“Çocuğum Daima Benim Çocuğum”

Eşcinsel evlatlarıyla barıştılar; kendileriyle barıştılar. “Çocuğumun Derneğine Dokunma” diyerek çocuklarını örgütlü mücadelelerinde yalnız bırakmadılar. Artık kendileri de örgütlü…

LİSTAG, “Lambda Aile Grubu” bir zamanlar hayalimiz olan bir şeyin nihayet gerçeğe dönüşmesiydi. Onlar artık bizimle sokağa çıkıp bizimle birlikte gurur duyuyorlar.

Grubun ailelerinden biri de Öner Ceylan’ın anne ve babası. Şule Ceylan; 59 yaşında, ressam. Ömer Ceylan; 66 yaşında, emekli ekonomist. Açılma sürecini ve sonrasını Öner’le değil; onlarla konuştuk. 1998 yazından bugüne neler değişti onların ağzından dinleyelim istedik.

Öner’le cinsellik konusunda rahatça konuşabiliyor musunuz?

Ömer Ceylan: Maalesef yeterince konuşabildiğimi düşünmüyorum. Çünkü bugüne kadar oluşmuş önyargıları ve tabuları yıkamadığımı düşünüyorum.

Şule Ceylan: Oğlum ilkokul 4. sınıftaydı. Bana “genlerin anneden çocuğa nasıl geçtiğini anlıyorum ama babadan nasıl geçiyor?” diye sormuştu. O gün onu tatmin edecek şekilde ve bana göre oldukça cesur yanıtlar vermiştim. Çok gençtim ve belki bu yüzden daha cesurdum. Ama sonraki yıllarda, hayır, ne yazık ki cinsellik konuları ne kızımla ne de oğlumla konuşabildiğimiz konulardan olamadı.

Toplumda cinsel yönelimleri ve cinsiyet kimlikleri nedeniyle baskı ve ayrımcılığa maruz kalan LGBTT bireyler, en fazla ihtiyaç duydukları, en yakın oldukları kişilere; ailelerine bile gizli olmak, yalan söylemek zorunda kalıyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ömer Ceylan: LGBTT bireylerin ailelerine bile açılamamaları tam bir felaket ve uzun sürecek bir travmanın başlangıcı. Eğer çocukları ile sağlıklı iletişim kurarlarsa kendilerine yalan söylemelerinin önüne geçebilir ve onlarla sağlıklı iletişim kurabilirler. Ancak toplumumuz maalesef “başkaları ne der” (komşular, akrabalar, vs.) diyerek, başkalarının değer yargıları ile yaşamaktadır. Kendi değer yargılarına ve çocuklarının düşüncelerine daha fazla değer vererek çocuklarını kazanabilirler. Aileler çocuklarını anlamaya çalışarak onlarla daha iyi iletişim kurabilirler.

Şule Ceylan: Kişilerin kimliklerini gizlemelerinin, bir yalanla yaşamalarının çok korkunç olacağını, onları kendi gerçeklerinin dışına itmenin, toplumun en büyük ayıbı olduğunu düşünüyorum. Öncelikle de ailelerin çocuklarına destek vermeleri, onların yanında yer almaları ve tüm sevgileriyle çocuklarının hayatlarını yaşamalarına yardımcı olmaları gerektiğini düşünüyor, bunu diliyorum.

Öner’in size açılma sürecinde neler yaşadınız?

Ömer Ceylan: Önce kız arkadaşının olmaması gibi bazı durumlardan şüphelendim. Ama üzerinde durmadım. Ancak öğrendiğim zaman olumsuz bir tepki vermedim. Çünkü benimsediğim hayat felsefeme göre her birey özgür iradesiyle hayatına yön verir ve onu yaşar. Söylediğim tek şey, zor bir hayatının olacağı oldu. Çünkü toplumumuzun yetişme tarzı ve önyargıları çok olumsuz. Çocuğum daima benim çocuğum. Acısı da sevinci de benim acım ve sevincim olduğu için iletişimimizde bir sorun olmadı.

Şule Ceylan: Oğlum bize açılmadan uzun bir süre önce onun eşcinsel olduğunu hissetmiştim. Fakat bu durumu hiç bilinç düzeyime getirmedim. Düşünmezsem, konuşmazsam sanki onun eşcinselliği engellenecekti. Belki de durumu yok varsayıyordum. Sonra evine uğradığım bir gün yatağında oldukça yüksek bir yastık daha olduğunu gördüm. O anda artık inkâr edemeyeceğim gerçekle karşı karşıyaydım. Artık kabullenmek zorundaydım. Ve geceleri yatağıma yattığım zaman dua etmeye başladım, oğlum düzelsin diye. Bu kadar detaylı anlatmamın nedeni bizlerin de bu konuda ne kadar bilgisiz olduğumuzu ve çaresiz hissettiğimizi vurgulamaktı. O bize açıldığında ben ilk şoku atlatmıştım. Ama bugünkü duruma gelmemin çok kolay olduğunu söyleyemem.

Öner’in eşcinsel olduğunu öğrenmeniz eşcinseller ve eşcinselliğe dair düşüncelerinizi değiştirdi mi?

Ömer Ceylan: Oğlum açıldıktan sonra bilgilerimin çok yetersiz olduğunu, ayrımcılığın boyutlarını gördüm ve bilgilenmeye çalıştım. Bilgilendikçe de eski önyargılarımdan sıyrılıp onun ve arkadaşlarının örgütlü mücadelesini destekledim.

Şule Ceylan: Önceleri eşcinsellik konusu hakkında hemen hemen hiçbir şey bilmiyordum. Toplumda tanıdığım iki örnek vardı. Zeki Müren’in sanatçı kişiliğine saygı duyuyordum. Cinsel kimliği beni fazla ilgilendirmiyordu. Bülent Ersoy ise cesareti ve duruşu ile takdir ettiğim bir insandı. Zaten eşcinselliğin daha çok travestilik olduğunu zannediyor ve de bana çok uzak bir konu olduğu için de ilgi alanımın dışında tutuyordum. Şu anda hayatımın önemli bir konusu. Oğlum sayesinde çok bilgilendim. Cinselliğin sınırlanmasını, bu konudaki dayatma ve tabuları çok yanlış buluyorum. Herkesin seçimlerini özgürce yaşayabilmesi gerektiğini insan hakları bağlamında savunuyorum.

Ailelerin çocuklarını evlendirme, askere gönderme, torun sahibi olma gibi toplumsal beklentileri karşısında siz ne düşünüyorsunuz?

Ömer Ceylan: Başkalarının değer yargıları ile yaşamamayı öğrendiğim ve bireylerin özgür iradeleri ile seçtikleri hayatı yaşamaları gerektiğine inandığım için bunlar beni ilgilendirmiyor. İsteyen evlenir, istemeyen evlenmez.

Şule Ceylan: Bu konularda oğlumun beni eğittiğini kesinlikle söyleyebilirim. Kendimi ondan gelen eleştiri ve bilgilere her zaman çok açık tutuyorum. Oğlum askere gittiğinde henüz açılmamıştı. Şimdi vicdani retçi olsaydı ne yapardım, onu destekler miydim, doğrusu bilemiyorum. Ama şunu bildiğim kesin; acı çekmesini hiç istemem. Kendi hakkında vereceği kararı desteklerdim herhalde. Evlenmeyeceğini biliyorum. Eşcinselliğini gizleyerek evlenmesini asla istemem. Ama bizim ülkemizde ya da bir başka ülkede eşcinsellerin evlenmelerini ya da özgürce beraber olabilmelerini çok isterim.

Ve son söz…

Ömer Ceylan: Toplumu bilinçlendirerek, hiç kimsenin ayrımcılığa uğramadan hayatını yaşaması adına mücadelenizi sonuna kadar destekliyorum.

Röportaj: Barış Sulu

Kaos GL Dergisi / 102. Sayı

Birinin ne olacağı 3-4 yaşında bellidir

“Eşcinsel yakını olmak” yazı dizisi / Ümran Avcı / HaberTürk / 19 Ekim 2009
“Eşcinsel yakını olmak” yazı dizisi / Ümran Avcı / HaberTürk / 19 Ekim 2009

İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Şahika Yüksel, eşcinsellik ve transseksüellikle ilgili bilinmeyenleri ve yanlış bilinenleri anlattı.

 

 

 

 

 

 

 

‘EŞCİNSELLİK HASTALIK DEĞİL”

Eşcinsellik bir hastalık mıdır?

Dünya Sağlık Örgütü’nün hastalık sınıflandırmasına göre, eşcinsellik bir hastalık değil. Ne “hastalık” ne de “ruhsal hastalık” sınıflandırmasında “eşcinsellik” var. Bu 40 yıla yakın bir zamandır böyle.

Neden hastalık gibi görünüyor veya bu şekilde ifade ediliyor?

Toplumda tek tip insan isteniyor ve çoğunluk olanların “normal” olduğu söyleniyor. Eşçinsellerin oranı heteroseksüllerden daha az ama bu anormal oldukları anlamına gelmez. Çok olan normal, az olan anormaldir diye ifade edilirse sarışınların çok olduğu bir ülkede zen cilere anormal diyeceğiz. Eşcinsellik niye hastalık olarakdüşünülüyor? Toplumun yalnızca yüzde 10’u eşcinsel olduğu için değil. Toplum, cinsellik konusunda kendini diğer insanların bekçisi gibi görüyor.

Eşcinseller cinsel yönelimlerini ailelerine itiraf edebiliyor mu?

Şöyle bir gerçeklik var ki, kişi kendisinden başka bir şey olamaz. Yani karşı cinse yönelen insanlar heteroseksüeldir ve onları eşcinsel ya da transseksüel yapamazsınız. Eşcinseller için de bu geçerli.

‘ADlNI KOYMAK ZAMAN ALIR’

Bir kişinin ne olacağı 3-4 yaşlarında bellidir. Bunun adının konulması, kişinin kendisini keşfetmesi ve talep etmesi zaman alır. Bir çocuk 12-13 yaşında “Ben kadın bedenine sahip olmak istiyorum” diyorsa bir ruh sağlığı uzmanı eşliğinde takip edilmesinde yarar var. Çocuklar son derece akıllıdır ve genelde ailelerin kaldıramayacağı şeyleri onlara söylemezler. Onun için de kendi.cinsini beğendiğini ailelerine söylemeyecektir. İki nedenle söylemeyecektir: Bir, “Ailem çok sert. Bana kötü muamele edecekler”; iki, “Annem babam beni seviyor. Eşcinsel olduğumu öğrenirlerse çok üzülürler.

Aileler gerçeği öğrendiklerinde ne yapıyor?

Üzülüyor ve önce kendilerini suçluyorlar; bir bölümü de çevreyi.

Bunun kötü anne, baba olmakla ilişkisi yok. Yetersiz anne babalar tabi ki çocuklarının gelişimini bozarlar ama cinsel kimliğini değiştirebilme yeterlilikleri yoktur.

Ailelerin beklentisi ne?

Daha okumuş, eğitimli ve bilime inanan aileler genellikle çocuklarına  karşı çok katı oluyorlar. Çünkü “Bilim var, tıp gelişti, istediğimizi yapar” diyorlar. Kendilerini ve çocuklarını hırpalıyor, manevi baskı uyguluyorlar.

Bizden bilgi almayagelip işbirliği yapan aileler, danışanların belki 20’de biri. Bir iki kere geliyor, mesajı beğenmeyip gidiyor. Piyasada “Eşcinselliği değiştiririm” diyen “profesyoneller” bulmaları mümkün.

İNTiHAR ORANI YÜKSEK

Bu tür örnekler de cinsel yönelimi saklamaya itiyor.

Bir çocuk ailesine söylemezse kendisini zorla değiştirecek doktorlara gıtmek durumunda kalıyor. Eşcinsel gençlerin ergenlik devresinde heteroseksüel gençlerden daha yüksek oranda intihar ettiğini biliyoruz. Yurtdışındaki çalısmalara göre, eşcinsel ergen, anne babasına açıklamışsa intihar riski daha fazla. Bu da aile baskısının ne kadar zarar verici olduğunu gösteriyor.

‘Çocuğunuzu olduğu gibi kabul edin’

Ailelere mesajınız?

Çocuğunuzu olduğu gibi kabul edin. Çocuğunuzu başka bir şey yapmak, başka bir cinsel kimliğe taşımak mümkün değildir. Çocuğuna destek olan aileler sayılı. Çocuk erkekse “Bir kadınla ilişkiye girerse erkekliği kabul eder” düşüncesi var.

Transseksüel olmak için nasıl bir süreç var?

Üçlü bir süreç var. Önce “Evet, bu bir transseksüeldir” diye bir değerlendirme lazım.

Transseksüelse ameliyat sonrasına hazırlanması lazım. Onun için hormon –kullanımı var. Doktor takibinde olması gerekir. Sonra da ameliyat ve nüfus cüzdanı değişimi geliyor.

