PINAR SELEK
Şimdiye kadar yaptığım her söyleşiden beslendim. Ama bu sefer başka bir şey oldu. Dört kadın buluşunca deneyimler, kederler, dirençler ve hayaller aktı birbirine… Hayatlar aktı.
Eda, Selda, Gülseren ve ben konuştukça tamamlandık, konuştukça kımıldandık.
Eda, 18 yaşındaki bir transeksüelin annesi. Gülseren’in 20 yaşındaki oğlu biseksüel. Selma’nın da 25 yaşında gay bir oğlu var. Üçü de, eşcinsel ya da transseksüel annesi olmanın zorluklarıyla tek başlarına cebelleşirken, kapatma kararıyla boğuşan Lambda’da soluklanmışlar. Orada sarılmışlar birbirlerine ve “Lambda Aile Grubu”nu oluşturmuşlar. Grubun oluşmasında büyük katkıları olan Lambda gönülüsü Mehmet Tarhan, bu sürecin kendisini de çok etkilediğin anlatmıştı bana: “Aileme açığım ama yönelimim üzerine çok konuşmuyoruz. Ama tabii benim onlardan beklentim vardı. Bu çalışmayla birlikte çok değiştim. Anladım ki, biz ne problem yaşıyorsak, aileler de yaşıyor. Eşcinsel annesi olmak kolay değil. Toplumsal baskılara, zihinsel karmaşalara, akrabalık ilişkileri içindeki tepkilere hazırlıksız yakalanıyorlar. Örgütlü olmadıkları için bu sıkıntılarla baş etmeleri çok zor. Ölüm karşısındaki şoku yaşıyorlar. Lambda Aile Çalışmasının içinde yer alınca, öncelikle ailemden beklentilerim azaldı. Gördüm ki çok şey bekliyoruz onlardan… Bu çok yanlış…”
Eda, Gülseren ve Selda da çocuklarından ve onların Mehmet gibi arkadaşlarından çok şey öğrenmişler. “Mayın tarlasında” yol açmanın heyecanını yaşarken gençleşmişler, kadınlıklarını, cinselliklerini, varoluşlarını keşfetmişler.
İşte biz o güzel buluşmada, sadece eşcinsel ve transeksüel annesi olma deneyimini değil, kadınlığı, cinselliği, toplum baskısını, sınırları, keşfedilenleri ve hayatı konuştuk…
Aileler de büyük sancı yaşıyor…
Selma, Eda, Gülseren… Üçünüz de Lambda’da aile çalışması yürütüyorsunuz. Aile Grubunun hikâyesiyle başlayalım mı?
Selma: Ben geçen sene gazetelere birkaç yazı yazmıştım. Bir tanesi Radikal’de “Annelere Sesleniş Mektubu” idi. Çok ilgi çekti. O sıralar Lambda’nın partilerine, şusuna busuna ufaktan katılmaya çalışıyordum. Sonra daha çok gelmeye başladım. Şahika Yüksel Hoca, yazımdan etkilendiği için beni uluslar arası bir kongreye konuşmacı olarak çağırdı. Kongrede bir anne olarak konuşma yaptım. Hayat hikâyemi anlattım; nasıl öğrendim, nasıl kabullendim, nasıl bugüne geldim… Sonra bir iki dergi röportajı falan verdik. Bu arada, çocuklar da Lambda’da kendi aralarında konuşmuşlar, bir aile grubu kuralım, diye… Ben onlara “Buraya gelen anne olursa ben onlarla konuşmaya hazırım,” diyordum. Çocuklarla toplandık ve aileleri organize etmeye başladık.
Sizden başka aile yok muydu?
Selma: Yoktu. Sadece ben vardım. Lambda’daki çocuklarla bir iki toplantı yaptıktan sonra Gülseren ile tanıştık. Oğlunu tanıyorduk, bize gelir giderdi. “Annem de gelmek istiyor,” dedi.
Oğlunuz olup bitenlerden size bahsediyordu herhalde… Siz nasıl ihtiyaç duydunuz?
Gülseren: Evet bahsediyordu. Ben özellikle ihtiyaç duymadım ama oğlumla daha çok şey paylaşmak istedim. O beni bir arkadaşının Lambda’ya gidip gelen annesiyle tanıştırmak istedi. Ben de, “Tabii,” dedim. Zaten arkadaşlarını tanımayı özellikle istiyordum.
Arkadaşlarını ve ailelerini belki…
Gülseren: Tabii, ailelerini de tanımak önemliydi. Hemen kabul ettim ve Selma’yla tanıştık. Sonra birlikte Lambda’ya gelmeye başladık. Onlar, bir broşür çalışması yapıyorlardı. Yurt dışından elde ettikleri bir broşürü bizim toplumumuza uyarlıyorlardı. Bizim toplumumuzda aileler bunu şöyle karşılar, böyle dersek daha iyi olur.. gibi bizim de küçük bir katkımız oldu o broşüre. Sonra düzenli toplantılar yapmaya başladık. Açılma durumunda olan çocukların aileleri gelsin istedik. Ama her aile için Lambda’ya gelmek cazip değil. Kolay değil… Onun için bir başka yerde düzenli Aile Toplantıları yapmaya başladık. İlkini bir kafede yaptık. Oraya iki baba ve bir aile geldi. Böylece üç aile olduk. Sonraki Aile Toplantımız yemek şeklindeydi. Bir gece düzenledik. O zaman otuz kişi olduk.
Aileler mi?
Gülseren: Aileler… Tabii bunlar kardeş, yeğen… Ama anne babalar da arttı. O geceye gelenler çok mutlu oldu. Daha genişlemek için herkesin çaba harcamak istediğini hissettik. Ve bunu sürdürüyoruz. Çocuklar açıldıktan sonra, ailelerin yaşadığı süreç genelde çok sancılı oluyor. Benim için o kadar sancılı olmadı, ama bir dolu aile için öyle oluyor…
Önce inkâr, sonra suçlama…
Çocukları açılma sürecinde çeşitli sıkıntılar yaşarken, ailelerin sancıları nasıl oluyor?
Gülseren: Aileler çok sancı yaşıyor… Bu, eğitim düzeyiyle değil ama bu konuda bilgili olup olmamayla çok ilgili… Yani üniversite mezunu da olsa, belli bir kariyer sahibi de olsa insanlar; toplumsal, geleneksel, dinsel kalıplar nedeniyle çok bilgisizler. Bu yüzden, hem aile süreci çok zor atlatıyor hem de çocuk ile arasındaki ilişkisizlik zor aşılıyor. Çoğu zaman, karşılıklı kapanma dönemi yaşanıyor, birbirlerini yok sayıyorlar… Yani bu mesele yokmuş gibi davranıyorlar. O zaman ilişki de bitiyor.
Siz nasıl yaşadınız?
Gülseren: Ben o süreci daha kolay atlattım. Yirmi senedir, tıp camiasında, laboratuar sorumlusu olarak çalıştığım ve farklı aktiviteler içinde olduğum için, eşcinselliğin bir hastalık olmadığını, çocuğum böyle olursa da çok üzülmeyeceğimi biliyordum.
Ama insanın başına gelince nasıl oluyor?
Gülseren: Her şeyi de bilmiyormuşum. Mesela bunu bir tercih zannediyordum. Ergenliğe kadar da bir şey hissetmedim.
