Birbirinizi değil, LGBTİ+ çocuklarımızı dinleyin, biz anne ve babaları dinleyin, bizi dinlemeden anayasa yapamazsınız!
“Ailenin yeniden tanımlanması” ayrımcı teklifinin konuşulduğu Meclis Anayasa Komisyonu’nun 24 Ocak 2023 tarihinde gerçeklesen oturumunda uzman değerlendirmesi için LGBTİ+’lara yönelik ayrımcılığıyla tanınan bir üroloğun dinlendiğini basından ve tutanaklardan öğrenmiş bulunuyoruz.
LGBTİ+ hakları insan haklardır ve insan hakları konunun özneleriyle, doğrudan muhataplarıyla konuşulur.
Birbirinizi değil, LGBTİ+ çocuklarımızı dinleyin, biz anne ve babaları dinleyin, bizi dinlemeden anayasa yapamazsınız!
Daha önce de söyledik, şimdi yine söylüyoruz, çağırın anlatalım!
24 Ekim 2022 tarihli çağrı metnimiz:
Mecliste yer alan tüm siyasi partilere sesleniyoruz: ÇAĞIRIN, ANLATALIM!
Bir kez daha LGBTI+ çocuklarımız bağlamında adımız anıldı.
Biz kim miyiz?
Biz LGBTİ+ aileleriyiz; ebeveynleri, kardeşleri, akrabalarıyız.
Herkes bizim hakkımızda, çocuklarımız hakkında konuşuyor.
Bize “güçsüz aile” yakıştırmaları yapılıyor, aile olarak bile görülmüyoruz.
Çocuklarımıza “sapkın” ithamlarında bulunuluyor.
Tüm bunlar olurken bizim sesimiz duyulmuyor.
ÇAĞIRIN, ANLATALIM!
Meclis çatısı altında bir kez de biz anlatalım:
Aile olmak nedir, LGBTİ+ ailesi olmak nedir, çocuklar nasıl karşılıksız sevilir…
Bir kez de bizden dinleyin!
Hep bizi suçlayanları, ötekileştirenleri, dışlayanları duyuyorsunuz.
ÇAĞIRIN, ANLATALIM!
Mecliste yer alan siyasi partilere sesleniyoruz:
Bu ülkenin yurttaşları olarak mecliste sesimizin yükselmesini sağlayın.
Ailenin yeniden tanımlandığı anayasa değişikliği teklifi ailelerimize zarar veriyor!
Bizler, tam da yasa teklifinde belirtilen evlilik birliğinin bir erkek ve bir kadından oluştuğu aileleriz.
Bizler, aynı zamanda çocukları eşcinsel, biseksüel, trans, interseks hatta kalıplara sığmayan cinsel yönelim ve/veya kimliklere sahip çocukları olan ANNELER ve BABALARIZ.
LGBTİ+ çocuklarımızın yanı sıra LGBTİ+ olmayan çocuklarımız da var ve tüm çocuklarımızı koşulsuz seviyor, onları şu veya bu nedenden dolayı ailemizden dışlayıp uzaklaştırmıyor; hepsini kucaklayan, kapsayan bir ailenin ve toplumun mücadelesini veriyoruz.
İktidarin TBMM Başkanlığı’na sunduğu ailenin yeniden tanımlandığı anayasa değişikliği teklifi ailelerimize zarar veriyor. Sadece ailelerimizi değil çağdaş, aydınlık bir Türkiye’nin teminatı olan gençlerimizi “aile” kavramından uzaklaştırıyor, “Aileniz buysa eğer biz böyle bir aile olmak istemiyoruz” noktasına getiriyor. Bunu nereden mi biliyoruz? Çünkü artık LGBTİ+ olmayan çocuklarımız, gençlerimiz de LGBTİ+ kardeşlerine yapılan haksızlıklara dayanamıyor, “aile” kavramı altında yaptığınız dayatmalar yüzünden kendileri için de yaşanabilir bir gelecek, yaşanabilir bir Türkiye göremiyorlar.
Aile sadece kadın ve erkeğin evlilik birliğinden oluşmaz. Birbirini seven, birbirine değer veren, “iyi günde kötü günde, hastalıkta ve sağlıkta” birbirinin yanında durmaya akdetmiş insanlardan oluşur. Devletin görevi vatandaşlarının mutluluğunu sağlamak, mutlu oldukları bir ülkede yaşamanın gerekli düzenlemelerini yapmaktır. Aile tanımını hukuksal müdahalelerle daraltıp, toplum sözleşmesini bozmak ve ülkeyi yaşanmaz hale getirmek değildir.
Aile normatif düzenlemelerle, kanunlarla korunmaz. Medeni Kanun’da zaten “erkekle kadın arasında” tanımlanan aile birliğini, iktidarin anayasada yeniden tanımlamak için verdiği teklif aileyi korumuyor, aksine ailelerimize zarar veriyor, Türkiye’nin geleceğine bir pranga daha takıyor.