‘Kadın olup tesettüre giren oluyor’

Dini inançları kuvvetli kişilerede süreç daha zor olsa gerek. Kişi dindar olduğunda çok zorlanabiliyor. İnançları arttığı ölçüde intihar riski artıyor. Transseksüellerle ilgili iki ayrı şey var. Erkekten kadına geçen transseksüeller arasında “Ben dini bütün biriyim” deyip tesettüre girenler oluyor. Kadın olarak tesettürlüyken gelip erkek olarak gidenler de olabiliyor.

Transseksüellik nedir?

BAZI kişiler diyorlar ki, “Ben kadın bedeninde doğmuşum ama kendimi erkek hissediyorum” ya da , “Erkek bedeninde doğmuşum ama kendimi kadın hissediyorum” Bu, erken yaşlarda belirlenen bir durum.

Transseksüelitenin bugün ruhsal hastalıklar sınıflandırmasında bir yeri var. Diyorlar ki, “Tıbbi bir işlem yaparak beni erkekten 1 kadına cevirin.” Doktorların bunu yapabilmesi için kişinin doğduğu bedende yaşamasının ruh sağlığının bozulmasına neden olacağına karar vermesi lazım. Tıbbi müdahale süreci hormon tedavisi, psikolojik danışmanlık ve cerrahi müdahale şeklinde oluyor.

“Eşcinsel yakını olmak” yazı dizisi / Ümran Avcı / HaberTürk / 19 Ekim 2009

“Oğlum, kızım oldu, sutyenini kendim taktım”

Hikâyeniz nasıl başladı?
2006’da işyerimde beyin anevrizması geçirdim. Su almaya mutfağa gittim, bardağımı çalkalarken damarım patladı. Tıbbın benden umudu kesmesine rağmen, iki beyin ameliyatı geçirdikten sonra yaşama yeniden bağlandım.

Kaç çocuğunuz var?
İki. Büyük oğlum 1986’lı. Avusturya’da okuyor. Viyana Teknik Üniversitesi’nde hem endüstri makine hem de tıp fakültesini birlikte götürüyor. 1990’da “biyolojik olarak erkek” bir çocuğumuz daha doğdu. Karadeniz’in küçük bir kasabasında
yaşıyordum. Çocuklarımın babası doktordu. Anlaşamadık çocuklarımı aldım, “Bir tabak çorba parası kazanırım” deyip İstanbul’a geldim. Yıl 1997’ydi. Lise mezunuydum, AÖF sınavlarına girdim, halkla ilişkiler bölümünü bitirdim. Bilgisayar kursuna gittim. Sonra da sigortacılık mesleğini öğrendim.

Ve sigortacıda çalışırken beyin kanaması geçirdiniz. Sonra?
Ameliyattan sonra evime geldim. Küçük çocuğum 16 yaşındaydı. Karşıma geçip oturdu. Ağlıyordu. “Anne benim bedenim başka ben başkayım” dedi. “Bu ne demek?” diye sordum. “Anne ben aslında kızım” dedi. Boşanmaktan, beyin kanamasından, parasız kalmaktan daha zor.

Şok…
Hayatımı alt üst etti. Fakat tedirginliğimi belli etmedim. “Merak etme ben bir çare bulurum” dedim. Sırtını sıvazlayıp gönderdim. Sonra tıraşlı kafamı zor kaldırarak bilgisayarın önüne oturdum.

Ne olduğunu internetten mi öğreneceksiniz?
Evet, çünkü ben transseksüel nedir bilmiyorum. Ben asker çocuğuyum. Katı disiplin içinde büyümüşüm. “Bedenim başka ben başka”, “Ben aslında kızım” laflarını google’a yazıp aradım. Sonra beş parasız, dört kredi kartımla İstanbul’da gezmediğim psikiyatrist kalmadı.

Nasıl bir çocuktu?
Özel bir kolejde burslu okuyordu. Efendi, terbiyeli, çalışkandı. Ben hastalanmadan önce anoreksiya oldu. Yemiyor, kilo almak istemiyor, su içip kepek ekmeği yiyordu. Bu arada Marmaris’ten arkadaşlarım geldi. İki de kızları var. Fakat benim çocuğumda bir aksilik, yorganın altından çıkmıyor. Meğer kızları kıskanıyormuş. Onlarla bir alışveriş merkezine gittik. Tişört alalım diye tutturdu. Kabine girdi. İkinci bir tişört götürdüm ve kabinin önünde kalakaldım. Çocuğumun iki tane göğsü çıkmış. “Aaa, bu nasıl olmuş?” dedim. Sonra öğrendim, eczaneden doğum kontrol ilacı alıyormuş, göğüs yapsın diye. Sonunda Çapa’da Cinsel Kimlik Tedavi Merkezi’nde Prof. Dr. Şahika Yüksel’e gittim.

Sonra?
Doktor önce çocuğumu sonra beni çağırdı. “Senin çocuğun transseksüel, kabule geç” dedi. Odadan çıkıyorum ama bacaklarım tutmuyor. Titriyorum. Onkolojinin parkında oturdum. Böğüre böğüre ağladım. O kadar ağlıyorum ki, çevredekiler “Başınız sağ olsun” diyordu. Neye ağladım biliyor musunuz? 9 Temmuz 2007’de 16 yaşındaki oğlumu, evladımı kaybettim. Aynı gün koskocaman bir kızım doğdu. Bu kızı nasıl büyüteceğim diye ağladım. Asker bir baba, ‘Elalem ne der?’i bol bir anne, çevre, oturduğum semt çocuğun okulu, parasızlığım, yalnızlığım, her yer karanlıktı.

Kaşını almasını öğrettim

Kızınızla neler yaşadınız kabullenme döneminde?
Yatağının altında cımbız, yastığının altında törpü bulduğumda tuhaf oldum. Sonra “Oğlun gitti, o öldü” dedim. Gittim makyaj çantası aldım. Nasıl kaş alınacağını gösterdim. Çünkü biliyorum ki ben bunları ona sağlayamazsam dışarıda, sağlıksız ortamlara girip çıkacak, o zaman daha da içim yanacak. Ben içim baştan yansın diye düşündüm. Hatta gittim, pazardan renkli renkli sutyenler aldım. Dolgulu sutyenleri ellerimle seçtim. İlk sutyeni ona takarken, öğretirken “Bak yavrum bu
böyle bağlanıyor, böyle ayarlanıyor” dedim. Ancak içimden de “Allah’ım ben ne
yapıyorum?” diye kahroluyordum. Sonra yine ‘Öbürü öldü, gitti’ diyordum. Onun bunlarla mutlu olduğunu görünce, ben de mutlu oluyordum.

Okuldan almak zorunda kaldım

Peki nasıl kabullendiniz?
Çocuğumun penceresine geçtim. O nasıl uyacak çevreye, okula? Emzirirken “Sana bir şey olsa canımı veririm” diye baktım. Daha sınavımın bitmediğini anladım. Sonra “Benim çocuğum kızmış, elbisesi yanlış dikilmiş” deyip kızımın
elinden tutmaya karar verdim.

O kadar kolay mı?
Hiç kolay değil. Deniz kenarında günlerce ağladım. Lise 2’yi bitirmişti. Çocuğumu
okuldan aldım.

Neden aldınız okuldan?
Çünkü tırnaklarını uzatmaya, saçlarını oksijenle açmaya başladı. Abartı başladı. Bir dershaneye gittim. “Böyle bir çocuğum var” dedim. Dışarıdan liseyi bitirdi sonra da üniversiteye hazırlandı. Çapa’da da iki yıllık uyum sürecine başlandı. Ve üniversite sınavı geldi çattı Sınava girerken doktorundan “Fakültemizde takip edilmektedir” diye bir yazı aldım. Nüfus cüzdanı mavi, kendi pembe. O kadar
gergindi ki, beklediği o lafı söyledim: “Kızım heyecanlanma…”

Kazandı mı peki sınavı?
İstanbul Üniversitesi’ni kazanmıştı ama dershanedeki hocaları cinsel kimliği nedeniyle zorlanabileceğini söyledi. Vakıf üniversitesine göndermeye karar verdik.
Transseksüel kimliğini bir tek dekan biliyor. Bu arada kız ismini aldı. Çapa’daki psikiyatri heyeti iki yılda veriyor onayı. Şu an hormonlar veriliyor

Anneannesi bağrına bastı

BU süreçte büyük oğlum bana çok destek oldu. En başta dedesini bilinçlendirdi. Babam “Kızım çocuğunun elini sıkı tut” dedi. Annem ise çok kızdı. Sonra bir bayram bizi kabul etti. Kızım ‘Ne giyineyim anne?’ diye sordu. “En şatafatlı eteğini giy ve kırmızı rujunu sür” dedim. Anneanne bizi kapıda karşıladı. “Ben hep bir kız torunum olsun istiyordum” deyip bağrına bastı kızımı. 68 yaşında bir kız toruna sahip oldu.

Evladınızdan vazgeçmeyin
Önce çocuğum dedim, sonra kız demeye başladım. Baktım hoşuna gidiyor, Kız buraya gel, kız şöyle yap demeye başladım. Hem kendim alışıyorum hem onu sevindiriyorum. Babasına gelince… Kızını sadece mail attığım fotoğraflarda gördü. Ben de oğlumu özleyince fotoğraflarına bakıyorum. Kızım oğlumun fotoğraflarının bir kısmını yırttı. Sakladıklarıma bakıyorum gizli gizli. O yokken. Bir de sünnet gömleğini saklıyorum. Gizli gizli ağlıyorum ama kızım oğlum için ağladığımı bilmiyor. Anası olmayanın hiçbir şeyi olmuyor. Ne işi, ne dostu, ne yasası,
hiçbir şeyi. Bu nedenle ne olursa olsun evladınızdan vazgeçmeyin…

Ümran AVCI / GAZETE HABERTÜRK, 17.10.2009

http://www.haberturk.com/haber.asp?id=179978&cat=200&dt=2009/10/17

Gecirdigi beyin kanamasi nedeniyle hala hastanede yatan arkadasimiz Aydin’in annesinden bir mektup…

Ulrike (Aydın’ın annesi): Aşağıdaki yazıyı aylar önce yazmıştım. Aydın 13.09.2009 da ağır bir beyin kanaması geçirdi. Ameliyat oldu, bizler şimdi onun uyanmasını bekliyoruz. Hayat bize neler getirir hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Lütfen, sevgili anneler, babalar ve yakınlar, sevdiğinizi tanıma şansını kullanın. Biz şu an, onu beklediğimizi ve sevdiğimizi bildiğini biliyoruz.

OĞLUM

Oğlum Aydın, ilk cinsel deneyimini arkadaşımın oğluyla yaklaşık onbir yaşındayken yaşamıştı. Arkadaşımın oğlu annesine anlatmıştı ve ikisi yaşananları anlatmak için bize gelmişlerdi. Büyük kızım ve ben hayretler içinde kalmıştık, bir müddet söyleyecek kelime bulamadık, korkmuştuk. Ayrıca inanamamıştık. Tabii bu durumu Aydın’a hemen sordum. Arkadaşımın anlattıkları doğru muydu? Korkmuştu, şaşırmıştı, sanırım öğreneceğimizi düşünmemişti. Defalarca ona bana gerçeği anlatabileceğini söyledim. Hala onun, bizim için korku dolu o günde, neler düşündüğünü ve hissettiğini bilmiyorum. Sonunda böyle bir ilişki yaşadığını söyledi bana. Evet, arkadaşıyla cinsel bir deneyimi olmuştu. Hemen gittim arkadaşımı sakinleştirdim, her şeyiyle ilgileneceğime dair söz verdim. Ama nasıl ilgilenebilirdim? Ne yapmam gerekirdi? Bunları bilmiyordum… Tabii ki önceleri eşcinsellik hakkında bir şeyler duymuştum; geyler ve lezbiyenler vardı… Kesinlikle onlara karşı bir  önyargım da yoktu. Fakat insanın kendi oğlu eşcinselse ne yapılabilirdi bilmiyordum. Eşim o tarihte Almanya’ya gitmiş, şansını orada denemek istemişti. Tek başıma oğlumla ilgilenmeyi deneyecektim. İyi ki büyük kızım hep yanımdaydı, bütün ‘yol’ boyunca bizi yalnız bırakmadı.

O günün gecesi çok zordu. Korkuyordum. Ne yapmam gerekiyordu bilmiyordum. Ne olacağını bilmiyordum. Şansımıza eşim evde değildi artık. Yoksa neler olurdu tahmin edemiyorum. Geceyi ağlayarak geçirdim.