Önce siz mi fark ettiniz?
Gülseren: Tabii, ben fark ettim ve ergenlik döneminde bir psikoloğa danışma ihtiyacı hissettim. Çocuğum bizimle daha az şey paylaşıyordu, hep bilgisayarda oturuyordu. Suskunlaştı. Halbuki çok konuşan, neşeli bir çocuktu. Ben de “Bak, gençlikle ilgili bir terapist var. Bir arkadaşım çocuğuyla gitmiş… İstersen, baban, ben, birlikte bir gidelim; sen de, bizle paylaşmadığın sorunları onunla paylaş” dedim. O da kabul edince Çapa’ya gittik. Terapist sadece çocukla konuştu ve dedi ki, “Çok güzel duyguları olan, naif, duygusal bir çocuk, sorunu yok. Fakat maço yetiştirilmemiş, küfrü sevmiyor, vurdulu kırdılı ortamları sevmiyor. Dert etmeyin. O ihtiyaç olursa, beni arayacak” dedi. “Zaten biz başka türlü olsun istemedik; özgür bir bakış açısı olan, kendini toplum içinde ifade edebilen bir çocuk olsun istedik.” diyerek çıktık ama içimiz rahat değildi. Çünkü o daha çok küçükken, başka bir psikolog “baba ilişkisi eksik” demişti, ben de onu hep babaya itmiş ama bir şey değişmediğini görmüştüm. Sonra yine Çapa’da başka bir terapiste gittim. Durumunu anlatınca bana çocuğumun eşcinsel olduğunu, bunun bir yönelim olduğunu, değiştiremeyeceğimizi söyledi Ben, eşcinselliği tercih zannediyordum. Ama değilmiş. Doktor yapacak bir şey olmadığını söyledi: “Ondan sevginizi eksik etmeyin, her konuda destek olun.” Biz de öyle yaptık hep…
Selma, seninki de bu kadar kolay mı oldu?
Selma: Hayır, benim için daha zor oldu… Çocuğumun eşcinsel olduğunu önce ben fark ettim.
Anneler daha önce fark ediyor, değil mi?
Selma: Anneler önce fark ediyor… Önce, böyle izledim, gözlemledim.
Kaç yaşlarındaydı?
Selma: On yedi yaşındaydı. Ergenlik dönemindeydi. Hep düşünüyordum: Yok canım, öyle değildir, ben onu çok iyi yetiştiriyorum, nasıl böyle bir şey olur ki? Bizim başımıza böyle bir şey gelemez… Bir gün oturttum onu, sormaya başladık babayla beraber, güzel ve sakin bir konuşma oldu. Sonunda “Sen ne olursan ol, bizim evladımızsın, seni her halinle seviyoruz, kabul ediyoruz…” dedik. Önce “Hayır, değilim!” gibi şeyler söyledi ama sonra dayanamadı ve açıldı: “Evet, ben geyim” O rahatladı, ama biz mahvolduk. Ağladık, birbirimize sarıldık, “Yardım almamız lazım,” dedik. Çünkü hiç bilmediğimiz bir konuydu. Hep dışarıdan duymalarla, toplumun kurallarıyla düşünüyorduk. Bu yüzden, önce bir inkâr dönemi başladı: Yok canım, çocuğun kafası karışmıştır. Acaba tacize mi uğradı? Acaba şöyle mi oldu, böyle mi oldu? İşte, gidelim birinden yardım alalım da, olayı açıklığa çıkaralım…
İlk danıştığınız kişinin yaklaşımı nasıldı?
Selma: Psikolog çok iyi karşıladı bizi. Hepimizle ayrı görüştükten sonra benim ve oğlumun ayrı seanslara devam etmesi gerektiğini, bu sürecin uzun olduğunu söyledi. Ben de haftada bir gitmeye başladım. O da haftada iki kere falan gidiyordu. Doğru bir insana denk gelmişiz. Çok gezmedik, öyle arkadaşlarım gibi çok paralar harcamadık. Ama biz de önce bir inkâr dönemi, sonra bir suçluluk duygusu yaşadık. “Rollerimizi tam yapamadık çocuğa…” Ben eşimi suçladım, “Sen hiç ilgilenmedin, vakit geçirmedin…”
İlk tepki genelde suçluluk duygusu mu oluyor?
Selma: Suçluluk duygusu oluyor. Nerede hata yaptım? Meğerse çok iyi anneyim diye kendinizi kaptırdığınız bir rol modeli varmış, o yıkıldı, dağıldı tabii. Yani ben, “Bu kadar yıl çocuğumu nasıl anlayamamışım,” oldum bir anda…
Yönelim olduğunu bilmediğiniz için sorumluluğu kendinize yüklediniz…
Selma: Aynen öyle. Gittiğimiz insan bize bunun bir yönelim olduğunu, hastalık olmadığını, kabullenme sürecine geçmeye başlamamız gerektiğini söyledi. Ondan sonra, seanslarda, beni kendime döndürmeye başladı: “Sen kendin için neler yapıyorsun? Hayata nasıl bakarsın? Bunları yaz, getir.” Ödevler veriyordu. Çok güzel geçiyordu… Ben kendi iç dünyama dönmeye başladım. Altı ay gibi bir süreç yaşadık. O süreçten sonra toparlandım.
Altı ay sürdü ama…
Selma: Altı ayda kendimi çözdüm çünkü bütün değer yargılarım yıkılmıştı. İnanç sistemi, tanrı kavramları, aile kavramları… Annemin kızıyım, ama neyim ben? Yani altında ben yoktum, hiçbir şeyin altında ben yoktum. Tekrar kendimi yapılandırmaya başladım o süreçte. Yavaş yavaş toparlandım. Ben toparlandıkça, kızımla eşim de toparlanmaya başladılar. Çocuğum rahatladı. Ondan sonra çocuğuma döndüm, yani, ne hisseder, ne düşünür, ne yaşar?
Neye ihtiyacı var…
Selma: Duyguları nedir, neye ihtiyacı var? Arkadaşımın da dediği gibi, bambaşka hakikaten… Hayalimizde kurduğumuz çocuk resimleri var ya, işte, kızsa gelin olur, yuva kurar… Erkekler için de benzer şeyler… Bütün hayallerimiz çökmüştü. Bir de, “Etraf ne diyecek? Biz bu şeyle nasıl yaşayacağız? Nasıl güçlü olacağız?” diye kaygılanıyorduk. Sürekli araştırıyorduk. Kişisel gelişim, kendini tanımak, çocuğunu tanımak… Çok kitaplar okudum. O satırlarda hep çocuğumu aradım. Ona nasıl yaklaşabilirim? Onu nasıl daha iyi anlayabilirim? İlk günler zordu. O da okuldan gelince “Anneciğim üzgün müsün?” falan diyordu.