Meclisteki tüm milletvekillerine sesleniyoruz;
Gerçekten aileyi korumak istiyorsanız eğer, mecliste bugün hepimizin ailelerini tehdit eden derin yoksulluk, uyuşturucu, çocuk istismarı, aile içi şiddet için verilen soru ve araştırma önergelerine destek vermek için elinizi kaldırın!
LGBTİ+ çocuklarımıza dokunmayın, LGBTİ+ çocuklarımızı günah keçisi yapmayın!
İlgili partiler tarafından verilen anayasa teklifinin açıklamasında LGBTİ+ çocuklarımızı “sapkın” olarak niteleyen ve LGBTİ+ları aile dışında bırakan anlayış, ailede eşitlik ilkesini bozarak, LGBTİ+ gençlerin bundan sonra göreceği şiddetin, geçmişte örnekleri görülen aile içinde yaşanacak cinayetlerin önünü açmaktadır.
LGBTİ+lar Hepimizin Ailesi!
LGBTİ+lar, bizim çocuklarımız, sizin arkadaşlarınız, komşularınız, bakkalınız, doktorunuz, avukatınız, öğretmeniniz, öğrenciniz, işçiniz hatta vekiliniz, yüzyıllar boyunca birlikte yaşadığımız insanlar, dostlarımız, yurttaşlarımız, kültürümüz, tarihimiz.
Çünkü söz konusu olan; bizim çocuklarımız, bizim ailelerimiz, bizim geleceğimiz!
LGBTİ+ların evlenmesinden korkuyorsanız, kendi içinizdeki korkuları sorgulayın.
Ailenin bozulmasından korkuyorsanız, içinde yaşadığımız karanlığı sorgulayın.
Çocuklarımıza ve ailelerimize değer veriyorsanız, toplumsal barış için bu tasarıya HAYIR deyin!
Akdeniz Antalya Aileleri Grubu Denizli LGBTİ+ Aileleri Grubu GALADER- Ankara Gökkuşağı Aileleri Derneği İzmir LGBTİ+ Aileleri Grubu LİSTAG- LGBTİ+ Aileleri ve Yakınları Derneği
LGBTİ+ Ailelerinin Gerçek Yaşam Öyküleri, “Gökkuşağından Hikayeler” kitabımızda ve artık Storytel’de!
Bu kitaptaki gerçek yaşam öyküleri, LGBTİ+ ailelerinin hayatlarındaki farkındalık anından itibaren geçirdikleri zorlu süreci içtenlikle anlattıkları birbirinden değerli öykülerden oluşmaktadır. Kitap, LİSTAG (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans, İnterseks Aileleri ve Yakınları Derneği) çatısı altında bilgi, destek ve dayanışma arayışı içinde bir araya gelen ailelerin kat ettikleri cesur ve öğretici yolculukların gerçek yaşam öykülerini bir araya getiriyor. Bu yalnızca LGBTİ+ ailelerinin değil, aynı zamanda onlarla birlikte çocukları da dahil olmak üzere toplumda farklılık nedeniyle dışlanmış herkesin hissettiği yalnızlık, ötekileştirilme ve baskı gibi konulara da ışık tutmaktadır. Kitap, herkesin kendi hayat tarzını ve kimliğini kabul etmeleri için bir ilham kaynağı olarak okuyuculara seslenmektedir.
Gökkuşağından Hikayeler kitabımızda gerçek yaşam öyküleri okuyabilirsiniz.
Bu aileler, çocuklarının toplumda dışlanma korkusu ile yaşadıkları zorluklardan ötürü okulda ve iş yerinde yanlarında olma mücadelesi vererek, benzer durumlarla karşılaşan ve destek arayan diğer ailelere yardımcı olmak, onlara ilham vermek ve güç vermek amacıyla gerçek yaşam öykülerini paylaştılar.
Ötekileştirmeye Karşı Gerçek Yaşam Öyküleri
Kitapta yer alan gerçek yaşam öyküleri arasında, LİSTAG babalarından Ömer’in hikayesi de bulunmaktadır. Ömer’in sözleri, çocuklarının yanında durmanın önemini vurgularken, aynı zamanda diğer ötekileştirilmiş gruplar için de dikkate değer bir mesaj içermektedir. Bu mesaj, hepimizin bireysel tercihlerimizi ve yaşam tarzlarımızı seçebilme özgürlüğüne sahip olmamız gerektiği yönündedir. Dolayısıyla, Ömer’in hikayesi sadece çocuklarını kabul eden aileler için değil, aynı zamanda toplumun tüm kesimleri için önemli bir örnek teşkil etmektedir.