Ertesi gün, küçük kızımı ve Aydını okula yolladıktan sonra, büyük kızımla oturduk, düşündük ve bir psikologa gitmeye karar verdik. Gittiğimiz Psikolog Aydın’ın belki de eşcinsel olmadığını ve bir çeşit cinsellik merakı olabileceğini söyledi. Eğer Aydın da kabul ederse onunla görüşebileceğini söyledi, fakat baskı yapmamamız gerektiğini anlattı bize. Gelmek istemezse, onu biraz meşgul etmemizin zararı olmadığını söyledi; spor veya herhangi bir hobi olabilirmiş bu meşguliyet… Daha fazla üstüne düşmemek lazım dedi, beklememiz gerektiğini anlattı. Bu tavsiyelerle eve döndük. Akşam kızım ve ben Aydınla konuştuk, sorduk. Ama Aydın bir psikologa gitmek istemediğini söyledi. Onun isteğini kabul ettik. Baskı yapmadık hiç. Kız kardeşiyle onu bir müddet voleybola verdik. O dönemde bütün gün çalıştığım için, okuldan sonra yanıma çağırıyordum, evde çok yalnız kalsın istemiyordum.

Bizim aile için çok zor bir dönemdi. Hemen her gece ağlıyordum ve dua ediyordum, belki de eşcinsel değildir diye. Eşcinsellik hakkında hiçbir bilgim yoktu, sadece hep alay edilirdi onlarla ve bunu asla istemiyordum. İnternetimiz yoktu daha o zaman, televizyonda eşcinseller hakkında yayınlar yoktu, benim de ne dergilerim ne de kitaplarım vardı bu konu hakkında. Ve kime sorabilirdim? Kime sorunumuzu anlatabilirdim? Danışabilirdim? Arkadaşımı o günden beri hiç görmedim. Evliliğin ve çocuk doğurmanın çok önem taşıdığı eşimin ailesine mi anlatabilirdim? Hayır, ben yalnızdım. Annemlere de telefonda böyle bir şeyden bahsetmek istemedim. Dolayısıyla sustum, geceleri ağlayarak ve dua ederek geçirdim. Aydınla da eşcinsellik hakkında konuşmak istemedim. Çok konuşursam belki benim yüzünden eşcinsel olurdu? Ayrıca benden utandığını düşündüm hep. Beklemeye başladım. Zamanla uykusuz ve ağlayarak geçirdiğim geceler azaldı. İki çocuğum ve bir sürü sorunlarım vardı. Ayrıca bazen, sorunları konuşmayınca onların ortadan kalktığını sanıyor insan. Arada bir kız arkadaşı da oluyordu. Ama her nedense, geldikleri gibi kayboluyorlardı.

Sonra cep telefonu mesajın gecesi geldi. Mesaj geldiğinde daha bilgisayarımın önünde oturuyordum ve oyun oynuyordum. “ Anneciğim, sana eşcinsel olduğumu söylemek zorundayım. Seni seviyorum, Aydın”. BU mesaj geldiğinde oğlum artık 19 yaşındaydı ve başka bir şehirde üniversitede okuyordu.

Allahım, oğlum eşcinsel! Şimdi ne olacaktı? Babası ne diyecekti? Okulu ne olacaktı? Kayınvalidem ne diyecekti vs. vs. vs. … Ne yapacağım şimdi? Düşünmeye başladım. Oğlum olmadan yaşamak ister miyim? HAYIR. Onu şimdi daha az mı seviyordum? HAYIR. Biz bir aile miyiz? EVET.

Sonra büyük kızımı yanıma çağırdım. Seneler boyunca bekledik, olayları unutmaya çalıştık. Artık biliyorduk. Ne yapacaktık?

Ertesi gün Aydın telefon açtı. Genelde Cuma öğlen otobüse biner gelirdi. Bu sefer telefon açtı. Bir şey mi olmuştu. Korku dolu bir sesle mesajı alıp almadığımı sordu. Aldım oğlum dedim. “Peki ne olacak anneciğim” dedi.  “Eve gel konuşuruz” dedim. “Geleyim değil mi” dedi. “Tabii oğlum, seni seviyorum” dedim. Anladım ki, Aydın onu istemeyeceğimi düşünmüş ve korkmuştu. Aydın geldi ve birbirimize sarıldık. Oğlumu hep çok seviyordum, neden şimdi sevmeyeyim ki? Uzun bir zaman konuştuk, ama çok dikkatli tabii. Onu kıracağımdan korktum hep, ya da yanlış bir şeyler söylemekten çekindim. İleriki zamanlar da sık kavga ediyorduk. Küçük önemsiz şeyler için tartışıyorduk bazen. Aslında konu eşcinsellikti, ama her zaman açık konuşamıyorduk. Onu zamanla öğrendik.

Arada sevdiği kişilerle de tanıştım. Oğlumu tanımak istiyordum. Sevdiği kişiyi kabul ediyordum. Aşık olmuştu, ve bir zaman sonra sevgilisinden ayrıldı. Çok acı çekti, aylar boyunca unutamadı. Anladım ki, eşcinsel oğlum heteroseksüel biri kadar acı çekiyordu. Peki farklı olan neydi? Hep arkasında olmaya çalıştım. Fakat şimdi biliyorum ki, yeterli değildi.

Geçen sene Aydın,  LİSTAG’ın (Lambdaistanbul Aile Grubu) bir yemeğine gelip gelmeyeceğimi sordu. Aslında çok istemiyordum, hep yabancı insanlar ve kiminle ne konuşabilirdim ki? Yine de “tamam oğlum, gelirim” dedim, çünkü gelmemi arzu ettiğini fark etmiştim. Ve ikimiz o buluşmaya gittik. Çok rahat bir ortamdı. Baştan sona kadar kendimi çok rahat hissettim. Aramızda bir bağ vardı çünkü. Gey, lezbiyen veya transseksüel yakınlarımıza olan sevgi bizleri müttefik yapıyordu. Ayrıca kendimi özgür hissettim, orada bir şey saklamak zorunda değildim. Herkese eşcinsel oğlumla ne kadar gurur duyduğumu anlatabiliyordum. Çünkü o sadece harika bir insan değil, aynı zamanda bana eşcinselliğiyle daha açık olabileceğimi öğretiyordu.

Aylık LİSTAG yemeklerimizde gerçekten sadece yemek yeniyor, eğleniliyor ve sohbet ediyoruz. O buluşmalarda Günseli, Sema, Pınar, Ömer ve Şule ile tanıştım. O zamana kadar oğluma yeterince destek olduğumu sanıyordum. Onlarla tanıştıktan sonra anladım ki, aslında hiçbir şey yapmıyordum. Artık ben de bir şeyler yapmak istiyordum ve yavaş yavaş ben de onlara katılmaya karar verdim. Ayda bir defa CETAD’da (Cinsel Eğitim Tedavi ve Araştırma Dernegi) gönüllü iki psikolog eşliğinde sohbet ediyoruz. Korkularımızı ve tecrübelerimizi anlatabiliyoruz, eşcinsellik hakkında ne bilmek istiyorsak sorabiliyoruz. Haftada bir defa bir kafede buluşuyoruz, bazen yapacağımız şeyleri konuşuyoruz, bazen yeni bir eşcinsel yakını geliyor onunla sohbet ediyoruz. Aslında bunları oğlum için yapmak istiyordum, kendini daha rahat ve güvende hissetsin diye. Ama fark ettim ki, ben kendimi daha mutlu ve güvende hissediyorum. O zamana kadar sadece “arkandayım” diyordum, şimdi “yanındayım” diyorum ve o bunu görüyor…

Aydın bana çok şey öğretti. Ve elimden geldiği kadar onun “kabul edilme” savaşında yanında olacağım.

Hikayemizi aylar önce yazmıştım. Bunları yazarken hiç zorlanmadım ve yazarken de ağladım. Neler yaşamışız meğer… Bizi hiçbir şeyin ayıramayacağını biliyorum. Sevgimiz çok büyük çünkü. Aydın’a hikayemizi okuduğumda, artık onun da benimle gurur duyduğunu hissettim.

Bazen düşünüyorum da, hayvanların koşulsuz sevgilerinden bahsedilir hep. Neden biz insanlar hep şartlı veya koşullu sevmeyi deniyoruz. Biz de koşulsuz sevebiliriz. Bu gücümüz var.

Ulrike-Aydın’ın annesi

2010 Yürüyüşüne Hazırım ve Tecrübeliyim‏

Pride 2009-20Her zamanki gibi heyecanlıydım ama her zamankinden farklı bir şekilde tedirgin ve telaşlı…

Daha önce hiç olmadığım bir yer olduğu için kafamda canlandıramıyordum bile ama içim içme sığmıyordu.

Yavaş yavaş meydanda toplanmaya başladık, gittikçe artan bir kalabalık ve kalabalıkla hızlanan kalp atışlarım, korkum ve telaşım çünkü ortada birsürü kamera, fotoğraf makinası,mikrofon v.s… vardı.

Üç kişiden ikisi beni çekiyor (yada bana öyle geliyordu) ve birşeyler soruyordu hem çeksinler istiyordum hem de korkuyordum (ailemden,akrabalardan,v.s.) kaçıyordum.

Sonra Başak kocaman bir döviz tutuşturdu elime. Almak istemedim ama bu mümkün değildi, kocaman harflerle “KARDEŞİMİN YANINDAYIM”  yazıyordu… Yani beni anlatıyordu… Boyumun yettiğince kaldırdım havaya ve sesimin yettiğince bağırdım kardeşime dokunmayın diye!.. Sanki her sloganda biraz daha güçleniyor biraz daha anlatıyordum amacımızı.

Bir ara abim dahil Lambda’dan tanıdığım hiç kimse yoktu yanımda ama herkes dışarıdan izleyenler bile o kadar güzel bakıyordu ki bana ben daha çok gaza gelip daha gür “Kardeşime Dokunmayın!” diyordum. Bir  yandan da resmimi çekerken yakaladığım insanlara “Hangi Kanal? Nerede yayınlanacak?” demekten alamıyordum kendimi 🙂

Eğer bizimkilerin izlediği bir kanal olsa TÜRBANA EVET diye bağırıverecektim (korkudan!).  Sonra birkaç kişi yanıma geldi ve “BUNU SÖYLEDİĞİM İÇİN ÜZGÜNÜM AMA SENİN BURADA OLMAN ÇOK GÜZEL İYİ Kİ GELDİN VE ÇOK ŞANSLI BİR ABİN VAR” dedi. “Çok güzelsin, gözün güzel, kaşın güzelleri” söylemiyorum 😛 Bunları duymak ayrıca güzeldi 🙂 
  
Ben de iyi ki oradaydım sizinleydim diyorum. Herşey herkes bir yana abim için birşeyler yapıyor olmak onu anlamadan dinlemeden geçirdiğim yılların vicdan azabını biraz da olsa hafifletiyor.

2009 Onur Yürüyüşü’nün ardından…

2009 Onur Yürüyüşü'nde Hande Yener'le biz
2009 Onur Yürüyüşü'nde Hande Yener'le biz

Benim için, birkaç sene önce, Türkiye’de ancak bir grup eşcinselin kutladığı bir gündü Onur Yürüyüşü…

 
2007’de ilk kez bir arkadaşımla katılmış, hiç birşeyi kaçırmamaya çalışarak, biraz şaşkın, biraz ürkek sonuna kadar yürümüştüm… Henüz oğlum Can’la birbirimize açılmadan… Babamızdan saklayarak…
 
2008’de 4-5 arkadaşım ve Selma ile, Can’la bir önceki seneden daha güçlü, daha coşkulu, Listag bildirileri dağıtarak ”çocuğumun derneğine dokunma”diyerekten…
 
Bu yıl ise bazı medya kuruluşları hala ”bir grup eşcinselin kutladığı” diye haber yapsada artık kimsenin saklayamayacağı kadar, binlerce LGBTT bireyin, yakınlarının, ailelerinin katıldığı , Listag bildirileri dağıtıp, ”Annenim Yanındayım”, “Babanım Yanındayım”, “Kardeşinim Yanındayım” diyerek yürüdük…
 
Bildiri dağıtırken çok belirgin yaşadığım homofobi ve transfobi beni bir anne olarak çok etkiledi ve daha çok ve etkin mücadele etmemiz gerektiğini bir kez daha düşündürdü. Dağıttığımız Listag bildirilerini bile almaktan çekinen, okumaktan çekinen duyarsız bir gençlik gördüm…
 
İtalya’dan gelen ailenin bizimle oluşu ise ayrı bir güzellikti….
 
2010’daki Onur Yürüyüşünde daha çok listaglı aile ile olmak dileği ile…..
 
Gülseren
 

Onun dik durması için benim dik durmam gerekir

Pazar Sabahİki anne… Birinin oğlu gay, diğerinin transseksüel. İnkârdan kabullenmeye ve oradan da örgütlü destek olma durumuna geçişlerini anlattılar. Her ikisi de çocuklarının yanında. Toplumdaki transfobi ve homofobiden şikâyetçiler

 

17 aylık bir oğlum var ve bundan yıllar sonra karşıma geçip “Anne ben eşcinselim,” derse ne yaparım, nasıl tepki veririm bilmiyorum. Bu nedenle ‘bir eşcinselin, bir transseksüelin, bir lezbiyenin annesi, babası ne düşünür, ne hisseder, nasıl bu durumun altından kalkar, kafası nasıl karışır, kendini mi suçlar?’ tahmin bile edemiyorum. Sadece kendi oğlumu ve bu durumu aynı kare içinde düşündüğümde içim sıkışıyor. Bu haber için iki anneyle tanıştım, iç sıkışıklığım daha da artar diye düşünüyordum ama bu iki kadın kafamdaki ‘anne’lik kavramının yeniden şekillenmesine yardımcı oldu. Bir eşcinsel ve transseksüel çocuğa sahip olan bu iki annenin yaşadıkları, toplumun onlara yaşattıkları, okunmaya ve üzerinde düşünülmeye değer!  