Onda da suçluluk duygusu vardır, annemi üzüyorum diye…
Selma: “Anne üzülmüyorsun, değil mi?” falan diyordu. O gelmeden önce makyajlar yapıyordum, rol yapmaya çalışıyordum, üzülmesin diye. Bilinçlendikçe daha çok üzüldüm çünkü gördüm ki çocuğum kendi kendine o süreci yaşamış, çok da zorlanmış yani… İntihar etmeyi bile düşünmüş. Yani, biz öğrendiğimizde, o daha yeni kabullenmişti… Bir iki aydır “evet, ben eşcinselim” diyebiliyormuş. O da bir dalgalanma süreci yaşamış. Arkadan biz dalgalandık. Sonra yavaş yavaş toparlandık. Şimdi, hep şunu söylüyorum: Çocuklar, cinsel yönelimleriyle ortaya çıktıkları zaman sanki her şey cinselliklerine dönüyor. Oysa bu yanlış. Hele ergenlik çağında, bu süreci yalnız başına yaşamak çok zor oluyor. Kimliklerini oturtmakta çok zorlanıyorlar. Özellikle ergenlik çağında, ailelerine daha çok ihtiyaçları var. Neyse biz o süreci çabuk atlatmışız. Şimdi daha iyi görebiliyorum. Çok şükür, ne diyeyim…
Bizim departman çok zor…
Eda, sen ne yaşadın çocuğunun transeksüel olduğunu ilk öğrendiğinde?
Eda: Bizimkisi çok zor bir departman. Bir de görünüş meselesi var bizim departmanda… Öncelikle hiç bilmediğiniz bir şey. Daha çocukken biz onlara kadın-adam deyip geçiyorduk. Özenti diyorduk. Ben iki kere beyin ameliyatı geçirdim. İkinci ameliyattan sonra, sağ gözüm beş, sol gözüm altı tane görüyordu, kafamı, bacağımı tutamıyordum, ağzımı açamıyordum. Dediler ki, “Haberleri bile dinlemeyeceksin. Hiç üzüntü yaşamayacaksın…”
Ama hayatının filmi, ameliyattan sonra başladı…
Eda: Önce annem baktı bana. Biraz toparlanınca eve geçtim. Çocuğum da hiç beklemeden, benim karşıma geçti. Dedi ki, “Anne biliyor musun, sen ölseydin ben anneannemlerle de babamla da yaşayamazdım.” Onu dinlerken içimi bir acı kapladı… Benim öleceğimi hesaplamış, ne yapacağını düşünmüş… Herhalde çok üzüldü, panik oldu çocuk, diye düşündüm. Sonra birden dedi ki: “Benim ruhumla bedenim farklı.” Böyle bakakaldım. Anlamadım tabii… Eyvah, dedim, benim küçük halam şizofrendi…
Şizofren olduğunu düşündün…
Eda: Evet, bir sene önce de yemeden içmeden kesilmişti. Doktorlara, yatırlara, her yere götürmüştüm onu. Bir de çok vahşi… Sürekli hırlıyor. “Bedenim ayrı, ruhum ayrı ne demek? Tamam, bu şizofren…” diye düşündüm. Sonra dedi ki: “Anne, ben kızım.”
Kaç yaşındaydı?
Eda: On altı. “Aa,” dedim, bu ergen oldu, bilemedi. Babadan ayrı olunca… Beceremedi herhalde… Kalakaldım. Sonra bilgisayara atladım, bakınıyorum… Doktorlara gitmeye başladık. Elektrotlar bağlıyorlar kafasına. Kimseye de söylemiyorum, adı çıkmasın diye. Dört tane kredi kartım var, dünyada başka bir şeyim yok. Onu veriyorum, 200. Bu testi yapıyoruz, 300. O da diyor ki, “Hayır, ben kızım. Beni değiştiremezsin.”
Çapa’ya sonradan gittiniz herhalde?
Eda: Evet. Bilmiyordum ki… Hani ilk çocuk doğduğunda annenin el kitabı vardır: Bebeğim ne der? Bebeğin ağzı sulanır, salyalanır. Neden? Diş çıkarmış. Ama transseksüel annesinin el kitabı yok, hiçbir şeyi yok. Endişe kapladı içimi. Acaba, dedim, bunun başına bir şey mi geldi? Hemen muayeneye götürdüm. Hiçbir şey gelmemiş. Psikiyatra gönderdiler, o da ilaç verdi ama çözüm olmadı. Sonra bir gün alış verişe gittik Kabinde tişört denedi. Bir baktım, göğüsleri var. Bol tişört giydiği için… “Bunlar ne?” dedim.
Hormon…
Eda: Adaçayından, dedi, adaçayı içiyordu evde devamlı. Sonra internetten öğrendim ki, oradan buradan öğrendikleriyle, doğum kontrol hapı yutmuş. Bu hapın içinde östrojen olduğu için göğüsleri çıkmaya başlıyor. Tabii ki testosteronla östrojen çarpıştığı için de hep gerilimli. Sonra, doktor beni Çapa’ya, Şahika Yüksel’e yönlendirdi. Yurtdışında okuyan abisiyle birlikte gittik. Şahika Hanım bana “Niçin geldin, ne bekliyorsun benden?” diye sordu. Durumunun netleşmesini istiyordum. Çocuklar dışarıdayken ben anlattım: “Doktor hanım, bunu yapıyor, böyle hırlıyor, şöyle zırlıyor… Benim halam da şizofrendi…” dedim. Şahika doktor çok netti: “Sana, çocuğunun ruh hastası olduğunu mu söyleyeyim? Onu mu istiyorsun? Fakat hasta değil… Senin çocuğun bir transseksüel…” dedi. Neyse konuştuk… Çıkınca baktım şu bacaklarım tutmuyor. “Çıkın siz, gidin,” dedim. Oturdum Çapa’nın bankına, bağıra bağıra ağladım. Bir çocuğumu kaybettim, bir oğlum gitti…
Onu kaybettiğinizi düşündünüz…
Eda: Evet ama bir yandan da kızım dünyaya geldi… Ama on yedi yaşında ve ona nasıl bakacağımı bilmiyorum. Koskocaman bir bebeğim dünyaya geldi. Ve o kadar karanlık bir yol ki, öyle bir tünel ki, ışık bile yok. Aslında çok pencere var, aile penceresi, çocuğun kendi penceresi, tıbbi pencere, maddi pencere, manevi pencere… Ama ben bilmiyorum ve sadece ağlıyorum. Benim ne suçum var? Eşimden ayrılmıştım, kendimi suçlamaya başladım. Benden mi kaynaklanıyordu? Anneleriyle yetişen çocukların anneyi model aldıklarını bildiğim için hep maço bir anne oldum; takım tuttum, bağırdım, çağırdım… Yani kendi benliğimden çıktım… Ben annemin biricik, hanımefendi kızı idim! Çocuklarım şey ettirdi! Çok ağladım, çok zırladım. İşe gidiyorum bu arada, çalışmak zorundayım. Hep zorundalıklarım var… Hep levhalar çıkıyor önüme: Mecburi istikamet, mecburi istikamet, mecburi, istikamet… Önce, annemle babamın istediği gibi bir çocuk olmaya doğru yön çizildi: İşte, hanım olacaksın, önüne bakacaksın, erkeğe üç kap yemek yapacaksın, pantolon ütüleyeceksin, onun kızı ne derler, bunun kızı ne derler, şapkamı önüme eğdirtme, bilmem nemi ne yapma… Sonra, evlendik, evciliklerimizi kurduk, bardaklarımızı çanaklarımızı… Ama o kadar da boyun eğmemiştim. Mücadele etmiştim. Beni öyle yetiştirmişlerdi. Annem ve babam öğretmendi. Hatırlıyorum bir gün bebeğimin kolu kopunca babama koşmuştum, bana ne demişti, biliyor musun: “Ne yaptın da takamadın? Uğraştın mı?” Önce kendin uğraşacaksın, sonra gelip yardım alacaksın. Bu sözlerle büyütüldüm. Bu sayede boşanma kararını alabildim. Eşim doktordur. Karşısına geçip “İki çocuğumu alıyorum ve ben bu oyundan çıkıyorum,” dediğimde çok bedel ödeyeceğimi biliyordum. Evlendiğimden beri, yani 15 yıl boyunca, reçel yaptım, turşu kurdum, çocuk baktım, toz aldım, ütü yaptım… Geyşa yani, Japon geyşası… Başka ne iş yapacaktık? Samsun’da yaşıyorduk biz… İki yün yatak, iki döşek, iki çocukla İstanbul’a geldiğimde başıma gelecekleri biliyordum.