“Bu süreç bana ötekileştirilen başka grupları da anlama ve tanıma olanağı verdi. Daha önce çok fazla bilgi sahibi olmadığım engellilerin, Çingenelerin, Alevilerin, Kürtlerin ve kadınların yaşadıklarını daha iyi anlamam konusunda bana yardımcı oldu. Şimdi görüyorum ki önümüzdeki asıl engel dünyanın en büyük terör örgütüymüş. Bu örgüt, bildiğimiz silahlı terör örgütleri gibi değil. Bu örgüt “el alem” Hepimiz el aleme göre yaşamaya çalışıyoruz, el alem ne düşünür diye. Oysa “Ben ne düşünüyorum?” diye kendimizi sorgulamamız gerekir. Başkalarının ne düşündüğü değil, bizim kendimiz için seçtiğimiz yaşam tarzı ve birey olabilmemiz önemli. Bütün insanlığın acilen bu el alem terör örgütünden kurtulması gerekiyor.”
In response to the “Great Family Gathering against LGBTI+” planned to take place in Istanbul on 18 September 2022, Sunday
As mothers and fathers of LGBTI+, who are we, and where do we stand vis-a-vis this gathering?
We are mothers and fathers who do not push their children away. Instead, we are parents who embrace, include, try to understand, and most importantly love their children unconditionally. We are FAMILIES. Some of our children are homosexual, bisexual, trans, intersex… Some others have sexual orientations and/or identities that do not fit into a definition we know, and we learn more about it every day. Our children are very colourful, remarkably diverse, and very enthusiastic just like humanity just like any child in the eyes of their parent.
You hear an acronym called LGBTI, which is marginalized, turned into a subject of hatred, and terrorized for the personal agendas and political interests of some people. These people even invite us to rally against our own children.
Rather, we call them OUR CHILDREN who may be gay, bisexual, trans, and or intersex +! Because they are our children, and they are also your friends, your neighbours, your cashiers, your doctors, your lawyers, your teachers, your students, your workers, even your members of the deputy. In other words, they are the people with whom we have lived side by side throughout centuries; they are the ones we called “Kiz Mehmet”, “Erkek Fatma”1, our friends, our compatriots, people with whom we have been sharing our culture, our history since before the invention of television or internet. Our children!
Homosexuals are not born to homosexuals, neither are trans children born to trans parents! We, the parents among you, are their parents, we are their relatives! If not today, some day you might also join our rank. Nowadays, some people keep using only the acronym “LGBTI” and cover up the fact that it stands for actual lesbian, gay, bisexual, trans, intersex people while deliberately trying to dehumanise them and distort our understanding. They try to alienate us from our own children, friends, acquaintances. They mock our intelligence and tell us that these people are a threat to our society and family structure as if there are no other problems we need to address.
In fact, we gave birth to them, they are our children. If they wish they may, or may not, form their own families. Regardless, under these circumstances and being among the most discriminated minority, we find it hard to understand how they are a threat to the family structure of our society. In fact, let alone the right to form their own families, if we, as our society, do not guarantee our children even their basic rights to get an education free from bullying, access to non-discriminatory health services, opportunities for inclusive decent jobs, how can they grow up to become productive members of our society?
So, they want to rally? Let them rally. Please do not prohibit.
As long as it does not constitute a hate speech, we need to voice and listen to a wealth of ideas, not prohibit free speech, or impose bans on ideas. This is how a democratic culture is established. But did you know that Turkish Hate Crimes Legislation does not prohibit hatred, and blasphemy against our gay, bisexual, trans and intersex children?
Let them rally, let them rally so that we can see who they are. Let us remember who they are. Let us engrave it in our social and historical memory. We should know who stands where. However, when we also want to rally, make room for us to exercise our democratic rights for peaceful demonstration and freedom of expression. Do not prohibit it! We have not been able to walk with our gay, bisexual, trans and intersex children since the Istanbul Pride March in 2014, we have not even been able to make a press statement since then. However, let us also remember that when we could do the Pride March those who had a different view could also come and peacefully demonstrate their opinion and not only the police protected them, but the Pride Week Organisation Committee also ensured their safety and right to freedom of speech and peaceful demonstration. Those who are organising this Great Family Gathering are aware of this fact, so let us remind you of this bit of history.
What do we want answers for:
When you say that you are protecting the family, what kind of family are you protecting? Whom do you expect to rally against whom?
If we love our children unconditionally and give them self-confidence and family support, if we do our best to have them complete their education and grow up as healthy and productive members of the society, what category of family do you see us as? Could it be that our respective definitions of family are vastly different? How do you define a Turkish family? A family that, upon coming out of their child, kick them out of the house, or take them to “so called” doctors who try to fix them with methods that have no scientific basis or even worst a family that does other things to their child that we cannot even bring ourselves to name?
If we were to attend the Great Family Gathering to voice our views as parents of lesbian, gay, bisexual, trans, intersex +, would you guarantee our right to free speech? Would the police also guarantee our right to peaceful demonstration?
