Hayat ‘Düş’medİ!

Düşüncemde düşleyip, “Hayat Bir Düş Olsa” demişim birazdan okuyacağınız yazımın başlığına.

Yazdıklarımın üzerinden 7 koca yıl geçmiş. Sanırım o dönemde oğlumla ikimiz adına pek çok şeyi çözümlemiş olmamıza rağmen babaya ve yakın aile çevremize ve en çok da ‘elalem’e karşı nasıl davranacağımı bil(e)mediğimden olsa gerek, böyle bir başlık seçmişim.

Oysa bugün baktığımda şu geçen 7 yılda eşcinsellik üzerine deneyimlediğim ve öğrendiğim her şey, tanıştığım herkes, paylaşımlarımız, kısmen de olsa bir anne olarak aktivist olmaya çalıştığım zamanlardaki hissettiğim özgürleşen ruhum, güzel duygularım bana o kadar çok şey katmış ki bir zamanlar düş olarak dilediğim gerçekliğim hayatımın anlamını pekiştirmiş. Ve daha da pekiştirmekte…

Üstelik bugün hala kendi içimizde çok yol aldığımız halde, aile çevremizde herkese tam açılamamışken ve hala eşim kendince haklı olduğu sebeplerle oğlunun gizli ve dikkatli olması gerektiği konusunda ısrarcı olmasına rağmen, ben de kendi adıma eşimin duygularına özen göstererek ama kendi duygularımı da daha fazla bastıramayacağımdan, bir orta yol bulup yarı görünür olmayı seçtim diyebilirim.

Sonuç olarak kendi yolculuğumda fırsat buldukça katılmaya özen gösterdiğim aylık CETAD toplantılarında yaşadığımız paylaşımlarla, LİSTAG toplantılarının ve aktivitelerinin bana kattıklarıyla kendimi gerçekten çok iyi hissediyorum.

Özellikle de “Benim Çocuğum” filminden sonra yürütülen programın ve yapılan tüm film gösterimlerinin ve sonrasındaki söyleşilerin ne kadar çok insanın hayatına dokunduğuna ve bir o kadar da önyargıları dönüştürdüğüne tanık oldukça gerçekten çok etkili olduğunu düşündüğüm, oldukça önemli ve anlamlı bulduğum böyle bir oluşumun içinde olabildiğim her an benim için fazlasıyla kıymetli.

Ve hislerim, bana çok daha güzel günlere doğru inanarak, çoğalarak yol aldığımızı söylüyor.
Evet, artık biliyorum, dünya yerinden oynayacak!..

Bu arada, aşağıdaki yazım Kaos GL’de yayımlandığında kendi adımı bile kullanamamıştım. Bugünse yarı görünür halimle sadece adımı yazabiliyorum.

Sevgimle,
Aynur

hayatbirdusolsaresim: aynur, 2008

hayat bir düş olsa

bir dünya düşlesem düşüncemde. sonra resimlesem düşümü. önce güneşinden başlasam. güneşi sevgi olsa dünyamın. sevginin rengi turuncu. en sıcak haliyle resmin en orta yerinde. sonra boyasam, renklere boğsam tuvalimi. ruhu saran tüm sıcaklığı ile sevgiyi hissederek. düşünmem ki rengin erkeğini, dişisini. sevdiğimi seçerim, en çok sevdiğimi. bana coşkuyu, duyguyu en yoğun hissettireni. formlar şekillenir hissettikçe sevgiyi. ille de figür olsun isterim resmimde. kadın olur, erkek olur, ama önce insan olur. cinsiyeti yoktur ki aşkın, sevginin, rengin. boya tüpleri patlar. coşkuyla resim olur. bir bakarsın aşk olur.