Aileniz?
Eda: Ailem karşı çıktı. Onları da püskürttüm, kimse işime karışmasın diye. Ben korkularımın üzerine giderim. Şimdi de yeni kızım için mücadele edecektim. Bir gün, yatağın altında cımbız buldum; çöktüm, ciddiymiş bunlar, dedim. Bir taraftan törpüyü buldum, bir taraftan göğüsler çıkıyor. “Bu böyle olmayacak Eda,” dedim, “Sen kendi elinle yap her şeyi.” Gittim makyaj kutusu aldım. Onun penceresine sokuldum. Yani, annemin, babamın, halamın, komşumun, bakkalımın, işyerimin, benim, abisinin pencerelerinden bakmayacağım, dedim. Onun penceresinden baktığımda ona daha hızlı yardım etmeye başladım. Ben kendimi güçlü görüyorum. Çok şeyleri başardım. Kendime bir meslek edindim, kursa gittim, üniversiteyi bitirdim, yani hep mücadele ettim. Cımbızı bulduktan sonra da, makyaj kutusu, ayna aldım… Artık Aysel Gürel Beşiktaş Pazarındayım…
Onu mutlu etmek için…
Eda: Bunları yaparken çok acı çektim. İki türlü Eda vardı, biri anne, biri çocuk. İşte, kaşını alıyor, incecik yapıyor.
Beceremiyor muydu?
Eda: Hayır, becerememekten değil, en kadın olacak, en kadın olacak. Tırnaklar böyle uzun, en kadın olacak. Anlatıyorsunuz, anlamıyor; içi coşuyor… Baktım olmayacak, sustum. Doktorla birlikte özgürlüğünü verdik, omuz omuza gittik. Ortada kalırsa çok zorlanacak. Bir an önce onun yöneliminin olduğu tarafa yardım etmemiz lazım ki yüzü gülsün, rahatlasın… İşte, “Ben ameliyat olacağım, onu olacağım bunu olacağım, Ademimi Havvamı, oramı buramı düzelttireceğim…” Bir mağazaya girdiğimizde, doğru bayan bölümüne… Ben arkada kalıyorum. O tatmin olsun diye. Bunları yaparken, ilaç kullanmasın, hormon kullanmasın, doktor eşliğinde olsun… Sonra dolgu sutyenler aldım ona. Çeşit çeşit, renk renk. “Bak,” dedim, “böyle bağlanır.” Düşünün, 17 yaşındaki oğlunuza sutyen bağladığınızı. Bu öyle kolay bir departman değil… Ama ben onu evde kelebek gibi gördükçe rahatlıyorum… Çünkü ona ben can verdim, kucağıma aldığımda, “Ben, buna bir şey olursa canımı veririm” demiştim…
Sanki onu yeniden doğurdunuz…
Eda: Aynen öyle, hiçbir şey bilmiyorum. Ne el kitabım ne broşürüm var. Açıyorum, oradan buradan bir şeyler öğreniyorum… Çok zorlandım. Daha sonra mühendis kardeşime açıldım. “Olabilir abla, nasıl mutlu olursa” dedi ama gözleri doldu. “Sizin yanınızdayım” dedi ama bir müddet yok oldu. Babama anneme anlatamazdım; annem çok şey, her şey kuralarına göre…
Babasının tepkisi nasıl oldu?
Eda: Babası, “Olur, değişir. Ameliyat olursun. Yirmi beş yaşına gelince paranı kazanırsın, biriktirirsin, mesleğini alırsın, ne istersen o zaman yaparsın,” dedi, gitti. Bir gün yardıma çağırdım onu, “Bana yardımcı ol,” dedim. İşte, kaşını alıyor, gözünü alıyor… Muhafaza etmek istiyordum, kaçırmamak istiyordum. “Aldın, gittin, benzettin, bırakmaya kapı mı arıyorsun?” dedi. Zaten normal şey olsaydı ben onunla evliliğimi devam ettirirdim.
Diğer akrabaların tepkisi? Kimse bilmiyor mu?
Eda: Bir teyzem biliyor. Kızımı götürdüm, Adı, dedim, “Ela.” Teyzem onu öptü, kokladı, “Sen,” dedi, “hakikaten çok güzel bir kızmışsın.” Hakikaten güzel ama kendini beğenmiyor. Onlar öyle… O departmandakiler kendini beğenmez, Ben ona sürekli oksijen veriyorum ya bana da can veren bir kişi var. Benim oksijenim azaldıkça yakın bir erkek arkadaşımdan çok destek aldım. Ağladığımı, doktorlara gittiğimi görünce beni sıkıştırıyordu. Önce zorlandım, anlatmadım. Sonra anlatınca “Ee, ne var bunda? Benim çocuklarım da olabilir…” dedi. Sabahlara kadar konuştuk. Çocuğumla arkadaş oldu. Bana anlatamadıklarını ona sordu. Söylediği şuydu, “Ya anne, ilk defa biri benim için bir şeyler yapıyor.” Çünkü ‘baba’ şeyi yok. Kaçmak, reddetmek çok kolay… Ben hem çalışıyorum, hem anneyim, hem babayım, hem kadınım, hem erkeğim… Benim ne olduğum hiç belli değil!
Erkekler daha yüzeyseller…
Gülseren, sizde babanın yaklaşımı nasıl oldu?
Gülseren: Başlangıcından itibaren babayla paylaştık. Biz çok açık insanlarız, yani her türlü sorunda öyle küsüp içimize biriktirmeyi hiç yaşamadık; hep sorunları açık tartışıp, çözüp öyle geçtik. Bunu da konuştuk. “Öyleyse öyle.” Kabullendik. Ama babanın kabullenmesi daha zor… İlk safhada karşılıklı birbirimizi suçladık. “Sen yeteri kadar ilgilenmiyorsun…”diye… Terapide baba ilişkisi eksik çıkınca, ben de eşime “Yeteri kadar vakit ayırmıyorsun” dedim. Aslında pazar günlerini hep birlikte geçirirdik. Ama hafta içi iş nedeniyle daha az vakit bulurdu. Yine de baba daha önceden hissetmişti. “Herhalde öyle” falan diye konuşuyorduk. Şimdi kabulleniyor fakat yok sayıyor gibi. Küs değil, onunla genel konuşmaları yapıyor…
Bu konuyu mu konuşmuyor?