Hemen kabullendim ve destek oldum
Anne Gülseren 54 yaşında. 21 yaşındaki üniversite öğrencisi oğlu Can’ın eşcinsel olduğunu daha ergenlik döneminde hissetmeye başladı ama aralarında bu konu hiç dillendirilmedi. 2008 ocak ayında oğlunun tavsiyesini dinledi ve LGBTT (Lezbiyen, Gay, Biseksüel, Travesti, Transseksüel) örgütlenmesi olan Lambda Derneği’ne gitti. Birkaç eşcinsel çocuğu olan ebeveynle kurdukları grup, bugün 30 kişiye ulaştı. 30 rakamı size az geliyor olabilir ama Türkiye’nin şartları düşünülünce bu rakam son derece cesur! Onlar grup kurmakla kalmadı, çocuklarının yanında olduklarını göstermek için geçen hafta ‘Onur Yürüyüşü’ne de katıldı. İçlerinde, eşcinsel ve transseksüellerin anneleri, babaları, dedeleri, kardeşleri vardı. Anne Gülseren, oğluyla hikâyesini tüm açık yürekliliğiyle anlattı.

– Can’ın eşcinsel olduğunu ne zaman anladınız?
– Mutlu bir çocukluk ve mutlu bir ergenlik yaşadı Can. Ergenlikte Can’da farklılıklar olduğunu anladım. Onun daha çok bilgisayara, telefona yöneldiğini hissettim. Bizle hiçbir şey paylaşmıyordu. Odasına kapanıyordu, perdeleri sürekli kapalı tutuyordu. Ben ergenlik öncesinde bir şeyler hissediyordum ama… Sonra bir psikiyatriste gittik, ‘Çok güzel bir çocuk yetiştirmişsiniz, özgüveni var, sosyal bir çocuk, yalnız maço özellikleri yok,’ dedi doktor. Zaten ‘Sen erkeksin, şöyle güçlüsün, böyle büyüksün,’ şeklinde yetiştirmemiştik Can’ı. Bu işin tercih değil, yönelim olduğunu öğrendiğim için ‘Yaşayıp göreceğiz’, diye düşündük. Sonra bir arkadaşım, üniversitede öğretim üyesi eşcinsel bir arkadaşıyla tanıştırdı beni. Merak ettiğim her şeyi ona danıştım. ‘Zorlamanıza gerek yok, doğal akışına bırakın, o ihtiyaç hissettiğinde size söyler,’ dedi.

– Söyledi mi?
– Söylemedi. Ama artık işin dillendirilmesine gerek kalmamıştı, herkes durumdan haberdardı ama konuşulmuyordu. Bir gün, ‘Lambda’da bir arkadaşımın annesi seninle tanışmak istiyor, bir broşür hazırlıyor belki sen de yardım edebilirsin,’ dedi. Lambda aile grubundan, oğlumu tanıyan bir ebeveyn bana ulaştı. Arkadaşların anneleri olarak buluştuk. Konuşurken, baktım ki, onlar çok şey paylaşmış, ‘Biz böyle paylaşmadık’, dedim. ‘Sen açıl, oğlun da daha rahat eder’, dedi. O gün oğlumu aldım, eve dönerken arabada konuştuk. ‘Ben bir şeyler hissediyorum. Biz seni rahatsız edecek bir şeyler yaptık mı?’ dedim. ‘Hayır’, dedi. ‘Kötü bir şey yaşadın mı?’ diye sordum… Yumuşak geçiş yaptık.

– Bu çok kolay kabul edilebilir bir durummuş gibi anlatıyorsunuz, böyle mi gerçekten?
– Ben farklı bir anneyim. Bu tür konulara yabancı olmayan biriyim. Eşcinselliği oğlumla birlikte öğrenmedim. Bunun bir gerçeklik olduğunu zaten biliyordum. Elbette kolay değil, insan kendini, eşini suçladığı, tartıştığı bir dönem yaşıyor. Ama sonrasında ona kucak açmak gerekiyor.

– Eşiniz daha çekimser galiba?
– Toplantılarımıza katılmıyor ama evde düzenlediğimiz yemeklere katılıyor. Ama o da sonuna kadar oğlumuzun yanında.

– Can’ın bir erkek arkadaşı olsa sizinle paylaşır mı?
– Var zaten. Tanışıyoruz, hatta ailesiyle de tanışıyoruz ve ailecek görüşüyoruz. Bu tür durumları bilmek insanın içini rahatlatıyor. Çünkü aileler bu durumu öğrendiklerinde ister istemez daha korumacı bir yaklaşıma giriyor. Çünkü suistimale çok açık. Oğlum üniversitede okuyor ve çevresi bu şekilde. Doğru insanlarla karşılaşması bizim için çok önemli.

– Durumu kabullenmişsiniz hatta aileler grubuna üye olarak, aktif biçimde oğlunuzla bir mücadele içindesiniz ama fotoğraf vermek istemiyorsunuz. Neden, utanılacak bir şey olmadığını kabul etmenize rağmen fotoğraf konusundaki çekincenizi anlayamadım…
– Etrafımdaki herkes durumu biliyor, yani pankart asıp ilan etmiyoruz elbette ama bilmesi gereken herkes biliyor, bir tek annem bilmiyor. Çünkü, yaşlı ve sağlık problemleri var. Ben kendimi deşifre edersem, ona bir şey olur endişesi yaşıyorum. Bu nedenle o hayata gözlerini yumana kadar fotoğraf vermeyeceğim ama sonra televizyonlara bile çıkarım.

– LİSTAG’ın yani aile grubunun amacı nedir?
– Amacımız; LGBTT bireylerin ailelere açılmasından sonra ailelerin hislerini, deneyimlerini paylaşmak, onlara destek olmak. Çocuklarımızın mücadelesinde arkalarında olmak için çalışıyoruz. Haftada bir Amargi’de veya başka bir ailenin evinde oturup konuşuyoruz. Ayda bir yemek yapıyoruz çocuklarımızla, çocuklarımızın cinsel kimliğini bilen herhangi bir akrabasıyla bir araya geliyoruz. CETAD (Cinsel Eğitim Tedavi ve Araştırma Derneği) Başkanı Nesrin Yetkin’le konuşup onlardan yardım istedik. Onlar da çok sıcak baktılar, gönüllü psikiyatristlerle birlikte ailelerle her ayın ilk perşembesi bir bilgilendirme toplantısı yapıyoruz. Her an yeni aileler katılıyor. Şu an 30’a yaklaştık. Bu çok sevindirici. Bir de listag.wordpress.com diye bir blog’umuz var. Lambda Eşcinsel Danışma Hattı (0212) 244 57 62’den bize ulaşan aileler var. Geçen sene bir aile toplantısına davet edildik Floransa’ya. O bizim ufkumuzu açtı. Avrupa’da da ailelerin durumunun bizden farklı olmadığını gördük.

– Aileler tam olarak ne yaşıyor?
– Çocuğu açıldıktan sonra insan genelde önce bir şok yaşıyor. Sonra korku, ‘Başına bir şeyler gelir’, kaygısı ve koruma eğilimi, ondan sonra bu konuda bilgilenme, sonra kabullenme. Bu süreçlerde insan çocuğuna yanlış davranabiliyor, kendini suçluyor, onu suçluyor. Bazı anne ve babalar ‘Biz nerede hata yaptık?’ diyorlar. ‘Çocuğum mu bir hata yaptı?’ diye de soruluyor. Anne baba birbirini suçlayabiliyor. Arkasından ‘Elalem ne der, ailedeki diğer bireyler ne der, komşu ne der?’ diye düşünmeye başlıyor. Toplum kadınla erkeğin evlenmesine, çocuk yapmasına alıştığı için, eşcinsel bireyler kötü diye düşünüyor. Ben ‘Nasıl destek olurum?’ diye düşündüm. Ama genelde böyle yaşanmıyor. Çocuk söyleyene kadar yok sayılıyor. Söyledikten sonra da yok sayılıyor.

ELLERİMLE SUTYENİNİ BAĞLADIM
Anne Eda 50 yaşında. Beyin ameliyatı geçirmesinin ertesi günü, 15 yaşındaki oğlu karşısına geçti ve “Görüntüm erkek ama kız gibi hissediyorum,” dedi. Bir yıl boyunca gezmediği doktor, terapist, şifacı kalmadı. Tedavi olur umuduyla çocuğunun beynine elektrotlar bağlanmasına izin verdi, kredi kartlarından tam 15 bin TL harcadı, bir yılın sonunda İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı Polikliği’nde aldı soluğu. Ve hayatında yeni bir döneme başladı. Oğlunu gömdü, kızını kucakladı. Kızı şu anda üniversitede okuyor, durumunu okuldan hiçbir arkadaşı bilmiyor. Bir erkek arkadaşı oldu, o da bir transseksüelle birlikte olduğunu bilmedi.

– Ne zaman kabullendiniz?
– Ben kendimce tanı koymaya çalıştım, şizofren, ergenlik, bana özendi, geçişi anlayamadı, başına bir şey geldi, öfkesini böyle yansıtıyor, bin tane alternatif yaratmaya çalıştım, kabullenme aşamasına geçemedim. İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı’ndan Prof. Şahika Yüksel, ‘Kabule geç, çocuğun transseksüel,’ dedi. Ben 1999 yılında biyolojik olarak erkek doğurduğum çocuğumun, kız olduğunu öğrendim. Çocuğum haklıymış şoku yaşadım. Ona eziyet ettiğim için vicdan azabım arttı. Hastane bahçesinde oğlumun ölümüne bağıra bağıra değil, böğüre böğüre ağladım. Gelen geçen ‘Başınız sağolsun,’ diyorlardı. Gerçekten ben oğlumu kaybetmiştim. Transseksüelliğine değil, oğlumu kaybedişime ağlıyordum. Kendime geldiğimde 16 yaşında bir kız çocuğu dünyaya geldi hastane bahçesinde. Her şey çok karanlıktı, ailem, okulu, iş hayatı, geleceği, konu komşu, ben bunların hiçbiriyle uğraşamayacağımı düşündüm ve önemli olanın çocuğum olduğuna karar verdim. Onun penceresinden baktım, kendimi onun yerine koydum. Çok zor bir şey. Ben çocuğuma sahip çıkmaya karar verdim.

Paris Hilton dönemi
Her şey konuşulduktan sonra neler yaşandı?
– Aradan zaman geçti, Çapa’ya gitmeye devam etti. Bana açıldıktan sonra yanardağ gibi patladı, evde cımbızlar, törpüler bulmaya başladım. Gittim kendi ellerimle makyaj seti ve sutyen aldım. Kabullendim demekle olmuyor bu iş, ayak uydurmak gerekiyor. Fakat lise ikinci sınıfta ve kolejde burslu okuyor. Okul çok vahşi bir ortam onun için, okul idaresi beni çağırdı duruma ilişkin uyarmak için, açık yüreklilikle, ‘Biraz idare edin, benim çocuğum transseksüel, dönem bitince alacağım okuldan,’ dedim. Çünkü artık kız gibi giyinmek istiyordu ve bu şekilde okula gidemezdi. Tuvalete gitmiyordu, çünkü erkekler tuvaletine girmek istemiyordu. Açık liseyi bitirdi ve üniversite sınavlarına hazırlandı. Bu sırada korkunç bir görünümü oldu, saçlarını sarı yaptı, tırnaklarını aşırı uzattı, kaşlarını ip gibi aldı. Yani yıllardır içinde olanı en abartılı biçimde dışa vurdu, Paris Hilton oldu. Ona sutyen takmayı öğrettim, o sutyeni oğluma takarken ben paramparça oldum. Lise sınavlarına götürüyorum, polis kontrolünden geçecek, kadın polise mi gitsin erkeğe mi bilemiyor, ben ‘Gel kızım polis abla kontrol etsin seni,’ diyorum. Çünkü ürkek bir tavşan gibi. Bu sırada üniversite sınavına girdi ve bir özel ünivesiteyi kazandı. Üniversite yönetimi inanılmaz anlayışlı davrandı, okuldaki hiçbir arkadaşı durumunu bilmiyor herkes onu kız zannediyor. İdarede şu anda kaydı erkek isim soyadıyla ama sınıfta kız ismi ve soyadı var. Ameliyat olacak 18’ine gelince ve nüfus cüzdanını pembe alacağız.

– Erkek arkadaşı olmadı mı?
– Oldu. Ama durumunu bilmediler. Çünkü görünüşü zamanla normalleşti, patlama anı bir süreçti, şimdi çok cici bir kız görünümünde. Erkek arkadaşıyla flört etti, durumundan söz etmedi. Zaten cinsellik yaşamıyor, çok küçük.