benim penceremden
bir şeyler yazmak istedim, uzun zamandır isteyip de yazamadığım. belki kısa bir hikaye; hayata, anlamlara dair. en çok da anneliğime.
20 yaşındaydım anne olduğumda ben. başlangıçta kendimi hiç hazır hissetmesem de, oğlumla birlikte büyüyüp yol aldıkça daha iyi anladım onun benim için ne kadar vazgeçilmez ve değerli olduğunu.
bugün artık kırklı yaşlarımın başındayım. ve anneliğimin belki de en anlamlı yıllarını yaşadığımı düşünüyorum.
zaman nasıl da geçiyor baksanıza.
en büyük annelik hayalimdi, oğlumla sağlam bir ilişki kurabilmek.
her şeyin ötesinde, sırdaşı olduk birbirimizin.
evet, maalesef uzun yıllar fark edemediğim eşcinsellik gerçeği ile çocuk yaşta tek başına mücadele etmeye başlamıştı benim oğlum. ama küçücük omuzlarına yüklediği ve hepimizden yıllarca büyük bir ustalıkla gizlediği çocukluk sırrına rağmen her zaman öylesine sevgi dolu ve neşeli, çalışkan ve başarılıydı ki, her şey yolunda sanıyorduk. o yüzden giderek bizden uzaklaştığını ve içine kapandığını fark ettiğimde hem bir anlam verememiş, hem de uzun bir süre ne yapacağımı bilememiştim.
bundan 4 yıl kadar önce, liseyi bitirmek üzere olduğu zamanlardı. ona ulaşmak gittikçe güçleşiyordu. bir şeyler artık yolunda gitmiyordu.
belki o ana kadar zaman zaman kendini hissettiren acabalarla yaşanan uzun bir süreç vardı ama, nedense adını bir türlü koyamamıştım.
ve işte, ne kadar zor olsa da artık bazı şeyleri kelimelere dökmenin zamanı gelmişti.
bir gün bile birinden hoşlandığını dile getirmemişti, üstelik ne zaman bu konuyla ilgili bir şeyler sorsak hep tepki ile karşılık veriyordu. geç ergenlik durumu olabilirdi, ya da içinden çıkamadığı bir aşık olma hali. bir şekilde öğrenmem gerekiyordu. sorduklarıma verdiği aşırı tepkilerin yanında söylediği bazı şeyler ister istemez yıllar önce okuduğum bir yazıdan aklımda kalan eşcinselliği düşündürmeye başlamıştı.
ama konuya nasıl gireceğimi bilmiyordum. belki de annesi olduğum için benimle rahat konuşamıyor olabilir diye düşündüğümde, ilk aklıma gelen, onun da çok sevdiği yakın bir arkadaşım oldu. nitekim, üstü kapalı da olsa, yaptıkları konuşmadan birtakım ipuçları yakalamıştık. arkadaşımı dinlerken eşimi düşündüm bir yandan. işi gereği o dönemde hep uzaklardaydı. böyle bir konu telefonda da konuşulmazdı ki. tek başına kalmıştım. bildiğim tek şey, çok dikkatli hareket etmem gerektiği idi.
başlangıçta sükunetle karşıladığım duyduklarım, giderek kulaklarımda uğultu, beynimde sürekli akan düşünceler ve boğazımda bir düğüm haline geldi sanki.
adeta kilitlenmiştim.
aslında yaşadığım stresin gerçek sebebinin oğlumun eşcinselliğini öğrenmekten öte ona nasıl yardım edeceğimi bilmemekten kaynaklandığını fark ettim.
yıllarca içinde yaşadığı çelişkileri, kimlik bunalımlarını hiçbir şekilde bize yansıtmamıştı. ve ben, yaşadığı şey hakkında en ufak bir fikre sahip değildim.
bir insanın eşcinsel olmasına sebep olan şeyler nelerdi? acaba çocukluktan beri yaşadığı şeyler mi etkilemişti onu? değişebilir miydi? belki öyle olduğunu sanıyordu. gibi gibi bir sürü şey geçiyordu aklımdan.
bugün artık, öğrendiklerimle, sizleri sinirlendirdiğini bildiğim bu soruların hepsi benim de ilk aklıma gelenlerdi. bir şekilde anlamaya çalışıyordum.
çocukların küçük yaşlardan itibaren böylesi sorunlarla sıkışıp kalabileceklerinin, böylesi duygu çıkmazları yaşayabileceklerinin hiç farkında değilmişim.
maalesef pek çok anne-babanın da farkında olduğunu sanmıyorum. ne yazık ki o duyarlılıkla ya da o bilgi donanımıyla yetiştirilmedik hiçbirimiz.
insan yaşamadığı bir duyguyu da bilemiyor haliyle. hele bir de hiç ipucu yoksa.
kaçırdığım şeylerin farkına vardıkça kendimi nasıl da kötü hissettiğimi anlatamam.
meğer sürekli yanlış olduğuna inandığı duygularını bastırmaya çalışarak yaşamış çocukluğunu benim oğlum. hissettiklerinin sebebini bir türlü anlayamadan. her yıl okula başlarken karşı cinsten bir sevgili bulacağım diye söz vermiş kendine.
yıllar böyle geçmiş, hiçbir şey değişmeden.
baş edemediği duyguları, en sonunda patlama noktasına gelmişti ve biz artık yüz yüzeydik.
‘tanrı beni neden böyle yarattı sanki’ diye başlayıp bitiremediği cümlesi ve gözyaşları karşısında kendimi ne kadar da çaresiz hissetmiştim. ölmek istiyordu.
o an’a kadar yaşadığımız her şey nasıl da sıradanlaşmıştı.
yıllarca oğlumun yaşadığı çıkmazlarını fark edememiş, onun yanında olamamıştım.
hep özlediğim şeydir onun o çocuk anları.
belki de çok genç anne olduğum için farkına varamadığım, kaçırdığım annelik anlarıma geri dönebilseydim keşke, derim bazen. keşke her şeyi bilerek yeniden başlayabilseydik, derim.
ama böyle bir şey imkansız olduğuna göre, önemli olan şimdi’yi gerçek anlamda paylaşarak yaşamak. çok zor bir süreçti benim için ama artık üstesinden geldik. en azından ikimiz adına, anne-oğul anlamındaki paylaşımlarımız adına.
artık biliyoruz ki, eşcinsellik oğlumun gerçeği, annesi olmak benim gerçeğim.

