. Durum sağlık açısından ciddiye gidiyordu. Psikologa götürdüm. Anoreksia nevroz teşhisi kondu. Konuyla ilgili epey mücadeleler verdik… Derken 2006 yılında ben işyerimde aniden fenalaştım. Beyin anevrizması(balon) teşhisiyle hekimler, anneme, babama ve yakınlarıma “20%’si yaşıyor, ameliyatta ne olur bilinmez” diyerek benii operasyona almışlar.

Üç gün uyutulmuşum. Yaşama geri döndüğümde yatağımda çok sevinçliydim. Allah beni çocuklarımın başından eksik etmemişti. On beş gün sonra doktorlar odama doluştular. Şah damarımla kulağım arasında yine balon varmış, patlamadan almaları lazımmış. Yeniden ameliyata gittim. Korkum ölmekten değildi; çocuklarımın bensiz kalmasıydı. Çok zor günler geçirdim ama akrabalarım, arkadaşlarım, ailem ve dostlarımdan çok sevgi ve ilgi gördüm, hiç yalnız bırakmadılar. Her gün çok uzak bir hastane olmasına rağmen gidip geldiler. Onların sevgisiyle hiçbir araz kalmadan taburcu oldum.

Hastayken öğrendiğim tek şey yaşam çok kısa ve her an her şey olabilirdi; yaşarken mutlu olabilmek ve yaşadığının tadına varmak lazımdı…

Evime geldim. Başım bir baştan bir başa dikişli, saçlarım traşlı, nekahet dönemindeyim. Tatlı, cana yakın, küçük oğlum karşımdaki koltuğa oturdu: “Anne sen ölseydin, ben babamla da anneannemler de yaşayamazdım” dedi. Dondum. “Aaa! Benim öleceğimi hesaplamış, kendine yer aranmış” dedim içimden. İçim üzüldü. O dönem travma geçirdiğim için hemen her şeye üzülebiliyordum. İçsel yaşadım, bir şey demedim. Bakakaldım sadece. Ertesi gün sıkıntılı, ağlamaklı bir şekilde yine yanıma geldi ve benim hayat öğretilerimi altüst eden, bildiklerimi bilmediğimi anlamaktan zor ameliyattan zor, eşten ayrılmaktan zor, iş bulmaktan zor, hayatım boyunca sık sık önüme çıkan engellerden zor bir şey söyledi. ” Anne benim ruhum başka bedenim başka” dedi, anlamadım. Birden baktım gözlerine “bu ne demek diye” yine anlamadım. Sordum, “nasıl bir şey” diye. “Ben aslında kızım, bedenim erkek” dedi. Dondum, şaşaladım, katıldım, uzun bir sure sessiz kaldık. Düşündüm. Bu ergenliğe geçişi anlamadı ya da ruh hastası oldu dedim. İçimi ferahlattım. Nasılsa her şeye çare buluyordum. Buna da bulurum dedim ve sessizliği bozdum. “Yavrum, canım merak etme sen, kafana takma, bakarız bir çaresine” dedim. Dedim ama kafam bulandı, içim acıdı, karanlık bir yol uzadı gözümün önünde. Öylece kalakaldım.

Çok üzüldüm, çocuğum şizofrendi. Yok, yok ergenlikteydi! Geçişi anlayamamıştı. Yok, yok ruh hastasıydı! Allak bullak oldum. Kimseyle paylaşılacak bir şey değildi. Sonra, çocuğumun adı çıkmasın diye de derdimi söyleyemezdim kimseye. Bunları düşünüyordum. Bir taraftan da internetin karşısına oturdum, psikiyatr aramaya başladım. İlaçsız bir tedavi şekli istedim, kendimce buldum da… Bu arada çocuğuma “bak yavrum, geçecek” demeye başladım. Bana ısrarla “bu geçmez anne, ben hep böyleydim “diyordu. “Aman!” dedim. “Bunun hastalığı varmış, ben anlamamışım, ilerlemiş” diyordum içimden.

Doktor babasına telefon açtım. “Bak!” dedim. “Böyle, böyle…” sustu kaldı. “O karıştırıyor” dedi. Hekim olduğu halde benden daha suskun bakıp duruyordu. İçi katılmıştı galiba. Hemen de gitti zaten.