If, as political will, you allow this anti LGBTI+ Rally to be organised and even advertised through government channels, will you also ensure peaceful demonstrations and rallies of LGBTI+, women, doctors, teachers, etc. who simply want to exercise their democratic rights?
When will you accept that the lesbians, gays, bisexuals, trans, intersex citizens whose taxes you receive also have parents and families who love them? When will you accept that your child could also come out as LGBTI+ some day? What would you do then?
Lesbians, gays, bisexuals, trans, intersex, people with different sexual orientations and gender identities and orientation have always existed, will always exist! We just gave them different names throughout history, but we always forgot that they are our children, our siblings, our families, acquaintances, the ones we choose not to greet but we have lived with them for centuries. They want to be equal; they want equality. They do not want more than anyone else, but they can no longer stand to get anything less. No one can stand it.
We cannot stand it anymore…
Regardless, let them hold the “Great Family Gathering” and rally so that we can see who these people are. Those people whose love is conditional, those people who humiliate and exclude families who have accepted and love their children unconditionally. Let us know who they are and remember them in the future. Let us wish that their hearts open to true love and acceptance of their children.
Meanwhile, let us remember the words of Melek, whose 28-year-old trans daughter was brutally murdered as a result of a transphobic hate crime at her home in Bursa in 2010:
“My child was always excluded from society because of her gender identity. She wanted to study so much but they did not allow her. They could not even give a small space for my child in this vast world.”
We will be re-watching our 2013 “My Child” Documentary where seven parents amongst us talk about their lesbian, gay and trans children and how they came to accept them. We invite you to watch it with us and share with others so they can understand our struggle, our love, so there can be at least some space for ALL our children in this vast world.
You can watch the Documentary on YouTube:
13 September 2022
Organisations of parents and families of LGBTI+s in Turkey that signed the statement:
18 Eylül Pazar günü İstanbul’da düzenlenmesi planlanan LGBTİ+ karşıtı “Büyük Aile Buluşması” yürüyüşüne dair;
Çocukları LGBTİ+ olan anne ve babalar olarak biz kimiz ve bu yürüyüşün neresindeyiz?
Bizler çocuklarını koşulsuz seven, onları şu veya bu nedenden dolayı yanlarından uzaklaştırmayan, kucaklayan, kapsayan, anlamaya çalışan anne ve babalarız, bizler AİLELERİZ. Bizim çocuklarımız eşcinsel, biseksüel, trans, interseks, hatta tanımlara sığmayan, gün geçtikçe yenisini öğrendiğimiz cinsel yönelim ve/veya kimliklere sahip; insanlık gibi çok renkli, çok çeşitli ve çok coşkulular. Kimin çocuğu değil ki?
Siz, LGBTİ diye bir kısaltma duyuyorsunuz, birileri de kendi kişisel gündemleri, politik çıkarları için bunu ötekileştiriyor, nefret öznesi haline getiriyor, terörize ediyor. Hatta çocuklarımıza karşı yürüyüşlere bile çağırıyorlar.
Bizse LGBTİ+ yerine ısrarla eşcinsel, biseksüel, trans, interseks çocuklarımız diyoruz!
Çünkü onlar; bizim çocuklarımız, sizin arkadaşlarınız, komşularınız, bakkalınız, doktorunuz, avukatınız, öğretmeniniz, öğrenciniz, isçiniz hatta vekiliniz. Daha açık söylemek gerekirse, toplumumuzda “kız Mehmet”, “erkek Fatma” diyerek yüzyıllardır birlikte yaşadığımız insanlar, dostlarımız, yurttaşlarımız, kültürümüz, tarihimiz. Bizim çocuklarımız!
Eşcinselleri eşcinseller, transları translar doğurmuyor! Onların anne ve babaları, yakınları bizleriz! Bugün değilsek, bir gün yine bizleriz…
Şimdilerde birileri LGBTİ kısaltmasının açılımının aslında eşcinsel, biseksuel, trans, interseks insanları ifade ettiğini ısrarla söylemiyor ve bu durumu kasıtlı olarak çarpıtıyor. Birlikte yaşadığımız tanışıklarımızı, arkadaşlarımızı, çocuklarımızı bizden uzaklaştırmaya çalışıp, zekâmızla alay ederek, başka sorunumuz yokmuş gibi bize onların topluma ve aile yapısına tehdit olduğunu söylüyor. Oysa hepsi bizim ailelerimizden doğdu, onları bizler doğurduk, onlar da isterlerse kendi ailelerini kurarlar veya kurmazlar ama zaten sayıca azınlıktayken nasıl toplumun aile yapısına tehdit olacaklar, buna anlam veremiyoruz. Hatta biz, çocuklarımıza kendi ailelerini kurmaları için politik, hukuksal, sosyo-ekonomik haklarını vermezsek, nasıl sağlıklı bireyler olarak yetişecekler ve toplumumuzun bir parçası olacaklar, bilemiyoruz.