Gülseren: Bu konuyu konuşmuyor. Çocuğumla yeni yeni konuşmaya başladığımız zamanlarda eşime “Birlikte konuşalım mı?” diye sorduğumda “Sen, baban da öyle düşünüyor, de ama ben konuşmak istemiyorum,” dedi. Lambda’ya ya da Aile Toplantısına gelmedi, ama geleceğini umuyoruz. Bizim önce eşlerimizi, kendi ailemizi bu gruba çekmemiz çok önemli. O daha arkadaşlarıyla paylaşmadı. Eğer kendi arkadaşlarıyla paylaşırsa bizim Aile Toplantımıza gelmesi daha kolaylaşır. Ama maalesef erkek toplumundayız. Ve onların bu mantığın dışına çıkması daha zor…
Eda: Bizim babamız da kariyerini önemsiyor. “Bu şekilde benim yanıma gelme, herkes seni tanıyor.” Çevre ne diyecek…
Selma, sizde babanın tavrı nasıl oldu?
Selma. : Ben oğlumda bunu hissettiğimde “Acaba, acaba?” diye sorarken “Bunu netleştirmek için birlikte konuşmalım” dedim. Önce tek başına konuşmayı da düşünmüştüm. Ama vazgeçtim. “Sen bunu kaldıramazsın. Ömür boyu sürecek bir süreç başlıyor. Ne olursa olsun, batacağız, çıkacağız, ama paylaşacağız. Benim kadar onun da çocuğu,” dedim. Ve beraber paylaştık. Beraber yürüdük, dalgalanma süreçlerimizi, çözüm arayışlarımızı yaşadık…
Senden farklı olarak, onun yaklaşımında nasıl bir farklılık gördünüz?
Selma: Aslında o baştan benim kadar tepki göstermedi. Daha sakin karşıladı; ama ona, süreç içinde koymaya başladı. Ben ‘hayır, olamaz’larla girdim bu işe ama benim kabullenişim daha kolay oldu. O da sonra kabullendi tabii.
Oğluyla iletişimi senden farklı mıydı?
Selma: Bana daha açık oğlum. Babaya biraz daha mesafeli… Aslında baba da çok yaklaşmak istiyor ama duyacaklarından da kokuyor. Bu korkular onu geri çekiyor. Ama bu yıllar içinde bayağı yol kat etti. O da geçen hafta bir arkadaşıyla paylaşmış. “Kutlarım seni” dedim.
Bir erkek bir arkadaşıyla paylaşmış. Bu önemli bir şey…
Selma: Evet, çok önemli, çok önemli… Paylaştı. Ondan önce de biriyle paylaştı.
Lambda’daki toplantılara hiç geldi mi?
Selma: Toplantıların birine katıldı. Gelmeye istekli, fakat ben ona, “Hadi,” falan demiyorum; eşimi çok iyi tanıyorum, emri vakiden hoşlanmaz. Ama panellere katıldı, o da çok büyük bir adımdı. Bu panellerden sonra evde Lambda broşürleri açığa çıktı. Bakıyorum, onları okuyor: Taransseksüel nedir, gey nedir, şu nedir, bu nedir…Tek tek okuyor, bana anlatıyor, “Bak bu böyleymiş, şu şöyleymiş..” Çok iyi gidiyor ve beni destekliyor… Ama Pınarcığım, bu işe başlarken ben hep gizli başladım. Gazeteye yazı yazdım, söylemedim. Kongreye gittim, söylemedim. Hep daha sonra söyledim.
Kızdı mı, niye baştan söylemedin, diye?
Selma: Kızmadı. Yazıları okurken ağladı hep, gözlerinden yaşlar döküldü. Kalktı, sarıldı falan. Böyle bir sürü şey. İyi gidiyoruz yani…
Ama Aile Çalışmasını genelde kadınlar yürütüyor…
Selma: Bir de babamız var, röportaj verdi. Ama çalışmayı anneler yürütüyor.
Sence neden kadınlara kalıyor bu çalışma?
Selma: Kadının içgüdüsel olarak farklı bir gücü var erkeklerden…
Acaba yaşadığımız farklı deneyimler mi bizi farklılaştırıyor?
Selma: Kadın çocuğu karnında taşıyor, dünyaya getiriyor, yani onunla derin bir bağlantısı var. Babalar da çok seviyorlar, yüreklerine basıyorlar ama bir anne kadar değil. Farklıyız yani.
Eda: Onlar yüzeysel. Biz daha detaylı… Mesela biz yemek yaparken bütün baharatların nerede nasıl kullanılacağını biliyoruz. Hangi yemeğe ne kadar dereotu, maydanoz gibi detaylara kadar iniyoruz; birkaç işi bir anda yapabiliyoruz. Benim iki oğlum var, onlardan gözlemlediğim, detaya inmiyorlar; yüzeyseller. Kendi konuları detaylandırıyorlar, araba, spor falan filan… İşlerine nasıl geliyorsa öyle oluyor biraz da.
Selma: Biz daha mücadeleciyiz. Ezildiğimiz için, daha çok mücadele ediyoruz. Çeşitlere, detaylara girebiliyoruz, yaşadıklarımızı anlamlandırabiliyoruz.
Gülseren: Bir de kadın duyarlılığı çok farklı. Erkekler çok daha yüzeysel bakıyorlar her türlü ilişkiye. Kadın-erkek ilişkisine de…
Öyle mi yetiştiriliyorlar?
Selma: Bence öyle de yetiştiriliyorlar. Onun payı da var, yetiştirilmenin payı da var.
Nasıl bir yetiştirilme bu?
Selma: Biz mesela dört kardeştik. Bizim evde işleri kızlar yapardı. Masa kurardık, kaldırırdık, yemeğe, temizliğe yardım ederdik. Annem de öyle yetiştirilmişti; yani bu böyle zincirleme gelen bir süreç. Erkek hep getiren olduğu için erkeğe hürmet, saygı… Böyleyiz biz…
Gülseren: Biz çocuğumuzu yetiştirirken, “Sen erkeksin, şöyle böyle olmalısın,” gibi yetiştirmedik. Eşimde kadın-erkek, yani cins ayrımına yönelik fazla şey yoktu.
O zaman niye eşiniz oğluyla sizin kadar rahat konuşamıyor?
Gülseren: Kaçmak aslında… Yüzeysel bakıyorlar, detaya inmek hoşlarına gitmiyor.
Selma: Yardım aldığımız kişi bize şöyle seanslar düzenledi. Dört kişilik bir aileyiz, dördümüz oturduk, on beşer dakika hepimiz ayrı ayrı konuştuk: Ne hissediyoruz, birbirimize karşı neler hissediyoruz. TV, her şey kapanıyordu. Oturuyorduk koltuklara: kızım, oğlum, eşim, ben. On beşer dakika konuşuyorduk. Bu çok, çok iyi geldi bize, konuşma süreçlerimizi ilerletti.
Çocuklarımız bizden daha önde…
Çevreyle daha zor oluyor herhalde… Çevre baskısını sadece eşcinseller değil, aileleri de yaşıyor, değil mi? Burada da isimlerinizi gizlemeniz…
Selma: Toplum baskısını gösteriyor… Sadece kendi normlarımıza yakın insanlarla paylaşabiliyoruz. Ama sorana yalan da söylemiyorum, “Evet, öyle, biliyoruz,” diyorum. Basında niye isimlerimizi gizliyoruz? Bu yola ilk çıktığımız zaman ‘çevre ne der’ baskısı daha fazlaydı. Ama şimdi amacımız aileleri kendimize çekmek. Burada anonimlik önemli… Basına gerçek isimlerimizle çıktığımızda reklâm olacak, yanımıza daha az insan gelecek. Bizim de ilk tepkilerimiz böyleydi. Hazırladığımız broşürde de buna önem verdik. Yani o ilk anlar, ilk yaklaşımlar… Önemli olan aileleri örgütlemek… Aile kendi içinde bu süreci yaşadıktan sonra bir noktaya geliyor zaten. Yıllar içinde bizim de paylaştığımız insan sayısı arttı. Benim çocuğum açık bir eşcinsel, bunları aşmış. “Bu benim değil, sizin sorununuz” diyor. Çok doğru söylüyor. Bizim sorunumuz, bizim korkularımız.