Ben işimden gün içinde doktora gitme izini aldım. Yaklaşık 8 ay taşındık doktorlara. Yolda benimle devamlı kavga ediyordu. “Anne paran mı çok, anne ben böyleyim değişmem”. “Haaa hııı” deyip kolundan çekeliyordum. Uzun uzadıya psikiyatr gezileri yaptım. Psikiyatrların bunun geçici bir şey olduğunu, ruh hastalığı olduğunu söylesinler istedim. “Ergenlik çağında aklı karışmış” desinler istiyordum.

Bu arada çocuğum odasına kapandı. Son derece kızgın, saldırgan, alıngan, içine kapanık oldu. Devamlı mutfağa gidip geliyor adaçayı içiyordu. Adaçayının ne işe yaradığını ben sonradan öğrendim. Çocuğum adaçayını bardak bardak içerken aklıma bir şey gelmiyordu. Ferahlamak için içiyor diyordum. Aklım çayda değildi. Aklım fikrim “anne ben kızım aslında” demesine takıldı, ben hala orda kalmıştım. Derken bir gün Marmaris’ten arkadaşım ve kızları geldi. Birlikte alışveriş merkezine gittik. Ben de çocuğuma tişört almaya kalktım ama çocuğum çok sinirliydi. Kızıyor, beğenmiyordu. Benle başa çıkamadı, kabine girdi, tişört denemesi yapmaya… Bir anda ben kabini açtım, nasıl oldu diye! Bir de ne göreyim; çocuğumun göğüsleri var, bol giysilerle saklamış… bunlar ne? Dondum kaldım. Bana “anne adaçayından oldu” dedi.

“Evladım bu çayın bu kadar mahareti var da bu insanlar ne diye silikon peşine düşüyorlar?” dedim. Dedim de içim kanadı. Kanadı, çıktık. Hiçbir şey demedim. Söylenmedim. Psikiyatrına telefon açtım. “Durum ciddi, Çapa’ya götürün” dedi ve çok saygı duyduğum halen gitmeye devam ettiğimiz Sayın Hocamıza götürdüm. Çocuğumu odasına aldı epeyce konuştular, sonra beni çağırdılar. “Buradan, benden çocuğun ile ilgili ne bekliyorsun? Niye geldin?” dedi. “Çocuğumun durumunun netliğini öğrenmeye ve kabule geçmeyi bekliyorum” dedim. Çocuğumu dışarıya çıkardı.

“Senin çocuğun transseksüel, kabule geç” dedi. “Ama!”, dedim. “Hocam, bu çok takıntılı ama hocam, bu anoreksia… ama hocam şöyle, ama hocam böyle” derken. Hocam dedi ki “ruh hastası olduğunu mu söyleyeyim, bunu mu duymak istiyorsun” dedi. “Evet!” dedim. “Yok” dedi. “Ruh hastası değil” dedi. “Peki!” dedim, odadan çıktım. Çocuğuma bir şey belli etmedim.

Bacaklarım tutmuyordu. Tir-tir titriyordum. Kendimi çok çaresiz hissettim. Çocuğumu, abisini eve yolladıktan sonra banka oturdum ağlamaya başladım. Böğüre böğüre ağladım. İçim yana yana ağladım. Oğlumu kaybettim, bir çocuğumu kaybettim, ona çok ağladım.Ağlamam durdu. Çapa Psikiyatrı Bölüm Başkanı Sn. Şahika Yüksel’in yaptığı teşhis çocuğumun bana söylemlerinden daha etkiliydi. Yani durum tespit edilmişti. Birden kızım doğdu. Evet, evet bir kızım dünyaya geldi. Hem de 15 yaşında kocaman bir kızım oldu . Kabullenme sürecini başlattım.Bu ne demekti; ailem?, arkadaşlarım?, işim?, komşularım?, mahallem?, okulu?, işi, yaşamı? Herkesin penceresinden 15 yaşında dünyaya gelen kızıma baktım. Of! çok yorucu, çok karanlıktı. Kendi pencereme geçtim, kızıma baktım. Korktum. Bu bebeği nasıl büyütecektim? Konuyla ilgili hiçbir bilgim yoktu.