Yasaklara, yasaklamalara değil, “nefret söylemine / suçuna” varmadığı sürece fikirlerin çarpışmasına ihtiyacımız var. Demokratik kültür böyle kurulur, ancak Nefret Suçları yasamızda eşcinsel, biseksüel, trans, interseks çocuklarımıza karşı nefret, küfür, kıyamet serbest, bunu biliyor muydunuz?
Yürüsünler, yürüsünler ki kim olduklarını görelim. Kim olduklarını hatırlayalım. Toplumsal ve tarihsel hafızamıza kazıyalım. Ne de olsa artık aynılar aynı yere, ayrılar ayrı yere yazılıyor. Ancak yürümek istediğimizde bizim de demokratik haklarımızı kullanmamıza, yürüyüş ve ifade özgürlüğümüze alan açın, yasaklamayın! 2014’teki İstanbul Onur Haftası Yürüyüşünden beri bizler, eşcinsel, biseksüel, trans, interseks çocuklarımızla yürüyemiyor, bir basın açıklaması bile yapamıyoruz. Oysa bizlerin yürüyebildiği Onur Haftası Yürüyüşlerine karşı görüşte olanlar da gelir; kolluk kuvvetleri kadar Onur Haftası Komitesi de onları gözetirdi. Bunu en iyi bugün “Büyük Aile Buluşması”nı organize edenler biliyor, biz sadece hatırlatmış olalım.
Şimdi soruyoruz;
Aileyi koruyacağız derken, kimin ailesini koruyor, kimin kime karşı yürüdüğünü düşünüyorsunuz? Bizler çocuklarımızı koşulsuz severek onlara aile içinde özgüven ve destek veriyorsak, eğitimlerini tamamlayıp, sağlıklı bireyler olarak yetişmeleri için elimizden geleni yapıyorsak, hangi aile için çalışıyoruz? Konuştuğumuz “aile” aynı aile olmayabilir mi? Sizinki nasıl bir aile? Çocuklarınızın eşcinsel, trans olduğunu öğrendiğinizde onları evden mi kovuyorsunuz, evlatlıktan mı reddediyorsunuz, yoksa çözümü olmayan bir yolda onları şarlatan sözde hekimlere mi sürüklüyorsunuz, yoksa söylemeye dilimizin varmadığı başka şeyler mi yapıyorsunuz?
“Büyük Aile Buluşması’na biz eşcinsel, biseksüel, trans, interseks anne ve babaları olarak gelirsek bizleri de koruyacak mısınız? Kolluk kuvvetlerimiz bizim için de var mı?
Siyasi irade olarak, LGBTİ+ karşıtı olarak düzenlenen bu yürüyüşe izin veriyorsanız LGBTİ+’ların, kadınların, öğretmenlerin, doktorların vb. demokratik haklarını kullanacakları yürüyüşlere ve gösterilere ne zaman izin vereceksiniz?
Vergilerini aldığınız eşcinsel, biseksüel, trans, interseks yurttaşların da bir aileleri olduğunu, onların da anne ve babaları olduğunu, bunlardan birinin de bir gün siz olabileceğinizi, ne zaman kabul edeceksiniz?
Eşcinseller, biseksüeller, translar, interseksler, farklı cinsel yönelimler ve kimlikler hep vardı, hep var olacaklar! Biz sadece onlara farklı isimler verdik ama hep şunu unuttuk, onlar bizim çocuklarımız, kardeşlerimiz, ailelerimiz ya da belki selamlamadıklarımız ama yüz yıllardır birlikte yaşadıklarımız. Eşit olmak istiyorlar, eşitlenmek istiyorlar. Kimseden daha fazlasını istemiyorlar ama artık daha azına da dayanamıyorlar. Kimse dayanamıyor.
Dayanamıyoruz…
Ama bırakın “Büyük Aile Buluşması”nı yapsınlar, yürüsünler ki bizler de kalplerini çocuk sevgisine kapatan, çocuklarını olduğu gibi kabul edemeyip, koşullu seven, üstelik bunu yapabilen aileleri, toplumun bir kesimini aşağılayan, dışlayan bu insanların kim olduklarını görelim ve yarın öbür gün kendilerini hatırlayalım.
Bizlerse, 2010 yılında Bursa’da çocuğu 28 yaşında evinde bıçaklanaraköldürülen Melek Annenin sözlerini hatırlayalım:
“Benim çocuğum cinsel tercihi (yönelimi) nedeniyle hep toplumdan itildi. Okumak istedi okutmadılar. Koskoca dünyaya sığdıramadılar benim evladımı.”