Siz daha ağır mı yaşıyorsunuz?
Selma: Daha ağır, arkadan geliyoruz.
Gülseren: “Açık olun,”diyorlar.
Selma: Evet, “Açık olun,” diyorlar. Çok doğru söylüyorlar. Ama cesaretleniyoruz günden güne, değil mi arkadaşım?
Sen çevrenle paylaşabiliyor musun Gülseren?
Gülseren: Ben sadece kız kardeşimle paylaştım. Henüz ağabeyimle, annemle paylaşmadım. Gerek duymuyorum, onların kafalarını bulandırmaya gerek yok. Ama arkadaş çevremle daha önceden paylaşmıştım. Her şeyimi paylaştığım, çok yakın bir arkadaş grubum var. Onlardan hiç saklamadım. Soranlara da dürüstlükle söylüyorum. Çocuğum da zaten, “Açık ol,” diyor, ben de rahatsızlık hissetmiyorum ama aile çevresinden gene de bir çekincem var.
Ya sen Eda? Çocuğun kıyafetlerini değiştirdikten sonra, komşuların tavrı ne oldu?
Eda: Kimseyle de görüşmüyorum. “İşim var, uyuyorum” falan yapıyorum. Kaçmak için değil, çocuğumu evinde rahat ettirmek. Bir ev elbisesi ile gezebilmeli istediği gibi odadan odaya… Saçını topluyor, indiriyor, çıkarıyor, papatya suyu sürüyor, öyle yapıyor, böyle yapıyor, makyaj yapıyor, sarıyor, fönlüyor… Ben, onu mutlu etmek için artık kimseyi takmıyorum. ‘O ne düşünür, bu ne düşünür’ le vakit kaybedemem. Hayat çok kısa, niye zorlaştırayım? Benim çocuğum bir adım atıyor, ben o bir adıma yetişinceye kadar o ikinci adımı atıyor. Başkalarıyla mümkün değil uğraşamam.
Selma: Bu çocukların hepsi böyle… Benim çocuğum da aynı… O önden bir kanca atıyor, gidiyor. Arkadan beni çekiyor.
Eda: Herkes kendini geliştirmekle sorumlu… Ben de ilk önce Lambda falan bilmiyordum, hep internetten araştırıyordum, transseksüel nedir, yönelim nedir, kimlik nedir…
Çocuğunuz sizden önce mi keşfetmişti Lambda’yı?
Eda: Hayır. Lambda’yı ben buldum, telefon açtım, “Ben sizle görüşmek istiyorum çünkü ben sormak, paylaşmak istiyorum, o nasıl oluyor, bu nasıl oluyor, bunun yaptıkları normal mi değil mi, ne yapmam lazım, ne değil…” İnternette adı dernek olarak geçiyor Lambda’nın. Yani yasal bir kuruluş. Ben de tıkır tıkır geldim. İçeri girer girmez biri benden nüfus cüzdanımı istedi. Ben de Lambda’da görevli insanlar zannedip verdim. Meğerse polismiş… O gün polis basmış Lambda’yı… Ben de zaten panik atağım. Eskiden beri paniktim, ameliyattan sonra atağım da gelişti. “Beyefendi, bu neyin nesi, sen niye basıyorsun? N’aptım ben, sen ver şu kimliği… Ben transseksüel annesiyim, benim çocuk böyleymiş…” İki polisi içeri aldım, lak lak onlarla… “Ben bir şey yapmadım,” dedim, “Sen bak nerelere bakacaksan, benim bir şeyim yok.” Gerildim. Neden gerildim? Ben bir anne olarak nelerle uğraşıyorum… Benim söyleşi yapmamın amacı; böyle bir anne baba varsa, çocuğuyla karşı karşıya gelmiş; kendiyle yüzleşemiyorsa beni arasın. Ben de aradım çünkü…
Lambda’da güçlendik..
Lambda’daki Aile Çalışmasının aileler açısından ne gibi bir önemi var?
Gülseren: Bizim amacımız ailelere destek olmak, açılma sürecinden sonraki zorlukları paylaşmak. Lambda Danışma Hattını arayıp her şeyi sorabilirler. Ben de yararlandım. Mesela askerlik sürecinde neler yapılacağını Lambda Aile Çalışmasından öğrendim. Onun gibi, herkes merak ettiklerini öğrenebilir. Hazırladığımız broşür de, bir el kitabı gibi. Yani herkesin anlayabileceği şekilde… ‘Bir çocuk nasıl yetiştirilir?’ gibi ‘Bir eşcinsel annesi çocuğuna nasıl davranmalı?’ sorusunu o broşürde yanıtlıyoruz. Broşüre transseksüellerin anneleri için de bir ek konmaya çalışılıyor. Aslında bu dünyanın çoğu yerinde ayrı tutulmuş ama bize ayrımcılık gibi geldiği için transeksüeller bölümünü ekliyoruz. O da biraz sancılı oluyor.
Birbirinizi bulmanız, yaşadığınız ayrı ayrı deneyimleri paylaşmanız nasıl etkiledi sizi?
Gülseren: Güçlendik. Her kişi, her aile kendine özgüdür. Biz, ayrı ayrı yaşanan deneyimleri açığa çıkartmak istiyoruz ki insanlar kendilerini yalnız hissetmesinler. Çünkü aslında aynı sorunları yaşıyoruz.
Bu çalışma sayesinde siz de kendinizi yalnız hissetmiyorsunuz herhalde?
Selma: Tabii ki, hiç yalnız hissetmiyorum. Böyle hemen telefonu açıp konuşabileceğim arkadaşlarım var. Paylaşabiliyoruz her şeyimizi. Çok güzel bir özgürlük bu… Keşke bütün dünyayla paylaşabilsek…
Eda, sen ne diyorsun? Bu paylaşım başladıktan sonra kendini nasıl hissettin?