Ama benim evladımı, canımı seve seve vereceğim bebeğimi yaşamı boyunca sağlıklı, mutlu ve güvenli bir şekilde yaşaması için, ayaklarının üstünde durabilmesi için, okuması için önce kendimi bilgilendirmem ve araştırmalar yapmam gerekiyordu. Seve seve yapacaktım çocuğum için, çünkü o beni kandırmadı. Çalmadı, kimseyi öldürmedi. Kimseye saygısızlık yapmadı. Dürüstçe “bana yardım et anne” dedi. Bana içini açtı. Duygularını, hissettiklerini anlattı. Saklanmadı. Çocuğumun açık olması gücüme güç kattı.

Hani çocuk dizilerinde “batmen” vardır, ordan oraya uçar, bir de gölgelerin gücü adına She-ra vardır… Bayan versiyonu… O da bendim artık. Gölgelerin gücü adına çocuğuma ve bu duyguları olan tüm çocuklara destek olacaktım. Demesi ne kadar kolay değil mi? Hayata geçirmek, uygulamak zor. Ama konu sizin çocuğunuzsa hem zor, hem değil…

Çapa’ya terapilerine gitmeye başladı.

Kızımın odasından törpü, cımbız çıkmaya başladı. Her şeyin ilkinde önce donup kalıyordum. Hemen çözüm arıyordum. Hemen bir makyaj sepeti aldım, kendi elimle koydum, yerleştirdim içine… Ona güzel ayaklı ayna aldım.

Anladım ki ilk yapılacak şey; onu ortada hissettiği bedene tam kavuşması için destek vermekti. Giysileri vs. Ama öyle abartıyordu ki… “Neden kızım böyle yapıyorsun, bak tırnaklar bu kadar uzamaz, kaşlar bu kadar inceltilmez, kızlar böyle yapar, hanım olur” dedikçe bana kızıyor, “ben böyle istiyorum, ben taş gibi kız olacağım” diye başlıyordu söylenmeye. Kendi kendine hormon kullanıp sağlığı bozulmasın diye renk renk sütyenler aldım, nasıl kullanacağını öğretirken içim kanıyordu. Neden böyle? Ben ne yapıyorum? Bir anda bana dönüp “anne ne güzel oldu değil mi” diye yüzü gülünce bende toparlanıp o mutlu diye mutlu oluyordum.

Hem kendime ve kendi duygularıma hem de kızımın güzel bir kız olma koşturmacasına, abartılarına yetişmeye çalıştım. Hep anlatıyordum bak böyle yapalım şöyle yapalım diye… Diye diyeleri hala anlatıyorum.

Kızımı Açıköğretim lisesine kayıt ettirdim, lise sonuncu sınıfa. Dersaneye yolladım, gittim herkesle konuştum:” Ben annesiyim kızım böyle bir sürecle okuyacak.” dedim. “Tamam” dediler, kolaylıklar sağladılar, destek oldular. Her sınava gidişinde gerginlik yaşadı, sınava alınırken bir yanda bayan polis bir yanda erkek polis kontrol için dururdu ve kızım ortadan yürürdu. Her defasında bayan polisin olduğu tarafa çekiştirip, “gel kızım heyecanlama” diye onu ordan geçirdim. Ve kızımın lise bitirme notu 100 üzerinden 100. Ayrıca üniversiteyi kazandı. Doktor kontrolünde hormon kullanmaya başladı. Saçları uzadı, abartılarına son verdi. Güveni geldi, içinde sakladığı duygularını abartılı yaşadı ama sonunda yaşının gerektirdiği kıvama geldi. Bebeğim büyümeye başladı. Bunları yaşarken ben sürekli korkulu, kaygılı, endişeli oldum ve hala da oluyorum. Nedeni de korumak kollamak güdüsü olsa gerek; annelik yani!

Artık farklı boyutta yaşıyoruz: ANNESİ VE KIZI! Ergenlik ve menapoz ile ilgili kitaplar okuyorum. Anne ve kız, anne faktörü vs. Çok paylaşacaklarım var, en iyisi ben özete gireyim:

AİLEM: Ağabeyi zaten kabullenmişti, bana ve kız kardeşine destek oldu, maneviyatımızı güçlendirdi. Oğlum, çevremizin kabullenme sürecinde çevremizi sürekli bilgilendirdi, destek oldu.