Ve, 2013 yılında içimizden yedi ebeveynin eşcinsel, trans çocuklarını doğdukları andan itibaren anlattığı “Benim Çocuğum” belgeselimizi izleyelim, eğer O gün yapacak daha iyi bir işiniz yoksa…
LGBTİ+ hak hareketinin simgesi olan Gökkuşağı Bayrağı 1978 yılında San Francisco’da açık eşcinsel kimliği ile tanınan sanatçı ve aktivist Gilbert Baker tarafından tasarlandı. Baker daha sonra bir röportajda, ABD’de açık eşcinsel kimliği ile senatoya giren ilk politikacı olan Harvey Milk’in kendisinden LGBTİ+ haklarını ve onurunu temsil eden bir sembol tasarlamasını istediğini ve Gökkuşağı Bayrağı’nı LGBTİ+ onur sembolü olarak tasarladığını söyledi.
İlk kez 25 Haziran 1978’de San Francisco’da yapılan Eşcinsel Özgürlük Günü Yürüyüşü’nde kullanılan 8 renkli Gökkuşağı Bayrağı daha sonra tüm dünyada LGBTİ+ hak hareketinin onur sembolü olarak kullanılmaya başlandı.
Gökkuşağı Bayrağı İlk tasarlandığında 8 renkten oluşuyordu: Pembe, kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, turkuaz, mavi ve mor. Bu renkler sırasıyla cinselliği, yaşamı, şifayı, güneşi, doğayı, sanatı, uyumu ve ruhu temsil ediyordu.
25 Haziran 1978’teki yürüyüşten kısa bir süre sonra Harvey Milk’in bir cinayete kurban gitmesiyle Gökkuşağı Bayrağı çok yaygın olarak LGBTİ+ haklarının sembolü olarak kullanılmaya başladı ve bayrağın seri üretimine ihtiyaç duyuldu. Üretim sürecinde pembe renkli kumaşın yetersiz olması nedeniyle pembe renk tasarımdan çıkarıldı, turkuaz ve mavi renk birleştirildi ve Gökkuşağı Bayrağı bugünkü 6 renkli halini aldı. 2017’de Philadelphia‘da başlatılan bir kampanya ile Gökkuşağı Bayrağına beyaz olmayan LGBTİ+’ları da kapsamak amacıyla siyah ve kahverengi de eklendi. Böylece Gökkuşağı Bayrağı bugünkü halini aldı.
Gökkuşağı Bayrağı’nın bugünkü son halinde siyah çeşitliliği, kahverengi kapsayıcılığı, kırmızı yaşamı, turuncu şifayı, sarı güneşi, yeşil doğayı, mavi barış ve uyumu, mor ruhu temsil ediyor.
Ben bir baba değilim. Anayım ben ana. Kız olarak doğduğumdan beri, oyuncak bebeklerim elime verildiğinden, babamın prensesi olduğumdan, büyüyüp evlendiğimden, bazen de büyümeden evlendirildiğimden beri hep anne olmaya hazırladılar beni. Olamadımsa da eksik kaldığıma inandırdılar. Peki ya erkekler. Onları da baba olmaya hazırladılar mı. Koruyan ve esirgeyen. İlla ki kollayan. Peki ya kimden. Keşke kendisinden. Babalık budur dediler. Olamadılarsa da benim gibi eksik kalmadılar. Buna inandırılmadılar. En fazla, soyları devam etsin diye kuma üstüne kuma ya da çocuk gelinler aldılar oğullarına. Ama biliyor musunuz gerçek babalar da yaşıyor aramızda. Hiç bir şeye inandırılamamış. Önce insan olmayı başarmış babalar var. Yaşıyorlar. Çocuklarının sihirli dünyalarına adım atabilen, el gün için değil, çocuğu için, çocuğu ile birlikte yaşayan, onunla büyüyen erkekler var aramızda. Çocuğundan beslenen, hayatı çocuğuna öğretirken, bir yandan da birlikte yeniden öğrenen. Değişen. Dönüşen. Kuvvetlenen. Babalar var aramızda. Çocuğunun ruhuna, varoluşuna saygı duyan, sonra da bu ruhun sevgisi her nerede ve her kimde cisimleşiyorsa, ona da eyvallahı olan babalar var aramızda. Çocukları için kurdukları kendi hayallerinden vazgeçen babalar var, el alemi takmayan. Aramızdalar. Çocuğum kimi severse sevsin. Bana ne. Kime ne. Diyen babalar. Varlar. Aramızdalar. Kimdir bu babalar. Bu babalar LGBTİ+ çocuğu olan babalar. Gerçek babalar. Her türlü cinsiyet kimliğinin, ifadesinin ve cinsel yönelimin özgürce yaşanacağı bir gelecek için çocukları ile el ele yürüyen babalar. Çocuklarının tüm çocuklar gibi eşit haklara ve onurlara sahip olduğunu bilen babalar. Yere bakmayan, gökyüzüne bakan, gökkuşağına bakan babalar. Çocuklarımızın babaları. Sevgili LGBTİ+ Babaları. Babalar Gününüz kutlu olsun. Bugüne özel hediyem şudur sizlere. Alın sloganımı benden. Taşıyın gururla. ‘’Lafı olan bana konuşsun. Babasıyım.’’