Eda : Çok rahatlamış hissettim, çünkü bu iş benim tek başıma yapabileceğim bir iş değil. Neden? Bizim çocuklarımız ötelenmeden, ayrımcılık olmadan yaşasınlar. Bunu da bireysel olarak yapmak biraz zor. Peki ne yapacağız? İşte insanları bilinçlendireceğiz. Cinsel kimlik, kimliğin bir parçası… Onların zekaları, yetenekleri, hobileri var. Bizlere düşen sabır ve hoşgörü… Ellerinden tutacağız. Zaten onlar büyük bir çatışmanın içindeler. Kendi kendilerine çok savaşlar veriyorlar. Biz de ebeveyn olarak yanlarında olacağız. Ama iş ama aşk… Aile desteği çok önemli… Örneğin çocuğum nüfus cüzdanındaki resmi değiştireceği zaman, görevli diyor ki: “Ama bu mavi kimlik…” Hemen kâğıdı gösteriyorum, “ben annesiyim,” diyorum, gıkını çıkarmadan işini yapıyor. ÖSS sınavına giriyor. O kadar panik ki. Zaten sınav heyecanı var. Bir de, “Herkes bana bakıyor. Ben kontrolden hangi taraftan geçeceğim?” diyor. Sağda erkek, solda kadın polis. Ben hemen, “Gel kızım böyle,” diyorum, “Heyecanlanma kızım,” diyorum, “Kadın polisin olduğu yerden. Hadi kızım, hadi yavrum. Güzel kızım, sonuna kadar yap.” Bir nefes alıyor, rahatlıyor. Zaten o kadar büyük çatışma içindeler ki. Yani onların her şeyi cinsellik değil. Kimse cinsel organ gibi görmesin onları. Çok basit aslında… Nasıl bitkiler çeşit çeşit… Ama kimisi saksıda büyüyor, kimisi ormanda yetişiyor, bunlar da öyle. Onlara güven vermek lazım.
Sizin varlığınız Lambda’daki diğer eşcinselleri nasıl etkiliyor? Herkesin ailesi gelmiyor, hatta bilmiyor sonuçta…
Selma: Lambda’da, o çocukların boyunları bükük. İlk oraya giden anne olduğum için, beni gördükleri zaman hepsi kenardan böyle bakıyorlardı. Onun için bazen, “Gitmeyim şu çocuklara, içim parçalanıyor,” dediğim zamanlar oldu. “Ya, ben size bir sarılabilir miyim? Ben size anne diyebilir miyim?”
Gülseren: Anneler, babalar sevgilerini eksik etmeyecekler…
Selma: Bir lezbiyen kız annesinin ‘Senden nefret ediyorum, iğreniyorum’ dediğini anlattı. Sarıldık onunla, ağladık falan. Şunu demek istiyorum, ailelerin çocuklarına bunları yaşatmaya hakları yok. Nedir yani bu kadar eziyet ve ızdırap? Daha aile bunu çocuğuna yapıyorsa başkalarının ne yapar? Sevgi ne o zaman? Hep koşullu mu seveceğiz?
Eda: Lambda’da bir çocuk geldi, “Sizinle bir şey konuşabilir miyim?” dedi. “Benim annem diş hekimi, babam doktor; ama ben durumumu söyleyemiyorum, ne yapmam lazım? Çok korkuyorum beni evden atarlar diye.” Dedim ki, mektup yaz: “Ben katil değilim, sapık değilim, hırsız değilim.” Utanılacak hiçbir şey yok. “Benim duygularım bunlar” diye bir şey yaz, dedim. Buna çok ihtiyaçları var çünkü. Bu çocukların hepsi okumuş, iyi aile çocukları. Bunlar bize ulaşabilenler. Ulaşamayanlar ne yapacak?
Diğer ailelere ulaşmak için neler yapıyorsunuz?
Gülseren: Aile Toplantılarını genişletmek amacımız. Broşürü her yere dağıtacağız. Lambda’ya gelen çocukların ailelerine öncelikle ulaşmak istiyoruz. Onur Haftası bizim için çok yararlı oldu. Ufkumuz açıldı, bütün konferansları izledik. Bizi duyup, röportajlarımızı okuyup konferanslara gelenler olunca, birkaç aileye daha ulaştık. Şimdi gönüllü bir psikolog istiyoruz. Zaman zaman toplantılarımıza katılıp yönlendirmeye yardımcı olması için. Bir de internette deneyimlerimizi paylaşacak bir alan istiyoruz. Başta biz yazalım, insanlar okusun ve yüreklensin. Herkes kendi deneyimlerini göndersin. İnsanlar bizim toplantılarımıza gelmeseler bile deneyimleri oradan okuyabilsinler. Tabii herkes internete ulaşamıyor. Ama yine de yararlı olur. Biz, “Anneler babalar illa ki Lambda’ya gelsin,” demiyoruz. İstedikleri yerde, bir ev toplantısına ya da bir kafeye de gidebiliriz. Ama her cumartesi saat 16.00-18.00 arası mutlaka Lambda’da oluyoruz. Oraya da ulaşabilirler…
Yaptığınız aile çalışması daha çok orta sınıfların katıldığı bir çalışma değil mi? Yoksullara, kentin varoşlarına ulaşamıyorsunuz galiba…
G: Bizim çocuklarımız çok şanslı; böyle anneleri, böyle aileleri var, böyle maddi olanaklara sahipler. Psikologa terapiye gidebilirler falan. Ama varoşlarda böyle bir şey söz konusu değil. Bir gün biz Lambda’dayken bir çocuk, annesini getirdi bize. Gaziosmanpaşa’da oturuyordu. Bir kızı türbanlı, bir çocuğu transseksüeldi. Onun o çevrede kabul görmesi çok zor. Bize dedi ki, “Kızım türbanlı ve yakında evlenecek ama oğlumun böyle olduğunu duyarlarsa istemezler, onun evliliği mahvolacak. Çok üzülecek, bu da beni üzüyor.” Biz de “Peki oğlunuzun durumu sizi üzmüyor mu? Siz oğlunuzu yok sayıyorsunuz” dedik ama o anneye yardım edemedik. Çok daha ciddi bir örgütlenme lazım.
Birisi kapatılır, diğeri açılır…
Lambda’nın kapatılması ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Lambda olmasaydı ne olurdu?
Gülseren: Lambda’nın kapatılmasına karşıyız. Devlet kimsenin düşüncesine, dinine, nasıl yaşadığına karışmamalı. “Özgürlük özgürlük,” diyorlar; kendi partilerinin kapatılmasında özgürlük diyorlar ama bir derneğin kapatılmasını nasıl normal görüyorlar? Ankara’da, Eskişehir’de, Bursa’da, benzer dernekler var. Bunun kapatılacağına da inanmıyorum ben. Olumsuz bir karar da çıksa, uluslararası platformdan mutlaka geri dönecek. Gerekçe olarak gösterilen şeylerin doğru olmadığı çok açık… Lambda açık kalırsa“ahlaksızlık artacak, eşcinsellik artacak!” gibi lanse ediliyor topluma. Eşcinsellik bulaşıcı bir şey değil ki bulaşsın. Görünürlüğü ortaya çıktı, bundan korkuluyor. Bu çocuklar ahlaksız değil, cinselliklerini ön plana çıkarmanın hiçbir mantığı yok. Yani, “Eşcinseller daha çok seks yapıyor” gibi bir şey söz konusu değil. Bunu özellikle topluma duyurmak lazım. Lambda kapatılsa da bizim çalışmalarımız devam edecek. Biri kapatılır, yenisi kurulur, gene devam eder.
Selma: Zaten dünyanın hastalığı ötekileştirmek. Herkes birbirini ötekileştiriyor. Aileden başlıyor, salgın gibi dünyaya yayılıyor. Aslında dünyada herkese, her şeye yetecek yer var.
Gülseren: Bizler ne kadar açık olursak çevremize, arkadaşlarımıza, ailemize, toplumda eşcinsellere bakış açısı değişecek. Bu değişimi sağlamak için Lambda’ya ihtiyaç var.
Lambda olmasaydı Selma, sen bu süreci nasıl yaşardın?