BABASI: Henüz anlamış değilim. Okul taksitlerine finansal desteği sağladı.

BABAM: Babam kabullendi. “Aman kızım, elinden kaçırma, sarıl ona!” dedi ama 76 yaşında olmasına rağmen bilgi yetersizliğinden devamlı soru soruyordu. CETAD toplantılarına katılan ilk dede ünvanını aldı, bir sürü sorular sordu, kafası karıştı ve bilgilendi. Sn. Dr. NESRİN Hanım’a: “Biz de bilmiyorduk, bilgisizlikten ötekileştirmişiz.” dedi.

ANNEM: Baştan beri reddetmişti. Üstüne gitmedim, karşılaştırmadım. Bir yıl sonra bayramda bizi evine davet etti, torunuyla karşılaştı, kucakladı ve “çok güzel olmuşsun sen.” dedi.

YAŞADIĞIM SEMT: Değiştirmedim evimi; niye ordan oraya gideyim ki… Akrabalarımın, tanıdıklarım, komşularımın oturduğu semt. Kızımı koluma takıp çıktım, başımı eğmedim. Ne derler diye düşünmedim. Ekmeğimizi, suyumuzu, değerlerimizi bize kimse vermiyor. Kendimiz kendimizi kurtarıyoruz. Hala bir şey sormadılar, soramazlar da! Duruş önemli…

KARDEŞİM VE EŞİ: Baştan kabullendiler, destek oldular.

LAMBDAİSTANBUL AİLE GRUBU: İyi ki böyle bir çalışmanın öncülüğünü yaptık; yüreklice, sevgiyle, saygıyla çoğaldık. Biz anneler, babalar, kardeşler birbirimize destek oluyoruz. Bizim yeni akrabalarımız oldu; kızımın teyzeleri var, amcaları var, ağabeyleri var. Kendimi güçlü hissetmeme, aynı duygu düşüncede olan bizler, yani Lambdaistanbul Aile Grubu ebeveynleri öğrettiler. Saygılı olmayı, koşulsuz sevgiyi, yargılamadan ötekileştirmeden önce BİLGİ SAHİBİ olmayı ve desteği ilke yaptık kendimize.

ERKEK ARKADAŞIM: En zor kısımdan beri yanımda arkadaşım, oksijen tüpüm; zorlukları yaşarken, ağlarken, çaresiz hissederken hep yanımdaydı. Ona sonsuz teşekkürler.

ÖĞRENECEĞİMİZ BİLGİ: Cinsel yönelim nedir? Cinsel tercih nedir? OKULU CETAD …

İyi ki çocuğum gizlememiş, cinsel durumunu yani kendini benden saklamamış. Gizlenmeler ve yalan söylemeler reddedilme korkusunda kaynaklanıyor. Bence hayatta ne kadar açık olursak kendimiz ve çevremiz için o kadar iyi olur. Biz anne-babalara çok görev düşüyor. Çocuklarını reddeden, lanetleyen aileler kendinden kaçıyor, etraf yüzünden kendiyle yüzleşemiyor. Cinsel kimlik farklılığı yaşayan çocuklarımız için toplum önyargılı. Kendilerinden “namuslarıyla” çalışmaları beklenirken “namuslu bir iş bulamamaları” toplumun konuyla ilgili cahilliğinin yarattığı ikilemlerin en üzücüsü. Cinsel kimliğin, bireyin kimliğinin değişmez ve değiştirilemez bir parçası olduğunu, kişinin kendisini topluma uydurmak yerine toplumun bakış açısını değiştirmesi gerektiğini düşünüyorum. Bunun için de ebeveyn desteği lazım. Yaşam çok kısa, bırakın insanlar cinsel yönelimleri ve kimliklerini ne olsursa olsun, nasıl mutlu olacaklarsa; sağlıklı, mutlu ve güvenli yaşasınlar. Çocuklarımıza sahip çıkalım. “Başkası ne der?” ile kendimizi ve çocuklarımızı yiyip bitirmeyelim. Bilinçlenelim. Çocuklarımızla konuşalım. Konuşmalıyız; çünkü esas sapkınlıkların gizlemeler ve ötelemeler sonucunda oluştuğuna inanıyorum.