– Bir anne olarak dik durmak zor olmalı.
– Onun dik durması için benim dik durmam gerekiyordu. Ben annem ve babamla büyüdüğüm mahallede oturuyorum, çocuğumun bu durumu sonrası yerimi yurdumu terk etmedim. Mahalleli, esnaf beni bir gün önce oğlumla gördü, ertesi sabah kızımı koluma taktım ve sokağa çıktım. O başını önüne eğip yürüyordu, onu dürttüm ve dik durmasını söyledim. Kimse tek kelime soru sormadı, soramadı. Biz yanlış bir şey yapmadık, çalmadık, çırpmadık, ahlaksızlık yapmadık… O benim çocuğum; sokağa mı atsaydım, sokaklarda fuhuşun kucağına mı gönderseydim? Benden yardım istedi, ne yapsaydım? Hiç kimse aşağılanmak ister mi, ötekileştirilmek ister mi, bu transfobik insanlar durup bir düşünsünler, kim sokakta parmakla işaret edilmek ister?

Sonat Bahar / Pazar SABAH / 05.07.2009

Eşcinsel ailesi olmak

İstanbul’da, eşcinsel çocuklu aileler ‘Lambda İstanbul Aile Grubu’nu kurdu. Hem kendilerini eğitiyor, hem birbirlerine destek oluyorlar. Bugünkü ‘Eşcinsel Onur Yürüyüşü’ne onlar da katılıyor

Nazan Özcan / Radikal 2 / 28 Haziran 2009

“Aslında biliyordum ama yok varsayıyordum. Umarım eşcinsel değildir diyordum. İlk öğrendiğimde Tanrım ne olur değişsin diye dua etmeye başladım. O denli çaresiz ve bilgisizdim. Kabullenmem çok zor oldu, kendimi suçladım. Çocuk yetiştirirken hiçbir falso olmasın istersiniz, bu benim için büyük bir falsoydu. Hataydı ama yanlış neredeydi?” Eşcinsel oğul annesi Ayşe hanım, oğluyla ilgili gerçeği öğrendikten sonra bir şekilde LAMBDA İstanbul’la tanışıyor. LAMBDA İstanbul’da biraraya gelen aileler 2008 Ocak ayında LİSTAG yani “Lambda İstanbul Aile Grubu”nu kuruyor. Bir iki ebeveyn derken çoğalıyorlar, Ayşe hanım da onlardan biri. Geçen Mayıs’ta İtalya’ya Avrupa Aile Toplantısı’na katılıyorlar. LİSTAG’tan Selma hanım anlatıyor: “Avrupa’daki aileler bizimki gibi bir süreç yaşıyor. Onların psikaytr ve psikologlarların moderatörlüğünde aile paylaşım ve bilgilenme toplantısı yaptıklarını gördük. Biz bunu niye Türkiye’de yapmıyoruz dedik”. İtalya dönüşü, aileler onur haftasında CETAD (Cinsel Eğitim Tedavi ve Araştırma Derneği) Başkanı Prof. Dr. Nesrin Yetkin’e aile toplantıları yapma teklifi götürüyorlar. Selma hanım devam ediyor. “Şimdi her ayın ilk perşembesinde CETAD toplantısı yapıyoruz. Onun dışında ise her cumartesi yeni katılan ailelerle tanışma ve süreci değerlendirme toplantısı. Bir de her ay bir aile yemeği var”. Ayşe hanım “Toplantılarda çoğaldığımızı görünce dışlanma korkusu azalıyor” diyor. ‘LİSTAG Bilgilendirme ve Destek Toplantıları’nın gönüllü terapistlerinden Dr. Seven Kaptan, “CETAD toplantılarına yalnızca ebeveynler katılıyor. Çünkü çocuklar yanlarında olunca onlar üzülmesin diye söyleyeceklerini söyleyemiyorlar, rahat soru soramıyorlar. Aslında bu, ailelerin LGBTT ebeveyni olduğunu kabul etme süreci” diye anlatıyor. Dr. Yetkin ise amaçlarını şöyle toparlıyor: “İlk kez 11 Ekim 2008’de biraraya geldik. Amaç ailelere özellikle yeni öğrenmiş ailelere, yönelik deneyimleri paylaşma ve dayanışmaya ek olarak doğru bilgilendirme, kalıplaşmış düşünceleri, yanlış bilgi ve inanışları düzeltme, karşılaştıkları sorunları çözümleme becerisi kazandırma olarak özetlenebilir”.

Evet ben eşcinselim
Gey annesi 51 yaşındaki Selma hanım “17 yaşındaydı oğlum, bir farklılık olduğunu gözlemlemeye başladım. 
Bir gün, eşim ve ben, oturup oğluma sorular sorduk. Önce inkâr etti, sonra evet ben eşcinselim dedi. Tabii o rahatlamıştı ama biz karmakarışık olmuştuk” diye anlatıyor ve devam ediyor. “Bir anda çocuğumu tanıyamaz oldum, birden kayıp duygusu hissettim, babam öldüğünde bu kayıp duygusunu hissetmiştim. Kendimi suçladım, bu kadar düşkün bir anneydim ve nasıl fark edemedim diye. Eşcinsellik nedir hiç bilmiyorduk. Birkaç gün sonra baktım, çocuk yine aynı çocuk. Terapilere başladık. Bu süreç içinde, kendimi de eşimi de suçladım. Bütün değer yargılarınız ve önyargılarınız kırılıp dökülüyor. O süreçte kendimizi aile olarak çok yalnız hissettik. Kabulleniş kolay olmuyor. Önyargıları kaldırdığım zaman, ortada çocuğum ve koşulsuz bir sevgi kaldı”. CETAD toplantılarının da çok faydalı olduğunun altını çiziyor. “Çocuklarımızın partnerleriyle ilişkimiz, toplumdaki paylaşımlarımız nasıl olacak, kendi yaşadığımız süreçlerde doğruyu nasıl bulacağız diye konuşuyoruz. Eşime çok yaradı toplantılar. Bilimsel ağızdan dinlemesi eşime epey yol katettirdi. Birbirimize tecrübe ve deneyim aktarıyoruz”. Babalar erkek egemen toplumun önyargılarıyla, annelerden daha fazla zorlanıyorlar. Önder bey “CETAD’ın en iyi şeyi doğru bilgilendirme oluyor. Çocuğum bana açıldığında tek şey söyledim, senin hayatın ama çok zor olacak. Benim LİSTAG’a gelmem babalar açısından iyi oldu. Babalar çevrenin ne dediğini çok takıyorlar. Örnek olduğu zaman babalar rahatlıyor. Oğlum bana şimdi diyor ki, ben açılmak için konuşmak istediğimde, yok konuşma diyordun. Konuşacak bir şeyim, bilgim yoktu ki, ne konuşayım”. İşte burada Dr. Nesrin Yetkin ve ekibi devreye giriyor. “Hemen her toplantıda, bedensel cinsiyet, cinsel kimlik, cinsel yönelim konularında doğru bilgilendirme yapılıyor. Bunun dışında gündemi, katılımcıların soruları, gereksinimleri belirliyor. Hemen her toplantıda yeni katılımlar oluyor. İlk geldiklerinde daha çekingen, sıkıntılı, konuşmaya isteksiz oluyorlar. Konuşmalar ilerledikçe ilgilerini, meraklarını, bilgi edindikçe rahatladıklarını gözlüyoruz. Hemen hepsinde kaygı azalması belirginleşiyor. Sürekli gelenler, başka aileleri rahatlatır oldular. Ama LGBTT bireylerin hayatlarını zorlaştıran ne kadar çok konu varsa, ailelerinin de o kadar farklı alanda kaygıları var. Ben her toplantıdan yararlı bir iş yapma duygusuyla ayrılıyorum”.
İlk zamanlarda bir iki aile derken şimdi toplantılara ve yemeklere 50 kadar aile geliyor. Ve tabii ki yenilerine de açıklar. Çocuğu eşcinsel olan ailelere yalnız değilsiniz ve yalnızca sizin başınıza gelmiyor demek için. Hatta mesele bir tek Türkiye’ye de özel değil. LAMBDA’dan Metehan “Süreç hiç farklı değil. İtalya’da bir eşcinsel geldi konferansa. Ailesinden kaçmış. Bir yıl nişanlı kalmış, sonra bu duyguyu fark ettim diyor, ayrılmış. Eşcinselliğini kabul etmiş ve bir gün babası sıkıştırmış, çocuk da inkâr etmemiş. Ardından hakaretler, küfürler vs. Banyoya gitmiş çocuk, babası arkasından gelip duş perdesiyle öldürmeye çalışmış” diye anlatıyor. Mehmet ise “Çok İslam’la ilgili değil bu, daha çok kutsal ailenin parçalanmasıyla ilgili” diyor. İşte CETAD’ın toplantılarına giden bu aileler hem ailenin ne demek olduğunu hem de ayrımcılığın ne kadar korkunç bir önyargı olduğunun kanıtı. Gülseren hanım özellikle yardım isteyen ailelerin doğru psikiyatrlara yani CETAD eğitimi almış olanlarına ulaşmalarını tembihliyor. Eğer zaman kaybetmek istemiyorsanız, çok şanslısınız. Çünkü 21 Haziran’da başlayan “Onur Haftası” bugün de devam ediyor. Bugün 17.00’de Taksim’de “onur yürüyüşü” var. Ebeveynler de orada olacak!
listag@lambdaistanbul.org
Danışma hattı: 212-244 57 62

Oğlum öldü, kızım oldu
Eda hanım anlatıyor: 2006’da beyin ameliyatı oldum. Taburcu oldum eve geldim, eve geldiğim gün oğlum karşıma geçti. “Bedenim ayrı, ruhum ayrı. Anne aslında ben kızım” dedi. Şaşakaldım. O sırada oğlum 15 yaşında. Doktor aramaya başladım. Çocuk delirdi çünkü bence. Sonunda Çapa’ya gittik. IQ testinden başlayarak onlarca testten geçti. Doktor bana “Senin çocuğun transseksüel kabule geçmeye başla” dedi. Belden aşağım tutmuyor, banklara oturdum, bağıra bağıra ağlıyorum. Herkes diyor ki başınız sağolsun. Doğru söylüyorlar! Oğlumu kaybettim! Ağladım, bitirdim ve kızım doğdu.
16 yaşında bir kızla çıktım oradan. Kocaman bir karanlık hissediyorum. Ailemin penceresinden, onun okul camından, arkadaş çevresinden bakıyorum hiçbiri olmuyor. Kızım doğdu ama nasıl bakacağımı bilmiyorum ki! Ona tekrar can verme zamanıydı. Onun penceresine takıldım ve yürümeye başladık. Ben bu işi tek başıma yapamayacağım dedim, geldim LAMBDA’ya. Arkadaşlarımla karşılaştım. Ama onların departman başka benim departman başka! Görüntü değişecek, fizyoloji değişecek, elaleme ayar yapılacak. Lise sonda okuldan aldım, açık liseye verdim. Kaptım kolundan, elbiseler, makyaj malzemeleri aldım. Çekiyorum, bir an önce bu tarafa gel, sağlıklı birey ol diye.
Okullarda padişahları, coğrafyayı, havuz problemlerini öğretiyorlar ama bence cinsel kimlikleri de öğretmeliler. Benim yeni akrabalarım buradakiler. Çocuğum hormon kullanıyor, terapilere gidiyor vs. Sıkıştığımda buradaki arkadaşlarıma diyorum ki, ne yapacağım. Onlar da diyor ki, sus, ergenlikte. Bir şey olduğunda hemen geliyorlar yardıma. Yalnız değilim. Çocuğuna gidip sütyen alıyorsun,
17 yaşında, ona sütyen bağlamasını öğretiyorsun, nasıl duygular yaşıyorsun, anlatılabilir mi? Daha bu birinci adım. Eşcinsel, transseksüel dendiği zaman içinde cinsel, seksüel var ya, belden aşağısı geliyor insanın aklına. Ben çocuğumu kendine ve etrafına faydalı yetiştirmeye çalışıyorum. Biz birbirimize destek veriyoruz, insanlar bilgilendikçe, biz bilgilendikçe daha da benimsiyoruz çocuklarımızı. Eleştiriyorlar, ayrı bir gezegene mi göndereceğim çocuğumu? Ailelere de destek lazım. CETAD bizi sürekli aydınlatıyor. Ben çocuğumla iftihar ediyorum, 16 yaşında çok cesur bir şey yaptı. Üniversitede okuyor şimdi. Bize hem fiziksel hem ruhsal sağlık desteği lazım, cinsel eğitim lazım ve yasa lazım. Anayasa’nın eşitliği düzenleyen 10. maddesine cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği kelimelerinin eklenmesi bizim karşılaştığımız birçok eşitsizliği engelleyecek. LİSTAG bunu istiyor.