LGBTİ+ dernekleri, ODTÜ Onur Yürüyüşü’ne polis saldırısı ve Çanakkale Onur Yürüyüşü’nün hedef gösterilmesine ilişkin ortak açıklama yayınladı.
Dernekler, polis saldırılarını kınayarak bütün hak örgütlerini ve savunucularını LGBTİ+’ların insan haklarına saldırıya karşı mücadeleye çağırdı.
Açıklamanın tam metni şöyle:
10 Haziran Cuma günü yapılan 10. ODTÜ Onur Yürüyüşüne yapılan saldırıları kınıyoruz ve 17 Haziran’da yapılması planlanan 1. Çanakkale Onur Yürüyüşü’ne yönelik hukuka aykırı yasaklama kararını, nefret saldırılarını ve hedef göstermeleri kınıyor. Bütün hak örgütlerini, hak savunucularını ve kamuoyunu LGBTİ+’ların insan haklarına yönelik saldırıya karşı dayanışmaya çağırıyoruz.
ODTU Kampüsünde Cuma günü maruz bırakıldığımız şiddet ve işkence, hafızalarımızdan silinmeyen 2019 yılında yaşananlara çok benziyor. 2019’da Onur Yürüyüşü, ODTÜ Rektörlüğü tarafından yine yasaklanmış, Rektörlüğün talebi üzerine kampüse çağrılan polisler Onur Yürüyüşü’ne saldırmış, yapılan saldırıda işkence yasağı ihlal edilmişti ve LGBTİ+’lar işkenceyle gözaltılara maruz bırakılmıştı. Ardından LGBTİ+’lar Rektörlüğün hukuka aykırı yasaklama kararına karşı iptal davası açmış ve bunun sonucunda Ankara İdare Mahkemesi ve Bölge İdare Mahkemesi tarafından yasaklama kararının hukuka aykırı olduğuna kesin olarak hükmedilmişti. Gözaltına alınanlardan haklarında dava açılan 19 kişi ise açılan davada Onur Yürüyüşü’nün barışçıl olduğu gerekçesiyle beraat etmişti.
ODTÜ Rektörlüğü, bugün bir kez daha insan haklarına aykırı davranmakta ısrar etti. Rektörlük, yürüyüşten üç gün önce yine elektronik posta yoluyla Onur Yürüyüşü’ne izin verilmeyeceğini ODTÜ’lülere duyurdu. Başta ODTÜ bileşenleri ve hak örgütleri olmak üzere kamuoyu, bu karardan geri dönülmesi için çağrı yaptı. Tüm çağrılara rağmen, üniversite yönetimi kararından geri dönmedi ve ODTÜ Kampüsü yeniden polisin LGBTİ+’lara işkencesine sahne oldu. 10. ODTÜ Onur Yürüyüşü’nü engellemeye yönelik polis saldırısında 38 kişi ters kelepçe ile gözaltına alındı, yürüyüşe katılan pek çok kişi işkenceye maruz bırakıldı. Saldırı sırasında kolluk kuvvetleri öğrencileri hedef alarak plastik mermi ve biber gazı kullandı. Polis şiddeti yürüyüş alanından taşarak dersliklere, kütüphaneye sıçradı. Bina içinde biber gazı kullanan polis, gözaltıları da içeride sürdürdü.
Bütün polis şiddetine, işkencelerine rağmen ODTÜ’de öğrenciler kampüsün her alanında olmaya sloganlarıyla, yürüyüşleriyle, basın açıklamalarıyla devam etti.
Aynı gün içerisinde ise 17 Haziran’da yapılacak Çanakkale Onur Yürüyüşü sosyal medya üzerinden açık bir şekilde hedef gösterildi. Nefret söyleminin ayyuka çıktığı bu günlerde, özellikle de açık hedef haline getirilen LGBTİ+’lar mücadele vermeye devam ediyor. Bu bu nefret dilini tanıyoruz, varoluşlarımızın kriminalize edilmesine karşı ses çıkarıyoruz.
LGBTİ+ dernekleri olarak; ODTÜ LGBTİQAA+ Dayanışması’nın, ODTÜ’lü lubunyaların ve bütün Onur Yürüyüşlerinin yanındayız. 2015 yılından beri hakları gasp edilmesine rağmen mücadeleyi bırakmayan LGBTİ+’ları selamlıyor, birbirimizden güç almaya devam edeceğimizi ve nefrete karşı büyüttüğümüz mücadelemizde birlikte kazanacağımızı bir kez daha bildiriyoruz.