“Elalem ne der?”lere karşılık, aklımızdan çıkarmayacağımız, kendimize sürekli tekrarlayacağımız, bizi güçlü kılacak cümle (tecrübelerime dayanarak söylüyorum, ben kendimi bu cümle ile ayakta tuttum):

Cinsel kimlik asıl kimliğin çok ufak ayrıntısı. Bizi biz yapan nice özelliklerimiz var, öyle değilmi? Her zaman çoğunluk haklıdır diye bir şey yok. Unutmayalım çicekler de binbir çeşit…

Herkese sağlık, huzur diliyorum.

Eda Anne.

Ben bir anneyim.

Ben bir anneyim. Biri on yedi, diğeri on üç yaşında iki oğlum var. Kral ve Prens.Kral her zaman derslerinde, okul hayatında, sosyal etkinliklerde, gittiği dershanede ve gitmediği dershanelerin katıldığı sınavlarında hep bir numara olan, çok başarılı, popüler, karizmatik, kişiliğiyle de saygılı olan bir çocuk. Özgüvenini kazanmış, “bu taht benim,” diyebilen bir Kral.

Prens ise Kral’ın tam tersi; aynı imalathane, aynı annenin yetiştirdiği çocuklar; nasıl da bu kadar farklı olabiliyor, değil mi? Düşünmemek elde değil. Prens içine kapanık, hırçın, kaprisli, hiçbir sosyal etkinliğe katılmak istemeyen, “ya başaramazsam, başarısız olursam” korkusuyla, kendine güvenini kazanamamış, huysuz ama tatlı bir çocuk. Şimdi Prens’e özgüvenini kazandırmak için savaşıyorum.

Yalnız Kral’ın, benim de bir yıl kadar önce öğrendiğim büyük bir sorunu (!?) var. Her annenin çocuğunun küçük bir sorunu dahi olsa, anneye büyük bir sorunmuş gibi gelir. Fakat benim ve oğlumun sorunu gerçekten büyük. Bu büyük sorunu eşim, ben ve oğlum biliyor. [Bilge Remus Ka’dan Not: Bu yazıyı buraya aktardığım zamanlarda, artık kardeşim de bilmektedir.] Eşim savaşmıyor ama kabulleniyor. Bense baştan, öğrendiğim gün kabullendim ve savaşmak istiyorum. Savaşmamın sebebi ise ileriki hayatında kralımın mutsuz olmaması, acı çekmemesi. Çünkü onun mutsuz olup, acı çekmesi bana daha çok acı veriyor. O benim her şeyim. Etim, tenim, damarım, kanım, canım; ve canımdan bir parça. Kralımın gözünden akan bir damla yaş için dünyayı yıkarım. Oğlumun sorununu öğrendiğim ilk gün ve şimdi, bu sözü hala söylüyorum. Kralıma, “sen benim oğlumsun, senin için dünyayı karşıma alırım, sokakta yatarım ama senden asla, asla vazgeçmem. Seni bırakmam,” diyorum.

Şimdi gelelim bu büyük sorunu nasıl öğrendiğime.

Kralım bir gün dışardan eve geldi, kendini koltuğa yüzyukarı atıp, yüzünü ve gözlerini saklayarak içini çeke çeke ağlamaya başladı. Çok şaşırdım çünkü hayat dolu bir çocuktu. Oğlumu bu kadar üzen neydi? Kim olabilirdi? Oğlumla konuşmaya başladım; “ne oldu oğlum? sorunun ne? okulda mı yoksa özel hayatında mı problem var? neden bu kadar üzgünsün? kim ağlattı seni?” diye onun saçını okşayarak sorular sorup durumunu öğrenmeye çalışıyordum. Oğlumsa bana, “imkansız anne imkansız” diyerek cevap verdi. [Bilge Remus Ka’dan Not: ee, şey; o zamanlar küçüktüm. bilmiyordum. hiçbir şeyin imkansız olmadığını bilmiyordum.] Ben de ona “nedir imkansız olan? bir kız mı girdi hayatına? kimmiş bakalım bu kız, benim oğlumu kendine aşık edip ağlatacak kadar,” diyerek onu anlamaya, sorununu bulup çözmeye çalışıyordum. Çünkü oğlum bu yaşına kadar böylesine duygu dolu acı çekip ağlamamıştı. Ama imkansız dediği sorun neydi? Bence insan isterse imkansız denilen hiçbir şey yoktur. Bunları oğluma bir şekilde onun anlayacağı gibi anlatmaya çalıştım. “Oğlum göz yaşı döktüğün bir kısa, birbirinizi seviyorsanız sabredip okuyup, mesleklerinizi elinize aldıktan sonra evlenirsiniz. Gerçek sevgiyse beklemesini bilmelisiniz. Dünyanın öbür ucunda da olsa, sevginiz varolduğu sürece onu alır geliriz, imkansız bir şey yoktur. İmkansızlıkları insanlar kendileri yaratır,” diyerek yarasına merhem olmaya, gözyaşlarını dindirmeye uğraşsam da pek başarılı olamadım. Çünkü oğlum dönüp dolaşıp yine imkansız diyordu, ben imkansız desem de.