Anne ben eşcinselim

escinsel

Birçok gey ve lezbiyen genç bu cümleyi kolay kolay kuramazken çocuklarının eşcinselliğini kabullenmekte zorlanmayan aileler de var. Ayça Örer, böyle bir aile ile görüştü. Anne Gülseren ve oğlu Can, hem kendi serüvenlerini hem elektroşok’a varan uygulamaları anlattılar.

 Lambda Eşcinsel Aile Grubu’na nasıl dahil oldunuz?

Ben Gülseren. 54 yaşındayım. Lambdaİstanbul’da Semra anneyle tanıştıktan sonra böyle bir şeye ihtiyaç duyduk. Aile el kitabı hazırlanıyordu, biz de ona ufak katkılarda bulunduk. Sonra bize bir aile daha katıldı. Amacımız LGBTT (Lezbiyen, gey, biseksüel, travesti, transseksüel) bireylerin ailelere açılmasından sonra ailelerin hislerini, deneyimlerini paylaşmak, onlara destek olmak. Çocuklarımızın mücadelesinde arkalarında olmak için çalışıyoruz. Haftada bir Amargi’de veya başka bir ailenin evinde oturup konuşuyoruz. Ayda bir yemek yapıyoruz çocuklarımızla, çocuklarımızın cinsel kimliğini bilen herhangi bir akrabasıyla biraraya geliyoruz. CETAD (Cinsel Eğitim Tedavi ve Araştırma Derneği) Başkanı Nesrin Yetkin’le konuşup onlardan yardım istedik. Onlar da çok sıcak baktılar, gönüllü psikiyatristlerle birlikte ailelerle her ayın ilk perşembesi bir bilgilendirme toplantısı yapıyoruz. Her an yeni aileler katılıyor. Şu an otuza yaklaştık. Bu çok sevindirici. Bir de listag.wordpress.com diye bir blogumuz var. Lambda Eşcinsel Danışma Hattı (212) 244 57 62 ’den bize ulaşan aileler var.

İstanbul dışından aileler var mı?

Çok yeni. Mesela Almanya’dan ulaşanlar var. İngiltere’den var. İzmir, Ankara yok. Şimdiki hedefimiz bunu daha Türkiye çapında yaygınlaştırmak. Ankara’daki Homofobi Karşıtı Buluşmaya da gitti aileler.

Lambdaİstanbul’a Can’ın size açılmasından sonra mı ulaştınız?

Çocuğumun bir arkadaşının annesinin benimle tanışmak istemesiyle ulaştım. Bir kafede buluştuk, baktık ki aynı şeyleri konuşuyoruz, kalktık Lambdaİstanbul’a gittik. Bize sonradan katılan Eda anne bizi buldu. O bir trans annesi. Yardım istemek için geldi. Biz üç anne ve Lambdaİstanbul’dan gönüllü arkadaşlarla başladık. Geçen sene bir aile toplantısına davet edildik Floransa’ya. O bizim çok ufkumuzu açtı. Avrupa’da da ailelerin durumunun bizden farklı olmadığını gördük. Ayın 27’sinde Pera Müzesi’nde Aile Belgeseli’nin yönetmeni ve oyuncuları İtalya’dan gelecek, onlarla buluşma bizim için çok heyecanlı.

Çocuğu gelip “Ben eşcinselim” diyen bir aile ne yaşar?

Çocuğu açıldıktan sonra insan genelde önce bir şok yaşıyor. Sonra korku, “Başına bir şeyler gelir” kaygısı ve koruma eğilimi, ondan sonra bu konuda bilgilenme, sonra kabullenme. Bu süreçlerde insan çocuğuna yanlış davranabiliyor, kendini suçluyor, onu suçluyor. Bazı anne ve babalar “Biz nerede hata yaptık” diyorlar. “Çocuğum mu bir hata yaptı” diye de soruluyor. Anne baba birbirini suçlayabiliyor. Arkasından elâlem ne der, ailedeki diğer bireyler ne der, komşu ne der diye düşünmeye başlıyor. Toplum kadınla erkeğin evlenmesine, çocuk yapmasına alıştığı için, eşcinsel bireyler kötü diye düşünüyor. Ben “Nasıl destek olurum” diye düşündüm. Ama genelde böyle yaşanmıyor. Çocuk söyleyene kadar yok sayılıyor. Söyledikten sonra da yok sayılıyor.

Can’ın eşcinsel olduğunu öğrenene kadar toplumdaki dışlamanın farkında mıydınız?

Her zaman görüyordum, farkındaydım. Ben ve Can çok şanslıyız. Biz yaşamadık ama yaşayanlar çok. Mutlu bir çocukluk ve mutlu bir ergenlik yaşadı Can. Bir trans çocuğumuz vardı, ailesi okuldan almak zorunda kaldı. Aslında Can’da da Lise 1’de ufak çaplı bir şey olmuştu. O da onu çok dert etmedi.

Nasıl açıldı size?

Ergenlikte Can’da farklılıklar olduğundan daha emin oldum. Onun daha çok bilgisayara, telefona yöneldiğini hissettim. Bizle hiçbir şey paylaşmıyordu. Psikiyatriste gittik. Gittiğimiz psikiyatrist de, “Çok güzel bir çocuk yetiştirmişsiniz, özgüveni var, sosyal bir çocuk, yalnız maço özellikleri yok” dedi.

Can: Orada “Ben geyim, şöyleyim böyleyim” demedim. Aslında uzun zamandır farkındaydım ama orada söylemedim.

Gülseren: Biz doğru bir psikiyatriste gitmiştik. Piyasa cinsel eğitim almamış, homofobik psikiyatristlerle dolu. Son tanıştığımız bir ailenin çocuğuna elektro şoktan okunmuş suya kadar her şeyi yapmışlar. Çocuğun psikolojisi berbat olmuş. “Ailem benden utanıyor” diye düşünüyor. “Değişeceksin üzülme” demek bile yeterince üzücü.

Siz kabullenme sürecini nasıl yaşadınız?

Hemen kabullendim.

Can: Aslında annem bana açıldı. Ben bir gün onu Lambdaİstanbul’a çağırdım. Benim gidip geldiğimi biliyordu. Baktım annem gelmeye başlamış.

Türkiye’de erkek çocuğu sahibi olmak çoğu aile için çok önemli. Siz bundan etkilenmediniz mi?

Benim hiç öyle şeylerim olmadı. Toplumun dayattığı şeylerden kendim de hoşlanmam. Mesela evlenirken gelinlik giymedim. Sünnet töreni yapmadık. Gençken bir kadın haklarını savunurdum zaten. Biz çok istedik Can’ı. 33 yaşında anne oldum. Eşim dört sene kadar içeride kaldı, içeride evlendik. Geldikten sonra üç sene çocuk yapmadık, sonra çok istedik. Mutlu bir hamilelik geçirdim.

Hiç sarsıntı yaşamadınız mı?

Ben o açıdan kötü bir örneğim. Ama çoğu aile böyle değil. Bir annede çocuğunun asker olması, evlenmesi, erkek çocuk özlemi vardı. Bu konuda üzülen anne çok. “Nerede yanlış yaptım da benim oğlum böyle oldu” diye kendini suçlayan anne çok.

Dışarıdan bakılınca yaşadığınız ortam bir fanus gibi. Toplumda çok önyargıyla karşılaşıyorsunuz…

Ne kadar çok insan doğru bilgilenir ve bunu konuşursa o kadar iyi diye düşünüyorum. Almanya toplantısında tekerlekli sandalyeli bir anneyle tanıştım. “Ne kadar güzel çok şeyi halletmişsiniz” dedim, “Öyle demeyin 15 sene önce biz de böyle şeyler olacağını hayal edemezdik” dedi. Tekerlekli sandalyelere de düşsek, devam edeceğiz diye düşünüyorum. Annelerin yaşadığı en büyük kaygı “Hayatı nasıl olacak” kaygısı. Bir dolu ebeveyn çocuklarını okuldan aldı, akşam okullarına, açık liselere verdi. Aile grubumuzda bir çocuk gelmişti, en istediği okulda okuduğunu, iyi bir görevde olduğunu, eşcinselliğinin bilinmesi halinde bu işi kaybedeceğini söyledi. “Çok zor bir şey sürekli bir erkek muhabbetinin içinde olmak ama onunla yaşamak zorundayım” dedi.

Eşcinsel cinayetleri de çok yaşanıyor. Eşcinsellere yönelik şiddet korkutucu değil mi?

Can: 29 Mart seçimlerinden sonra Beyoğlu’nda karşıdan gelirken bir adam bana saldırdı.

Bir anda. Ermeni Lisesi’nin önünde. Dudaklarım patladı, dişlerim yerinden oynadı, sağ kürek kemiğim incindi. Şiddet yaşadım ama bunu homofobiye yormadım.

Gülseren: Beyoğlu’na çıkıyor, barlara gidiyor, korku hep oluyor. Bir de homofobi çok yaygın. Kendilerini korumalarını önermekten başka bir şey yapamıyorum.

“Sana kız mı yok” diyene “Zor beğenirim” diyorumAileye açılma sürecinde insan neler hissediyor?

Can: Annemin farkında olup olmadığını bilmiyordum. Lambdaİstanbul’a çağırdığım zaman geldi. Kenara çekip bambaşka bir şeymiş gibi söylememek gerektiğini düşünüyorum. Öyle söyleyince bambaşka bir şey algılanıyor. Bence her anne baba hissediyor ama illa çocuğundan duyması gerekiyor. Ama ben açılmadım anneme. Lambdaİstanbul’a gittikten sonra bir konuşma yaptık.

Ailelerin karşılaştığı baskılarla çocuklarınki farklı değil mi? Mesela okulda çocuklar çok acımasız şakalar yapabilir…

İllaki yaşadım ama dert etmedim. “Okul bitecek buradan kurtulacağım” diye düşündüm. Bir de sonuçta bir eşcinsel kendini gösterecek ne yapabilir? Travesti, transseksüel olmadıkça görünürlük olmuyor. Lise sonda bir arkadaşım olmuştu, onunla çok şey paylaşmıştık. Birbirimize direkt açılmamıştık ama anlamıştık. Birbirimize destek olduk o dönemde. Mahalledeki arkadaşlarım bile bilmezken o bilirdi. O bile çok büyük bir şeydi benim için.

Kendini kabul ettirme eğilimi kız arkadaş bulma gibi kaçışlar olmuyor mu?

Arkadaşım denemişti. Ailesi çok baskıcıydı. Psikiyatristlere götürdüler, hormon kullandılar. Tabii bir işe yaramadı. Üniversitede bir kız arkadaşım oldu ama ispat isteğiyle değildi. “Sana kız mı yok, doğru kadını görmedin, üzülme geçer, değişirsin zamanla, bu da bir dönem” diyenler oldu. Soranlara “Ben zor beğeniyorum” diyordum. Çünkü yüzde yüz gey, yüzde yüz lezbiyen, yüzde yüz heteroseksüelliğe inanmıyorum. Zaten biyolojik bir kadınla ilişkim olduktan sonra aslında hepsinin ne kadar birbirinin içinde olduğunu gördüm.

İlk aşk ne zaman?

17 yaşında. Ben o dönemin insanı çok beslediğine inanıyorum. Benimki uzun sürdü, üzüldüm ama sonrasını düşündüğüm zaman o olmasaydı çok daha çocuk kalabilirdim. Âşık olduğum insan da buna karşılık veren bir insandı, heteroseksüel birine âşık olmadım.

“Evcilik oynayan her erkek eşcinsel olmaz”LGBTT bireylerin hasta olduğunu düşünen görüş yaygın. Eşcinsel hakem tartışması da buradan çıktı. Siz nasıl cam duvarlarla karşılaşmadınız?

Karşılaşan çok aile var. O sorunlar daha ziyade travestiler, transseksüeller için geçerli. Burada en önemli şey ailenin çocuğuna sahip çıkması. Tanıdığımız bir trans annesi, o kendi ailesinin, çocukluğunun geçtiği mahallede oturuyor. Annesinin desteğiyle bir gün önce bakkalın, manavın önünden erkek geçen çocuk ertesi gün kız çocuğu olarak geçti. Ama anne o kadar sağlam durdu ki arkasında kabullenmek zorunda kaldılar. Babası hekim olduğu halde çocuğunu kabul etmedi.

Babalar bu çalışmanın neresinde?

Babalar daha zor kabulleniyor gibi ama bizim LİSTAG grubunda iki baba bir dede var. Hem de bir trans dedesi. Kızı ona durumu açıkladığında, “Tamam kızım” deyip destek veren bir dede. Babalar arasında eşinden önce fark edip ona destek olanlar var. Tabii ki daha azınlıkta.

Erkekler bu konuda kadınları suçlamıyor mu?