Selma: Bu süreci ben zaten yaşama yoluna girmiştim. Ama daha geriden yaşardım yani, bu kadar olmazdı. Burada çok şey paylaşıyoruz. Bizim toplumumuzda aile çok önemli. Yanında “anne” diye durduğu zaman kimse bir şey diyemiyor. Yani ne kadar birlik olursak, çocuklarımızın yanında olursak; bunun yanlış bir şey olmadığını, doğal bir duygusal süreç olduğunu anlatırız topluma. Korkulacak bir şey olmadığını da gösteririz… Tabii biz mayın tarlasındayız. Yavaş yavaş yol açıyoruz.
Klitorisi hatırlamak…
Eda, sen bir kadın olarak tek başına ayakta durmayı başardın. Şimdi de yeni kızın sayesinde, yani yeni departmanında, çok şey öğrendiğini söylüyorsun. Bu süreçte kadınlığına dair neler keşfettin? Kızın sana neler öğretti?
Eda: Çok ilginç, cinselliği öğretti…
Nasıl?
Eda: Şimdi, o cinsel organından ameliyat olacak, kadınlaşacak… Doktora gittik. Ben sürekli soru soruyorum, kaç saat sürüyor, kaç liraya mal oluyor, kaç gün kalıyor, acı var mı, kan var mı, ölüm var mı, kalım var mı? Benim kızım diyor ki, “Klitorisli mi yapıyorsunuz, klitorissiz mi yapıyorsunuz?” Ay, çok şaşırdım. Benim klitorisim nerede? Ben unuttum klitorisimi… Klitorisimin nerede olduğunu ben bilmiyorum, unuttum.
Klitorisinizi size yeni kızınız mı hatırlattı?
Eda: Evet, cinselliği öğretti. Yani, o tam bir dişi. Dişiliğin çok önemli olduğunu, cinsel yaşamın çok önemli olduğunu öğrendim. Sonra, dertleşmeyi, paylaşmayı… Gerçi, benim de bir özlemim varmış içten içten. Onları konuşuyoruz, aşklardan konuşuyoruz. Devamlı platonik aşk. Aşık oluyor, çok yoruluyor. “Anne şöyle böyle…” Biz her şeyi paylaşıyoruz. Hepimiz öyleyiz, buradaki anneler de öyle. Biz bir şeyleri saklamıyoruz. Saklayanlar utansın. Konuşa konuşa, ben de kadınlığı çocuğumdan öğrenmeye başladım.
Gülseren: Ben klasik bir aile yapısından geliyorum. Fakat genç kızlığımdan itibaren çok isyankâr bir ruhum vardı ve ergenlikte cinsellik ile ilgili bir sürü şey okurdum… Eroslar vardı, cilt cilt. Onları okurdum. Yani, evlilikten önce cinsellikle ilgili bilgi sahibiydim. Devrimci bir gelenekten geldiğimiz halde eşimle, katı kurallara, ‘devrim nikâhı’ gibi şeylere hiç prim vermedik. Ve ilk cinsel deneyimlerimizi birlikte yaşadık, çok güzel bir cinsellik yaşadık. Her konuda çok açık olduk. Ben şuna inanıyorum, iki kişi arasındaki cinsellik sadece o iki kişiyi ilgilendirir. İki kişiye ne normal geliyorsa o normaldir. Bu kadar basittir. Onun için biz eşimle çok açık ve çok güzel yaşadık. Cinselliğimi çok güzel yaşadım, çocuğumu üç sene sonra yaptım, çok isteyerek, çok güzel bir sevişmenin sonucunda. Hangi sevişmeden olduğunu bile biliyorum yani, bunu çok açık söyleyebiliyorum. Onun için, onun cinselliğinin de bizi ilgilendirmiyor. Yani onun yatak odasında ne oluyor, erkekle mi kadınla mı birlikte oluyor, bunu baştan itibaren hiç dert etmedim. Hatta sünnetini yaptırırken bile arkadaşlarım “Ya çocuğu niye sünnet ettiriyorsun, bırak da o karar versin” dediler ama biz hastanede hallettik. ‘Erkekliğe geçiş olayı’ nı yapmadık. Ben sünnetlerin böyle abartılmasına karşıyım. O zaman kızlar da regl olduklarında bir kutlama yapılmalı. Eskiden de öyle düşünürdüm.
Ama yine de onun deneyimi sayesinde öğrendiğiniz şeyler de oldu…
Gülseren: Onun deneyimi sayesinde de bazı kavramları daha netleştirdim. Bazı konularda muğlaklıklar vardı, işte transseksüel, travesti falan… Onlar daha net oturdu kafamda.
Hayır demeyi ve istemeyi öğrendim…
Selma, “Çocuklar bir adım önden gidiyor” demiştin. Sen onun arkasından giderken, bir kadın olarak, daha önce keşfetmediğin neleri keşfettin?
Selma: Çocuğum benim öğretmenim oldu. Ben kendime “Ben kimim?” diye ilk soruyu ondan sonra sordum. Bu çocuk kendine bu soruyu on altı on yedi yaşında sorabilmiş, ben ise “Ben kimim?” diye hiç sormamıştım. Babamın hayatını yaşadım, annemin hayatını yaşadım, kocamın hayatını yaşadım, çocuğumun hayatını yaşadım. Ben ne hissederim? Duygularım nelerdir? Korkularım nelerdir? Nelerden haz alırım? Nelerden mutlu olurum? Hiçbir şey bilmiyordum. Duygularımı tanımıyordum. His nedir, onu bile doğru dürüst bilmiyordum.
Artık “Ben kimim?” sorusuna bir cevap verebiliyor musunuz?
Selma: Artık veriyorum. Bir puzzle düşün. Ben bir puzzle’ın alt kartonu gibi dünyaya gelmişim; annem bir şey koymuş, toplum bir şey koymuş, okula gitmişim, öğretmenim koymuş… Hep, “Şöyle olmalısın, sen bu kalıba girmelisin, ben seni daha çok severim, daha çok kabul ederim” demişler. Yani beni puzzle yapar gibi yapmışlar. Herkes bir parçasını koymuş. Ama içinde ben yokum. Sonra ben ne yaptım biliyor musun, hepsini döktüm yere… Kendimi yeni baştan kurdum. Yani, benim için ikinci bir doğuş oldu bu. Ben onun sayesinde tekrar dünyaya geldim. Birbirimizi doğurduk; nasıl bir süreç, anlatamam sana…
Peki, en çok, “Bende şu değişti” dediğiniz ne var?
Selma: Bende ne değişti en çok? Bir kere, kendime güveniyorum. Ben neleri severim, nelerden hoşlanırım, neleri isterim, nelere ‘Hayır’ diyebilirim, artık bunlar benim için önemli. Eskiden cinselliği de bir görev gibi algılardım zaman zaman. Şimdi artık öyle değil, “Hayır” diyebilirim, “İstiyorum” diyebilirim. Bunları özgürce söyleyebiliyorum. Eskiden benim bir şey istemem, çok ayıptı yani; bana çünkü öyle öğretilmişti. Cinsel ilişkide eşime “Hadi gel…” demezdim. Hep erkek isterse, hep bu şeyleydi.
PINAR SELEK
AMARGİ
3 AYLIK FEMİNİST DERGİ
GÜZ 2008.SAYI 10
Çok teşekkürler.. Güzel bir yazı dizisi olmuş…
tşkler:)