bilgilenme süreci
çok korkularım vardı oğlumun yaşayacakları anlamında. bu gerçekle yüzleştiğimiz dönemde çok mutsuzdu. inanılmaz içki içiyordu, kendini unutmak istercesine. ve ben hiçbir şey yapamıyordum.
aklımdan neler geçiyordu, tanrım.
başına her şey gelebilirdi.
eşcinsellerin maruz kaldığı saldırılar, tecavüzler, cinsel yolla geçen hastalıklar. düşünmeden edemiyordum.
tüm bunlar hakkında onu doğru şekilde bilgilendirebilmek adına, baskıcı olmadan bir şeylerin kontrol altına alınması gerekiyordu.
oğlumun eşcinsel olduğunu öğrendiğim ilk andan itibaren tüm çabalarım onu anlamaya çalışmak ve mümkün olduğunca, destek olabilmek yönünde oldu. elimden geldiğince bilinçli hareket etmeye çalıştım. öncelikle kendimi bilgilendirmem gerekiyordu. ancak bu şekilde onu anlayabilir, onunla yakınlaşabilirdim. benim için işin en zor tarafı duygusal yanıydı. aşırı hassas bir yapım olduğu için onu anlamaya çalışırken kendimi de iyileştirmek zorundaydım.
bir kere anne-babaların bunun gençlerin bir tercihi olmadığını anlamaları ve kabul etmeleri gerekiyor. çünkü, eğer eşcinselliğin tercih edilen bir durum olduğuna inanırsanız, sonucunda tedavi edilebilir bir hastalık olduğunu düşünebilirsiniz. ve çözüm arayışlarınız, çocuğunuzu psikoloğun ellerine teslim edip, ‘iyileştirmesini’ beklemekten öteye geçemez. belki de verilen hormon ilaçlarıyla durum daha da kötüye gidecektir. aslında bu noktada, gerçekten bu konuda bilinçli bir psikolog bulabilmek çok önemli. hem anne-babayı, hem de çocuğu, ya da genci doğru yönlendirebilmek adına.
ayrıca, toplumun dayattığı kurallar mı, yoksa çocuklarının duyguları mı önce geliyor anne-babalar için? işte bu da çok önemli. çünkü birincisinde genç, hasta ruh, sapık muamelesi görürken, ikincisinde anlayışla karşılanıp destek olunacak çözüm yolları aranabiliyor.
biz bu konuda çok şanslıydık. konuya önyargısız bakabilecek bir psikolog arıyordum ve bir takım araştırmalardan sonra doğru kişiyi buldum.
önce ben görüştüm kendisiyle. hani o nefes alamadığım, panik hallerimin olduğu ilk zamanlardı. oğlumun eşcinsel olduğunu öğrendiğimi söyledim ilk. ne hissettiğimi bile aslında tam olarak bilmediğimi, ama ona ihtiyacı olduğu anlamda yardımcı olmak istediğimi söyledim sonra. bunun için de onun tam olarak kendini nasıl bir çıkmazda hissettiğini bilmem gerekiyordu.
kendisinden bir şekilde bu konuya girip oğlumun ona açılmasını ve bu şekilde rahatlamasını sağlamasını istedim.
psikoloğun ilk söylediği, hep oğlumla ilgili konuştuğum, ama aslında benim de hiç iyi olmadığım, önce kendimi iyileştirmem gerektiğiydi.
ama oğlumu iyi görmeden ben zaten tam anlamıyla iyi olamazdım ki. benimle birlikte onun da iyileşmesi gerekiyordu.
oğlum psikolog önerimi hemen kabul etti zaten ve başlayan seanslar bir buçuk yıl kadar sürdü.
zaman içinde rahatladığını görmek, beni de rahatlatmaya başlamıştı.
her fırsatta kendisiyle bu konuda konuşmalar yapmaya, bana da kendi isteği ile kendisini anlatmasını sağlamaya özen gösterdim.
her zaman da konuya girmek kolay olmuyordu tabii. ama ne olursa olsun, konuştukça yakınlaştığımız ve kendimizi daha iyi hissettiğimiz bir gerçekti. oğlum yanında onu anlayan ve destek olan bir annesi olduğunu bilmeliydi. bu benim için çok önemliydi.
kafamda hep, ikimiz için bunu başardıktan sonra konuyu babasına açmak vardı. onunla da benzer bir süreç yaşanacaktı, belki de daha zorlu bir süreç. ve biz buna hazırlıklı olmalıydık.
sürekli araştırıyordum. eşcinsellik üzerine kitaplar aradım, buldum, okudum. bilgilendikçe bazı şeyleri anlamam daha kolay oldu.
bir kere kişisel bir tercih değil, bireyin kendinde zaten var olan, genetik temelli biyolojik bir özellikti. yani sonradan olunmuyordu.
‘tercih’ dediğinizde, bundan pek çok anlam çıkarabilirsiniz. evet, cinselliği yaşamanın tercih edilebilen pek çok şekli olabilir. ama eğer bu konuda bilgi sahibi değilseniz eşcinselliği de bunlardan biri gibi algılayabilirsiniz.
işte anne-babaların en çok yanılgıya düştüğü nokta da burası sanıyorum. çünkü eğer eşcinselliği sadece bir cinsel yaşam şekli olarak düşünürseniz kabul etmeniz ve anlamanız zorlaşacaktır. ama işin duygu yönü tercih edilebilir bir şey değildir. duygularınızı tercih ederek yaşayamazsınız. onları kontrol edemezsiniz.