Tabii, tabii. O hepimizde yaşandı ilk başta. Biz de yaşadık çok hafif dozda olsa bile. Ama kadınların çocuklarının üzerine düşmesi çocuğun eşcinsel olması için yeterli neden değil. Yoksa babası ölen, çok kızkardeşle yaşayan çocuklar eşcinsel olurdu. Aynı yumurta ikizlerinden biri eşcinsel biri heteroseksüel olabilir. Bizim babamız da başlangıçta çok kısa olsa da, suçladı ve görmezlikten geldi, kabullenme sürecinde biraz yok sayma yaşandı. Can’la ilk konuştuğum zaman, “Benim konuşmama gerek yok” diye kaçamak bir yanıt verdi. Ama toplantılarımıza katılıyor. Evimize Can’ın bütün arkadaşları geliyor. Onun için özel olan insanlar da geliyor. Mesela Can çocukken arabalarla çok oynardı ama evcilik de oynardı. Çok sosyaldi. Taklidi çok severdi. O yüzden bana hiç garip gelmemişti çocuğumun evcilik oynaması.

Ailesinde şiddet görenler olmuyor mu?

Gelen aileler içinde kardeş tehdidi vardı. “Öldürürüm” diyordu. Polisti. Anne baba kabul etmiş, “Bu da bizim çocuğumuz” diyor fakat ağabey “Benim olduğum yere gelmeyecek” diye tehdit savuruyor. Bir de çocuk aileye “Ben eşcinselim” dediğinde “Demek kadın gibi olacak” düşüncesi kafalarında canlanıyor. Seks işçiliği yapacak, başına kötü şeyler gelecek diye düşünüyorlar.

Aileye açılmak çocuk için de travma yaratabilir. En son hakem meselesinde çocuk ailesinden önce Türkiye’ye açıldı.

Bence önce aileye açılmaları önemli. Bütün medyaya açılıp sonradan ailenin duymasından kötü bir şey olamaz. Önce yakınlarının duyması lazım.

“Çocuğunu ezdirmeyen köylü anneler var”

İnsanın “Keşke çocuğum eşcinsel olmasaydı” diye sorduğu olmuyor mu?

Çok var ama bizim LİSTAG grubu içindeki aileler genelde bunu halletti. CETAD’la yaptığımız aylık toplantılar çok anlamlı. Burada aileler cinselliği konuşuyor. Her türlü soruyu sorup, doğru bilgileri alıyorlar. Çünkü bazı ailelerde ilk his, kayıp hissi. Aslında biz anne babalar çocuklarımızı koruyalım derken, o sınırları aşıp onların özel alanlarına çok daha fazla giriyoruz. Özellikle açıldıktan sonra çocuklarımız daha tedirgin oluyoruz.

Sizin kabullenmeniz bu konuda sıradışı bir örnek değil mi? Bazı ailelerde erkeklerin yemek yapması bile mesele olabilir.

Bazı öyle anneler var ki köyde yaşıyor ama çocuğunun arkasında duruyor. “Çoğunuz gizli yapıyorsunuz bu işi, benim çocuğum o kadar dürüst ki bana söyledi” diyor. Annenin sevgisi çünkü koşulsuz bir sevgiye dayanıyor.

Taraf/AYÇA ÖRER – Istanbul – 07.06.2009

Çiçekler de Binbir Çeşit: Benim ve Kızımın Hikayesi

clip_image0021

This article is also available in English Also the Flowers are 1001 kinds: The Story of Me and My Daughter

Disponibile anche in italiano SONO LA MAMMA DI UN TRANSESSUALE

Benim Hikayem

1961 yılında dünyaya geldim.

Babam ve Annem beni pamuğun içinde fasulye büyütür gibi çok itinalı, çok özenli, çok koruyuculu, çok muhafazakâr, çok modern, çok mücadeleci, çok doygun, çok prenses yetiştirdiler. Onların istediği gibi olmuştum onların istediği gibi de kırmızı kuşağımla evlendim.

Evcilik oyunu başladı; eşyalarımı, tabaklarımı, örtülerimi… Sandıkta ne varsa çıkardım kurdum. Amma! Beyaz atlı prensle aynı sosyal statüde değildik. O da çok iyiydi ben de; ama hep birbirimizi değiştirmeye ve kabullenmeye zorladık, zorlandım. Günlerim onu mutlu etmek için ailem tarafından öğretilen tüm dersleri uygulamakla geçiyordu. Üç kap yemek ve salata, tek çizgi ütülü pantolon, temizlik vs. derken, 1986 yılında büyük oğlum dünyaya geldi. İlk anneliğimde zorlandım; beyaz atlı prens doktordu ve devamlı bana müdahale ediyordu. “Şunu giydir şunu çıkart, su sıcak yıkama, kimsenin kucağına verme, aşısı yok” vs. ama hayatımdan memnundum. Hizmet acısından evin tüm sorumluluğu benimdi; yıkama-paklama-ayıklama, alma-verme-dökme, reçel yapma, turşu kurma… Mecburi hizmet nedeni ile küçük bir kasabada yaşıyorduk. Asker çocuğu olduğum için sık sık tayinle başka başka yerlerde yaşadığımız için bu kasabaya da hemen alışmıştım. Benim için önemli olan eşim ve çocuklarımdı ve nerede olsa mutlu olabilirdim. Öyle öğretti ebeveynlerim… Çevreye uyum sağlamıştım. Derken ikinci çocuğum dünya ya geldi. Erkekti… Oysa ben kız bebek istiyordum…

Aynı döngüyle yıllar geçti. Aileme koşturmaktan, onları mutlu etmeye çalışmaktan kendimi unutmuştum. Evliliğimden bir şey anlamamıştım, anlamıyordum, anlamayacaktım. Anlayamayacağımı da evlendikten on beş yıl sonra fırsat bulup da kendime “Ben kimim?” sorusunu sorunca anladım nihayet! Üç gün kim olduğumu bulamadım, sonra yazdım kendimi bir kağıda; ben evliliğimdeki Eda değildim. Bana rol verilmiş küçükken; cici, akıllı, hanım kız olacaksın, kırmızı kuşağı takınca eş olacaksın, anne olacaksın, evin hanımı olacaksın… Ben de bunları olmuşum ama aslında bunlar değilmişim. Eda olduğumun farkına varınca istenilen gibi olmadığım için beyaz atlı doktor’u tek bıraktım, bu sefer de kara kuşağımla ayrıldım. İki döşek, iki çocukla İstanbul’a geri döndüm. Maddi anlamda hiçbir şeyim yoktu. Üstelik aileme boşanacağımı söylediğim için tepki aldım. “Millet ne der” paniği ile beni dışladılar. Hepsi gör bakalım halini diye uzaktan bakmaya başladılar. Derken, benim özgür, zor, bedeli ağır ama çok mutlu yaşam mücadelem yeniden başladı. İşe girdim, bilgisayar kursuna gittim sertifika aldım; Açık Öğretim Fakültesi’ni kazandım, okudum diplomamı aldım. İşimde başarılı oldum halen de çalışıyorum. Büyük oğlum okulunda çok başarı oldu hep burs aldı. Yurt dışında okuyor. Küçük oğlum da okulunda çok başarılı öğretmenleri tarafından sevilen, tatlı, cana yakın, çok saygılı bir çocuktu. Ailemle bir yıl sonra aramız düzeldi.

Buraya kadar okuduğunuz benim hikayem. Benzerlerini okumuşsunuzdur, dinlemişsinizdir ya da yaşamışsınızdır. Yaşamda bilinen, duyulan ve yaşanılan şeyler değil mi?? Yukarıda yazdığım tüm olumsuzluklara bir şekilde, zor da olsa çözümlemeler üretebilmiş, ayakta kalmayı, kimseye yük olmamayı ve yaşamımı çocuklarımla birlikte sağlıklı ve mutlu bir şekilde sürdürebilmek için çareler bulabilmişim, değil mi ? “BAŞARMIŞIM” yani…Hah!Meğer hayatta benim başıma gelmez dediğiniz, aklınızın ucundan geçmeyen öyle şeyler varmış ki… Çare aramaya çalıştığınız, çare bulurum, buldum sandığımız ama yanlış yerde debelendiğimiz, zaman kaybettiğimiz , ne yapacağımızı bilemediğimiz, soracak, danışacak dertleşecek kimseyi, kimseleri bulamadığımız yaşanası şeyler…

Tüm bunları hissetmemizdeki, yaşamamızdaki sebep; biyolojik, toplumsal, ruhsal bilgi eksikliği… Şimdi anlatacağım, yakın zamanda yaşadığım, sizlerle paylaşmak istediğim hikâyemde ben de bilgi eksikliğinden dolayı zor günler geçirdim.

Kızımın Hikayesi

2005 yılında küçük oğlum birden yemek yememeye başladı. Odasından çıkmıyordu. Kendi kendineydi. O tatlı, konuşkan, cıvıl cıvıl çocuk gitmiş yerine hırçın, agresif, takıntıları olan bir çocuk gelmişti. On beş yaşındaydı yani tam ergenlik dönemi başlamıştı. Dersleri iyiydi. Okulda da seviliyordu. Bana öğretilen, bildiğimiz, duyduğumuz ergenlik dönemi krizleri diye üstelemiyordum. Hızla kilo vermeye başladı bir paket kepekli ekmek ve sudan başka gıda almıyordu. Durum sağlık açısından ciddiye gidiyordu. Psikologa götürdüm. Anoreksia nevroz teşhisi kondu. Konuyla ilgili epey mücadeleler verdik… Derken 2006 yılında ben işyerimde aniden fenalaştım. Beyin anevrizması(balon) teşhisiyle hekimler, anneme, babama ve yakınlarıma “20%’si yaşıyor, ameliyatta ne olur bilinmez” diyerek benii operasyona almışlar.

Üç gün uyutulmuşum. Yaşama geri döndüğümde yatağımda çok sevinçliydim. Allah beni çocuklarımın başından eksik etmemişti. On beş gün sonra doktorlar odama doluştular. Şah damarımla kulağım arasında yine balon varmış, patlamadan almaları lazımmış. Yeniden ameliyata gittim. Korkum ölmekten değildi; çocuklarımın bensiz kalmasıydı. Çok zor günler geçirdim ama akrabalarım, arkadaşlarım, ailem ve dostlarımdan çok sevgi ve ilgi gördüm, hiç yalnız bırakmadılar. Her gün çok uzak bir hastane olmasına rağmen gidip geldiler. Onların sevgisiyle hiçbir araz kalmadan taburcu oldum.

Hastayken öğrendiğim tek şey yaşam çok kısa ve her an her şey olabilirdi; yaşarken mutlu olabilmek ve yaşadığının tadına varmak lazımdı…

Evime geldim. Başım bir baştan bir başa dikişli, saçlarım traşlı, nekahet dönemindeyim. Tatlı, cana yakın, küçük oğlum karşımdaki koltuğa oturdu: “Anne sen ölseydin, ben babamla da anneannemler de yaşayamazdım” dedi. Dondum. “Aaa! Benim öleceğimi hesaplamış, kendine yer aranmış” dedim içimden. İçim üzüldü. O dönem travma geçirdiğim için hemen her şeye üzülebiliyordum. İçsel yaşadım, bir şey demedim. Bakakaldım sadece. Ertesi gün sıkıntılı, ağlamaklı bir şekilde yine yanıma geldi ve benim hayat öğretilerimi altüst eden, bildiklerimi bilmediğimi anlamaktan zor ameliyattan zor, eşten ayrılmaktan zor, iş bulmaktan zor, hayatım boyunca sık sık önüme çıkan engellerden zor bir şey söyledi. ” Anne benim ruhum başka bedenim başka” dedi, anlamadım. Birden baktım gözlerine “bu ne demek diye” yine anlamadım. Sordum, “nasıl bir şey” diye. “Ben aslında kızım, bedenim erkek” dedi. Dondum, şaşaladım, katıldım, uzun bir sure sessiz kaldık. Düşündüm. Bu ergenliğe geçişi anlamadı ya da ruh hastası oldu dedim. İçimi ferahlattım. Nasılsa her şeye çare buluyordum. Buna da bulurum dedim ve sessizliği bozdum. “Yavrum, canım merak etme sen, kafana takma, bakarız bir çaresine” dedim. Dedim ama kafam bulandı, içim acıdı, karanlık bir yol uzadı gözümün önünde. Öylece kalakaldım.

Çok üzüldüm, çocuğum şizofrendi. Yok, yok ergenlikteydi! Geçişi anlayamamıştı. Yok, yok ruh hastasıydı! Allak bullak oldum. Kimseyle paylaşılacak bir şey değildi. Sonra, çocuğumun adı çıkmasın diye de derdimi söyleyemezdim kimseye. Bunları düşünüyordum. Bir taraftan da internetin karşısına oturdum, psikiyatr aramaya başladım. İlaçsız bir tedavi şekli istedim, kendimce buldum da… Bu arada çocuğuma “bak yavrum, geçecek” demeye başladım. Bana ısrarla “bu geçmez anne, ben hep böyleydim “diyordu. “Aman!” dedim. “Bunun hastalığı varmış, ben anlamamışım, ilerlemiş” diyordum içimden.

Doktor babasına telefon açtım. “Bak!” dedim. “Böyle, böyle…” sustu kaldı. “O karıştırıyor” dedi. Hekim olduğu halde benden daha suskun bakıp duruyordu. İçi katılmıştı galiba. Hemen de gitti zaten.