Kralım uzun süren telefon konuşmaları, mesajlaşmaları devam ederken bir gün bilerek telefonu benim odama bırakmış, mesajlarını da silmemiş. Tabii ben de onun izni olmadan mesajlarını okudum. Çok üzüldüm. Üzülmemin sebebi ise arkadaşından gelen mesajların acı dolu olmasıydı. Arkadaşı, “kendimi öldüreceğim, sensiz yaşayamam, senin yanına kaçıp geleceğim, ailem öğrenirse beni yaşatmaz, seni çok seviyorum,” gibi çok acı, ölüm kokan, korku dolu kelimelerdi. Sonra oğlum uyandı, kalktı. “Oğlum seninle konuşabilir miyiz çok önemli. İstemeyerek de olsa, senin iznin olmadan mesajlarını okudum. Ama şundan eminim ki, senin mesajlarını okumamı istediğin için özellikle telefonu odama bıraktın. Yine de iznin olmadan okuduğum için özür dilerim,” demeyi de ihmal etmedim. Oğlum da, tahmin ettiğim gibi öğrenmemi, okumamı istediği için telefonu odama bıraktığını itiraf etti. Sonra oğlumla konuşmaya başladık uzun uzun. Oğluma, arkadaşının yazdığı mesajların çok kötü, üzücü olduğunu, yaşlarının çok küçük olduğunu, daha okuyacaklarını, önlerinde güzel bir geleceğin onları beklediğini, beklemeyi, sabretmeyi öğrenmeleri gerektiğini anlattım. Oğlum beni dinledikten sonra, “anne, beni yani oğlunu ne kadar tanıyorsun? Benim içimdekileri biliyor musun? Duygularımı, düşüncelerimi anlayabilir misin? Ha? Söyle anne, benim çektiklerimi biliyor musun? Oğlun ne acılar çekiyor, bunalımlara giriyor, bunları fark ettin mi? Anlayabilir misin beni anne? Gerçekler farklı, beni hiç tanımıyorsun. Gerçeği öğrenirsen kaldıramazsın, şoka girersin, bunalım geçirirsin. Boşver anne, boşver,” diyerek beni şaşırttı.