‘neler anlatabilirim ki size ben, gözleriniz görmüyorsa eğer.’ gogol
insanlığın ilk varoluşundan beri, yüzyıllardır bazı insanların değiştiremediği gerçeğidir bu durum. ama nedense hep saklanmıştır. ya da saklanmak durumunda bırakılmıştır.
okuduğum bir çok açılma hikayesinde dikkatimi çeken bir şey vardı. başlangıçta herkes sadece kendisinin öyle olduğunu sanıyordu. sonra, zaman içinde kendileri gibi hisseden başkalarının da varlığını öğrenmek onları nasıl da rahatlatıyordu.
aynı durum anne-babalar için de söz konusu aslında. geçen yıl doktorumun bekleme odasındaki dergileri karıştırırken bir anda karşıma çıkan ‘benim oğlum bir eşcinsel’ başlıklı yazıyı gördüğümde, o birkaç sayfayı nasıl da fark ettirmeden yırtıp çantama tıkıştırdığımı hatırlamıyorum bile. ellerim titriyordu ve daralan nefesimi, gözlerimin dolmasını kontrol edemiyordum. yazıyı okuduğumda benimle aynı duyguları yaşayan başka anneler de olduğunu bilmek iyi gelmişti. sanki beni, bizi anlatıyordu.
uzun bir süre o yazıyı her okuyuşumda boğazıma hep bir şeyler düğümlendi ve ağladım. bunun sebebi, oğlumla aramızda her şeyi çözümlemiş olmamıza rağmen, aynı şeyi babasıyla tam olarak gerçekleştirememiş olmamızdı
kendimle kaldığım zamanlarda sürekli aklımda bu vardı.
galiba babalar için her şey daha zordu.

babayla yaşananlar
ilk söylediğim gün inanmak istemedi oğlumuzun eşcinsel olduğuna. böyle bir şey duymayı hiç beklemiyordu zaten. sonrasında da kabullenmesi zorlu bir süreç gerektirdi.
bilmesi gerektiğini düşündüğüm konularda anlattıklarımı dinlemek zorunda kaldıkça, aslında daha çok, duymaya dayanamadığını fark ettim tüm bunları. kendi içindeki hassasiyetini fark ettim.
oysa oğlumuz babasına da açık olmak istiyordu. ona yalan söylemek ya da ondan gizli yaşamak istemiyordu hayatını.
üçlü konuşmalarımız her defasında tartışmalı geçiyordu. sevgilisini ilk öğrendiğinde tepkisi çok ağır olmuştu, ama sonrasında yaptıkları uzun konuşmanın sonunda artık onu anladığını söylemişti. gene de her şey gizli kalsın, gizli yaşansın istiyordu.