Ben işimden gün içinde doktora gitme izini aldım. Yaklaşık 8 ay taşındık doktorlara. Yolda benimle devamlı kavga ediyordu. “Anne paran mı çok, anne ben böyleyim değişmem”. “Haaa hııı” deyip kolundan çekeliyordum. Uzun uzadıya psikiyatr gezileri yaptım. Psikiyatrların bunun geçici bir şey olduğunu, ruh hastalığı olduğunu söylesinler istedim. “Ergenlik çağında aklı karışmış” desinler istiyordum.

Bu arada çocuğum odasına kapandı. Son derece kızgın, saldırgan, alıngan, içine kapanık oldu. Devamlı mutfağa gidip geliyor adaçayı içiyordu. Adaçayının ne işe yaradığını ben sonradan öğrendim. Çocuğum adaçayını bardak bardak içerken aklıma bir şey gelmiyordu. Ferahlamak için içiyor diyordum. Aklım çayda değildi. Aklım fikrim “anne ben kızım aslında” demesine takıldı, ben hala orda kalmıştım. Derken bir gün Marmaris’ten arkadaşım ve kızları geldi. Birlikte alışveriş merkezine gittik. Ben de çocuğuma tişört almaya kalktım ama çocuğum çok sinirliydi. Kızıyor, beğenmiyordu. Benle başa çıkamadı, kabine girdi, tişört denemesi yapmaya… Bir anda ben kabini açtım, nasıl oldu diye! Bir de ne göreyim; çocuğumun göğüsleri var, bol giysilerle saklamış… bunlar ne? Dondum kaldım. Bana “anne adaçayından oldu” dedi.

“Evladım bu çayın bu kadar mahareti var da bu insanlar ne diye silikon peşine düşüyorlar?” dedim. Dedim de içim kanadı. Kanadı, çıktık. Hiçbir şey demedim. Söylenmedim. Psikiyatrına telefon açtım. “Durum ciddi, Çapa’ya götürün” dedi ve çok saygı duyduğum halen gitmeye devam ettiğimiz Sayın Hocamıza götürdüm. Çocuğumu odasına aldı epeyce konuştular, sonra beni çağırdılar. “Buradan, benden çocuğun ile ilgili ne bekliyorsun? Niye geldin?” dedi. “Çocuğumun durumunun netliğini öğrenmeye ve kabule geçmeyi bekliyorum” dedim. Çocuğumu dışarıya çıkardı.

“Senin çocuğun transseksüel, kabule geç” dedi. “Ama!”, dedim. “Hocam, bu çok takıntılı ama hocam, bu anoreksia… ama hocam şöyle, ama hocam böyle” derken. Hocam dedi ki “ruh hastası olduğunu mu söyleyeyim, bunu mu duymak istiyorsun” dedi. “Evet!” dedim. “Yok” dedi. “Ruh hastası değil” dedi. “Peki!” dedim, odadan çıktım. Çocuğuma bir şey belli etmedim.

Bacaklarım tutmuyordu. Tir-tir titriyordum. Kendimi çok çaresiz hissettim. Çocuğumu, abisini eve yolladıktan sonra banka oturdum ağlamaya başladım. Böğüre böğüre ağladım. İçim yana yana ağladım. Oğlumu kaybettim, bir çocuğumu kaybettim, ona çok ağladım.Ağlamam durdu. Çapa Psikiyatrı Bölüm Başkanı Sn. Şahika Yüksel’in yaptığı teşhis çocuğumun bana söylemlerinden daha etkiliydi. Yani durum tespit edilmişti. Birden kızım doğdu. Evet, evet bir kızım dünyaya geldi. Hem de 15 yaşında kocaman bir kızım oldu . Kabullenme sürecini başlattım.Bu ne demekti; ailem?, arkadaşlarım?, işim?, komşularım?, mahallem?, okulu?, işi, yaşamı? Herkesin penceresinden 15 yaşında dünyaya gelen kızıma baktım. Of! çok yorucu, çok karanlıktı. Kendi pencereme geçtim, kızıma baktım. Korktum. Bu bebeği nasıl büyütecektim? Konuyla ilgili hiçbir bilgim yoktu.

Ama benim evladımı, canımı seve seve vereceğim bebeğimi yaşamı boyunca sağlıklı, mutlu ve güvenli bir şekilde yaşaması için, ayaklarının üstünde durabilmesi için, okuması için önce kendimi bilgilendirmem ve araştırmalar yapmam gerekiyordu. Seve seve yapacaktım çocuğum için, çünkü o beni kandırmadı. Çalmadı, kimseyi öldürmedi. Kimseye saygısızlık yapmadı. Dürüstçe “bana yardım et anne” dedi. Bana içini açtı. Duygularını, hissettiklerini anlattı. Saklanmadı. Çocuğumun açık olması gücüme güç kattı.

Hani çocuk dizilerinde “batmen” vardır, ordan oraya uçar, bir de gölgelerin gücü adına She-ra vardır… Bayan versiyonu… O da bendim artık. Gölgelerin gücü adına çocuğuma ve bu duyguları olan tüm çocuklara destek olacaktım. Demesi ne kadar kolay değil mi? Hayata geçirmek, uygulamak zor. Ama konu sizin çocuğunuzsa hem zor, hem değil…

Çapa’ya terapilerine gitmeye başladı.

Kızımın odasından törpü, cımbız çıkmaya başladı. Her şeyin ilkinde önce donup kalıyordum. Hemen çözüm arıyordum. Hemen bir makyaj sepeti aldım, kendi elimle koydum, yerleştirdim içine… Ona güzel ayaklı ayna aldım.

Anladım ki ilk yapılacak şey; onu ortada hissettiği bedene tam kavuşması için destek vermekti. Giysileri vs. Ama öyle abartıyordu ki… “Neden kızım böyle yapıyorsun, bak tırnaklar bu kadar uzamaz, kaşlar bu kadar inceltilmez, kızlar böyle yapar, hanım olur” dedikçe bana kızıyor, “ben böyle istiyorum, ben taş gibi kız olacağım” diye başlıyordu söylenmeye. Kendi kendine hormon kullanıp sağlığı bozulmasın diye renk renk sütyenler aldım, nasıl kullanacağını öğretirken içim kanıyordu. Neden böyle? Ben ne yapıyorum? Bir anda bana dönüp “anne ne güzel oldu değil mi” diye yüzü gülünce bende toparlanıp o mutlu diye mutlu oluyordum.

Hem kendime ve kendi duygularıma hem de kızımın güzel bir kız olma koşturmacasına, abartılarına yetişmeye çalıştım. Hep anlatıyordum bak böyle yapalım şöyle yapalım diye… Diye diyeleri hala anlatıyorum.

Kızımı Açıköğretim lisesine kayıt ettirdim, lise sonuncu sınıfa. Dersaneye yolladım, gittim herkesle konuştum:” Ben annesiyim kızım böyle bir sürecle okuyacak.” dedim. “Tamam” dediler, kolaylıklar sağladılar, destek oldular. Her sınava gidişinde gerginlik yaşadı, sınava alınırken bir yanda bayan polis bir yanda erkek polis kontrol için dururdu ve kızım ortadan yürürdu. Her defasında bayan polisin olduğu tarafa çekiştirip, “gel kızım heyecanlama” diye onu ordan geçirdim. Ve kızımın lise bitirme notu 100 üzerinden 100. Ayrıca üniversiteyi kazandı. Doktor kontrolünde hormon kullanmaya başladı. Saçları uzadı, abartılarına son verdi. Güveni geldi, içinde sakladığı duygularını abartılı yaşadı ama sonunda yaşının gerektirdiği kıvama geldi. Bebeğim büyümeye başladı. Bunları yaşarken ben sürekli korkulu, kaygılı, endişeli oldum ve hala da oluyorum. Nedeni de korumak kollamak güdüsü olsa gerek; annelik yani!

Artık farklı boyutta yaşıyoruz: ANNESİ VE KIZI! Ergenlik ve menapoz ile ilgili kitaplar okuyorum. Anne ve kız, anne faktörü vs. Çok paylaşacaklarım var, en iyisi ben özete gireyim:

AİLEM: Ağabeyi zaten kabullenmişti, bana ve kız kardeşine destek oldu, maneviyatımızı güçlendirdi. Oğlum, çevremizin kabullenme sürecinde çevremizi sürekli bilgilendirdi, destek oldu.

BABASI: Henüz anlamış değilim. Okul taksitlerine finansal desteği sağladı.

BABAM: Babam kabullendi. “Aman kızım, elinden kaçırma, sarıl ona!” dedi ama 76 yaşında olmasına rağmen bilgi yetersizliğinden devamlı soru soruyordu. CETAD toplantılarına katılan ilk dede ünvanını aldı, bir sürü sorular sordu, kafası karıştı ve bilgilendi. Sn. Dr. NESRİN Hanım’a: “Biz de bilmiyorduk, bilgisizlikten ötekileştirmişiz.” dedi.

ANNEM: Baştan beri reddetmişti. Üstüne gitmedim, karşılaştırmadım. Bir yıl sonra bayramda bizi evine davet etti, torunuyla karşılaştı, kucakladı ve “çok güzel olmuşsun sen.” dedi.

YAŞADIĞIM SEMT: Değiştirmedim evimi; niye ordan oraya gideyim ki… Akrabalarımın, tanıdıklarım, komşularımın oturduğu semt. Kızımı koluma takıp çıktım, başımı eğmedim. Ne derler diye düşünmedim. Ekmeğimizi, suyumuzu, değerlerimizi bize kimse vermiyor. Kendimiz kendimizi kurtarıyoruz. Hala bir şey sormadılar, soramazlar da! Duruş önemli…

KARDEŞİM VE EŞİ: Baştan kabullendiler, destek oldular.

LAMBDAİSTANBUL AİLE GRUBU: İyi ki böyle bir çalışmanın öncülüğünü yaptık; yüreklice, sevgiyle, saygıyla çoğaldık. Biz anneler, babalar, kardeşler birbirimize destek oluyoruz. Bizim yeni akrabalarımız oldu; kızımın teyzeleri var, amcaları var, ağabeyleri var. Kendimi güçlü hissetmeme, aynı duygu düşüncede olan bizler, yani Lambdaistanbul Aile Grubu ebeveynleri öğrettiler. Saygılı olmayı, koşulsuz sevgiyi, yargılamadan ötekileştirmeden önce BİLGİ SAHİBİ olmayı ve desteği ilke yaptık kendimize.

ERKEK ARKADAŞIM: En zor kısımdan beri yanımda arkadaşım, oksijen tüpüm; zorlukları yaşarken, ağlarken, çaresiz hissederken hep yanımdaydı. Ona sonsuz teşekkürler.

ÖĞRENECEĞİMİZ BİLGİ: Cinsel yönelim nedir? Cinsel tercih nedir? OKULU CETAD …

İyi ki çocuğum gizlememiş, cinsel durumunu yani kendini benden saklamamış. Gizlenmeler ve yalan söylemeler reddedilme korkusunda kaynaklanıyor. Bence hayatta ne kadar açık olursak kendimiz ve çevremiz için o kadar iyi olur. Biz anne-babalara çok görev düşüyor. Çocuklarını reddeden, lanetleyen aileler kendinden kaçıyor, etraf yüzünden kendiyle yüzleşemiyor. Cinsel kimlik farklılığı yaşayan çocuklarımız için toplum önyargılı. Kendilerinden “namuslarıyla” çalışmaları beklenirken “namuslu bir iş bulamamaları” toplumun konuyla ilgili cahilliğinin yarattığı ikilemlerin en üzücüsü. Cinsel kimliğin, bireyin kimliğinin değişmez ve değiştirilemez bir parçası olduğunu, kişinin kendisini topluma uydurmak yerine toplumun bakış açısını değiştirmesi gerektiğini düşünüyorum. Bunun için de ebeveyn desteği lazım. Yaşam çok kısa, bırakın insanlar cinsel yönelimleri ve kimliklerini ne olsursa olsun, nasıl mutlu olacaklarsa; sağlıklı, mutlu ve güvenli yaşasınlar. Çocuklarımıza sahip çıkalım. “Başkası ne der?” ile kendimizi ve çocuklarımızı yiyip bitirmeyelim. Bilinçlenelim. Çocuklarımızla konuşalım. Konuşmalıyız; çünkü esas sapkınlıkların gizlemeler ve ötelemeler sonucunda oluştuğuna inanıyorum.

“Elalem ne der?”lere karşılık, aklımızdan çıkarmayacağımız, kendimize sürekli tekrarlayacağımız, bizi güçlü kılacak cümle (tecrübelerime dayanarak söylüyorum, ben kendimi bu cümle ile ayakta tuttum):

Cinsel kimlik asıl kimliğin çok ufak ayrıntısı. Bizi biz yapan nice özelliklerimiz var, öyle değilmi? Her zaman çoğunluk haklıdır diye bir şey yok. Unutmayalım çicekler de binbir çeşit…

Herkese sağlık, huzur diliyorum.

Eda Anne.