Oğlumu nasıl tanıyamazdım bu yaşa kadar? Onu ben getirdim bu dünyaya, ben büyüttüm. Benim bilmediğim, farketmediğim neydi? Düşünceleri, duyguları, içinde yaşadığı acıları, bunalımları, beni şoka uğratacak, kaldıramayacağım kadar ağır olan sorun neydi? Demek ki benim bu zamana kadar bilmediğim, farkında olmadığım, oğlumun iç dünyasında, beyninde, ılık bir rüzgar değil de, etrafını sarsacak kadar kuvvetli bir fırtına varmış. Ve bu fırtınanın, oğlumu kuru bir yaprak gibi sağa sola savurmasından korktuğu için, sığınacağı en güvenli liman olan anne kucağını seçmiş. Çünkü beynindeki fırtına artık çok daha kuvvetli esmeye başlamış, bu fırtınaya tek başına karşı koyamayacağını anladığı için benim, yani annesinin öğrenmesini istemiş. Oğluma, “benim bu zamana kadar kaldıramadığım hiçbir şey olmadı. Her şeyi, tüm yükü tek baıma kaldırdım. Ben kuvvetli bir anneyim. Senin sorunun ne olursa olsun kaldırabilirim ve şunu asla unutma, ben senin her zaman yanındayım, seni asla bırakmam. Şoka girmeyeceğim. Sorununu anlat, bilmek istiyorum,” diyerek ısrar ettim. Her ne kadar beni üzmek istemese de, artık çok bunaldığı için, ısrarlarıma karşı koyamayarak tek bir cümleyle anlattı. “Anne, telefonda konuştuğum, mesajlaştığım, senin mesajlarını okuduğun arkadaşımın ismi Can,” dedi. Ben de, “kıza erkek ismimi koymuşlar, olabilir; bazen de erkeğe kız ismi koyuyorlar, bunda bir sorun yok,” diye cevap verdim. Ama oğlum ısrarla “Anne, adı Can,” diye tekrarladı, tekrarladı. Bir an durdum, düşündüm. “Oğlum, bu sevdiğin arkadaşın erkek mi?” diye sordum. Oğlum da, “evet anne,” dedi. Oğlumun evet demesiyle çok şaşırdım, şoka girdim, yıkıldım, gözlerim boşluğa baktı kaldı. Ama hemen toparlanmam gerekiyordu, çünkü karşımda benim canımdan, kanımdan doğurduğum yeşil gözlü bir kral, bir çocuk bana bakıyordu, tepkimi ölçüyordu.

Onun için yıkılmamam, ayakta dimdik durup, bu yük ne kadar ağır olursa olsun taşımam gerektiğini biliyordum. Çünkü ben bir ANNEYİM. Bir çocuğun fırtınalardan korkup sığınacağı en güvenli LİMAN, o benim işte.

Oğlum bana, “bak gördün mü anne, sana demiştim kaldıramazsın, şoka girersin, bu yük farklı bir yük. Her zaman taşıdığın, kaldırdığın yükler gibi değil; çok farklı ve ağır. Anne, senin üzülmeni istemiyorum. Üzüleceğini bildiğim için bu zamana kadar kendimi gizledim. Ama artık çok fazla geliyor; onun için sana açılmak istedim. Ve bu sebepten telefonu senin odana bıraktım,” dedi. Ben de oğluma, “neden, niçin, nasıl böyle bir durumun olduğuna karar verdin? Bu nasıl bir şey oluyor? Ne demek, bana bunları açıklar mısın? Bu durumun bir hastalık mı, tedavi olması mümkün mü? Bu durum fiziksel mi yoksa duygusal mı? Ne zaman farkettin kendindeki değişikliği? Suçlu biz miyiz acaba, bu duruma sebep olabilir miyiz, nerede hata yaptık, neyi yanlış yaptık? Doğuştan mı yoksa sonradan mı?” Buna benzer sorular aklıma birden yığıldı kaldı. Ve oğluma sordum, sordum… Bana kendi çabasıyla edindiği dünyaca ünlü profesörlerin bilgilerini anlattı ve kısa zaman sonra bu doktorların açıklamalarını bulup yazılı bir dosya olarak getireceğim dedi. Bir süre sonra bahsettiği profesör doktorların yazılarını bana getirdi. Ama oğlumun ileride mutsuz bir hayat sürmemesi için savaşmam gerekiyordu. Normal bir erkek olması mümkünse, oğluma “beraber bu sorunu aşabiliriz, elele verip savaşalım oğlum,” diye teklif yaptım. Ama oğlum, “olmaz, mümkün değil anne. Bu bir hastalık değil, hiçbir tedavisi yok tıpta. Zaten tıp da, biliyorsun, hastalık olarak kabul etmiyor,” diye cevap verdi.

Benim oğlum bir GEY, yani EŞCİNSEL.

Bu zamana kadar eşcinsel kelimesini duymuştum. Ama gey kelimesini duymamıştım. Oğlumda öğrendim. Gey, lezbiyen; bu tür insanlar kendi hemcinslerine ilgi duyan kişiler. Ve aramızda farketmesek de bu tür insanlar çok var. Topluma aykırı olduğu için kendilerini gizlemek zorunda kalıyorlar. Ben bu sorunun içinde olduğum için bütün çocuklarımızı daha yakından tanıma fırsatı buldum. Kendimi şanslı mı yoksa şanssız mı görüyorum bilemiyorum. Tek bildiğim bir şey var, bana Allah’ım böyle bir evlat verdiği için şükretmek zorundayım.