Her yıl Haziran ayının son haftası dünya genelinde LGBTİ+ Onur Haftası olarak kutlanıyor. Bütün aya yayılan kutlama ve etkinlikler nedeniyle de Haziran ayı Onur Ayı olarak adlandırılıyor. Her ülkede farklı tarihlerde de olsa Haziran ayının son haftası içinde, bütün LGBTİ+ topluluğunun katıldığı kalabalık ve şenlikli bir Onur Yürüyüşü yapılıyor. Onur Ayı ve etkinliklerinin ve yürüyüşünün amacını LGBTİ+ topluluğunun tüm dünyada görünürlüğünü arttırmak, hak mücadelesini ve dayanışmasını güçlendirmek ve paylaştıkları ortak tarihi kutlamak olarak özetleyebiliriz.
Onur Yürüyüşü’nün Tarihi: Stonewall Ayaklanması
Onur Yürüyüşü ilk defa 1970 yılında NewYork Manhattan’da Stonewall Ayaklanması olarak bilinen olayın yıldönümünde, 2000 kişinin katılımıyla yapıldı. 1969 yılının 28 Haziran’ında NewYork’ta başlayan ve 4 gün süren Stonewall Ayaklanması LGBTİ+ hak mücadelesi tarihinde bir dönüm olarak anılır. Bu ilk Onur Yürüyüşü feminist biseksüel Brenda Howard‘ın liderliğinde düzenlenmişti.
O yıllarda LGBTİ+ hakları tüm dünyada olduğu gibi ABD’de de çok zayıftı. Açık olarak LGBTİ+ olmak her alanda toplum dışına itilmek demekti. O günlerde bar ve kafeler LGBTİ+’lara servis vermiyor ve bu tür işletmeler polis tarafından sürekli baskınlara uğruyor ve LGBTİ+’lar gözaltına alınıyor ve fişleniyorlardı. 28 Haziran 1969’da Manhattan’daki StoneWall Inn adlı bar sık sık olduğu gibi o gün de bir baskına uğradı ve ilk defa o gün açıkça “Eşcinsel olmaktan utanmıyoruz” diyerek polise karşı direnen bir grubun başlattığı direniş büyüdü, 4 gün süren olaylar sırasında yüzlerce kişi yaralandı ve gözaltına alındı. Bu direniş, LGBTİ+ hak mücadelesinin bir dönüm noktası olarak Stonewall Ayaklanması adıyla tarihe geçti.
Olaydan sonra kapanan Stonewall Inn daha sonra 2007 yılında restore edilerek yeniden açıldı. 2016 yılında ise dönemin ABD Başkanı Barack Obama tarafından ulusal anıt statüsüne alındı.
Türkiye’de Onur Ayı ve Onur Yürüyüşü Tarihi
İstanbul, İstiklal Caddesi’inde gerçekleştirilen Onur Yürüyüşü’nden bir kare
Türkiye’de Onur Haftası ilk kez 1993 yılında “Cinsel Özgürlük Haftası” adı ile kutlanmak istendi, ancak İstanbul Valiliği etkinliklere izin vermedi ve etkinlikler için yurtdışından gelen konukları sınır dışı etti. Valiliğin bu müdahalesi, İstanbul’da örgütlü LGBT dayanışmasının ve hareketinin de başlangıcı oldu, Lambdaistanbul ve Kaos GL’nin temelleri atıldı. Bu engellemeye rağmen 1994 yılından bu yana Türkiye’de Onur Haftası çok çeşitli etkinliklerle kutlanmaya devam ediyor. Onur Yürüyüşü ise ilk kez 29 Haziran 2003’te 40 kişinin katılımıyla yapılabildi. Daha sonra her yıl kalabalıklaşan, gittikçe toplumun her kesiminden destek görmeye, sanatçı ve siyasetçilerin katılımıyla da güçlenmeye başlayan Onur Yürüyüşü’ne 2010 yılında 3000 kişi katıldı. 2013 yılında yapılan 11. Onur Yürüyüşü Gezi Direnişi’nin de ivmesiyle Türkiye’deki en kalabalık Onur Yürüyüşü oldu. 100.000 kişi bu yürüyüşe katıldı.
“Alışın Burdayız” “Susma Haykır, Eşcinseller Vardır” gibi sloganlar Türkiye Onur Yürüyüşü tarihinde en çok duyulan sloganlar oldu.
2015 yılından itibaren şiddetli polis müdahalesine maruz kalan Onur Yürüyüşü, 2016’da İstanbul Valiliği tarafından yasaklandı. 2015’ten bu yana Onur Yürüyüşü çeşitli illerde, ODTÜ Boğaziçi Üniversitesi gibi üniversitelerde polis müdahalesi ve yasaklara rağmen küçük de olsa gruplar tarafından yapılmaya devam ediyor. Biz de LİSTAG aileri olarak 2008 yılından beri çocuklarımızla beraber yürüyoruz.
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.