Oğlumun çok yakın bir arkadaşı var. Transeksüel bir erkek. O da bana durumunu rahatlıkla anlattı. Çok tatlı, zeki, bence ileride adını duyurabilecek bir kişi olacak.

Peki burada suçlu olan kim? Anneleri hamile bırakan babalar mı, babaların spermleri mi; hamile kalan anneler mi, annelerin yumurtaları mı? Bu tür çocukları doğuran anneler mi yoksa doğan çocuklar mı? Kim suçlu bu durumda? Eğer Allah’a, yaradana inanıyorsak, Allah’ın bize verdiği, sunduğu nimetleri göz ardı etmeyerek görebiliyorsak, işte o zaman bu tür çocukları da bize Allah verdi. Allah’ın verdiği her şeye razıysak, şükür ediyorsak, bize böyle evlatlar verdiği için şükretmemiz gerektiğini bilmemiz lazım. Suçlu kimse yok. Eğer suçlu arıyorsak, suçlu bizleriz. Toplum olarak bu çocuklarımızı dışlayarak ittiğimiz için.

Şimdi burada benim bir anne olarak, çok üzüldüğüm bir noktaya değinmek istiyorum. Bu çocukları bizler doğurup, büyütüyoruz. Birer yetişkin insan yapıyoruz. Yetişkin insan olduktan sonra ellerine mesleklerini alıp başarılı oluyorlar. Birçok insan tanıyorum bu durumda. Ama hep bir bunalım yaşıyorlar. İçlerinde korku ve yalnızlık. Kendilerini yıllarca ailesinden gizleyen, korku içinde yaşayan binlerce çocuk, yetişkin insan var. Ben bu durumda olan yetişkin birini örnek olarak anlatmak istiyorum. Yıllarca ailesinden kendini gizlemiş. Hemen hemen hayatının yarısına gelmiş, acılarını hep içinde tek başına yaşamış. Ailesine defalarca durumunu anlatmak istemiş ama korkmuş. Korkusu ise ailesinden reddedilmek, itilmek. Ve en sonunda bir gün cesaretini bulup annesine anlatmış. Tabi, korktuğu başına gelmiş. Annesinden çok büyük tepki almış. Annesi defalarca intihara kalkışmış. Bu yetişkin, aklı başında insan şimdi hala çok büyük üzüntüler yaşıyor ve mutsuz. Annesini çok seviyor ama annesi onu anlamıyor. Burada bu anneye ve böyle çocukları doğuran annelere seslenmek istiyorum. “Neden Allah’a karşı geliyorsunuz? Bu çocukları ben, sen, bizler doğurup Allah yaratmadı mı? O zaman niçin şükretmeyi bilmiyorsunuz? Çocuklarınıza karşı geleceğimize, yanlarında olup destek olmamız gerekmiyor mu? Zaten toplum dışlıyor onları, bir de biz anneler dışlarsak, itersek onlara kim kucak açar, kim tutar ellerinden? Üzüntülerini, sıkıntılarını bize anlatamayacaklar da kime anlatacaklar? Bu suçsuz çocuklarımız sorunlarını bizlerle paylaşamadıkları zaman, bizler onları dışarı itmiş oluyoruz. Dışarıdaysa onları bekleyen bir sürü aç kurt, karanlık kuyular, leş kokan çöplükler.

Lütfen anneler, babalar, aileler ve yaşadığımız toplum. Lütfen bu çocuklarımıza kucak açalım, dışlayıp itmeyelim. N’olur biraz daha duyarlı, anlayışlı olalım.

Bu çocuklarımıza yardımcı olursak, ileride onları bekleyen köprü altlarından, düşecekleri karanlık kuyulardan, leş kokan çöplüklerden kurtarıp, hayatta başarılı, dimdik ayakta duran, güvenilir birer birey, yetişkin, mutlu insanlar olarak yaşama kavuşturabiliriz.

Kaynak: http://bilgeka.blogspot.com/, 9 Subat, 2009