‘iki yürek seç kendine/biri yaşamak için/biri gizlenmek’ murathan mungan
belki de söylemek istediği çok şey vardı oğluna. ama asla kolay konuşmaz, söylemezdi duygularını. sadece duyulmaması konusunda çok hassastı. “bir gün biri senin hakkında ters bir şey söylerse buna dayanamam, sessiz kalamam” diyordu.
bazen kendi içinde hala tam olarak kabullenemediğini düşünüyorum.
ona anlatmak istediğim o kadar çok şey olduğu halde kendini sürekli kapalı tutması, yaşadığımız her şeyi yok sayarak kolay yolu seçtiğini düşündürse de; aslında onun açısından hiç de o kadar kolay olmadığını biliyorum. ve elinden geldiğince oğluna destek olmaya çalıştığını da.
belki de sadece biraz daha zamana ihtiyacımız vardır, kim bilir.

sevgili
evet, üniversite yılları başlamış, yaşadığımız şehirler ayrılmıştı. her telefonda sesi mutsuzdu. mutsuzluğu beni de etkiliyordu. karşısına birileri çıksa bile günübirlik ilişkiler yaşayacak yapıda değildi, biliyordum.
tanrıya onu mutlu edecek bir sevgi, bir aşk vermesi için dua ediyordum hep. hayatında bir sevgili olmalıydı artık.
çok güzel bir rüya gördüğümü hatırlıyorum. güzel bir başlangıcın habercisi gibiydi. beklemeye başladım.
birkaç hafta sonra, bir gün telefonda konuşurken ‘hala bir sevgili bulamadın mı?’ diye soruvermiştim aniden.
‘biriyle tanıştım anne’ dedi. ‘ama telefonda anlatamam, ne olur sorma, ben çok iyiyim.’
cevabımı almıştım. ama meraktan ölüyordum.
o sıralar yurtta geçen ikinci yılın ortalarıydı. ara tatil için yanımıza gelmişti. çekingenliğini atması birkaç gün alsa da sonunda uzun uzun, nasıl tanıştıklarını anlattı bana. heyecanlıydı. mutluydu. çok özlüyordu.
bu arada eve çıkmaya karar vermişti. babası da onayladıktan sonra sıra eşyaları taşımaya geldi. nihayet oğlumun sevgilisi ile tanışacaktım.
karmakarışık düşüncelerle dolu uzun bir yolculuğun ardından o’nu ilk gördüğüm an hissettiğim tek şey yüzündeki sıcacık gülümsemesiyle bir anda rahatladığımdı.
taşınma bittiğinde saat çok geç olmuştu. ve onun evinde kalabileceğimize dair beklemediğim bir davet geldi. düşünmeden kabul ettim. çünkü hem onu, hem yaşadığı yeri çok merak ediyordum.
salona ilk girdiğim andan başlamak istiyorum. belki garip ama öyle tanıdık, öyle ben gibiydi ki her şey, ve gözlerim detaylarda gezindikçe onu kendime daha da yakın hissettiğimi fark ettim. sanki çok önceden tanıdığım ve zaten sevdiğim biri gibiydi.
derken sıcak bir sohbet başladı. yarı çekingen yarı meraklı bakışlarla da olsa tüm duygular karşılıklıydı, bu çok belliydi. birbirimizi sevmiştik.
oğlumla konuşurken beni incelediğini biliyordum. çünkü fırsat buldukça ben de onu inceliyordum. bu kaçınılmazdı.
birbirlerine nasıl baktıklarını gördüm bir an, nasıl sıcak ve sevgi dolu. işte o an ‘evet’ dedim, ‘artık rahat bir uyku çekebilirim.’ aralarındaki sevgiyi hissetmek bana çok iyi gelmişti. tüm endişelerimden kurtulmuştum sanki. güzel bir rüyada gibiydim. esas güzelliği ise gerçek oluşundaydı.
birlikte uyumalarıysa beni sadece gülümsetti.
sabah erken uyanmıştım. bahçenin yüksek duvarlarını fark ettiğimde aylar önce gördüğüm rüyayı hatırladım. ve gözlerim gezindikçe salonun duvarlarında, rüyamın detaylarını.
yaşayan bir evdi burası, asla sıradan değil. ve sahibinin ruhunu yansıtan bir ev. birbirine takılı resimlere baktıkça duvarlarda, biraz daha tanıdım onu. minik notları, kağıt parçalarına yazılmış şiirleri, sözleri okudukça biraz daha.
sabahın erken saatlerinde yakaladığım bu yalnız anlar benim için hem çok keyifli hem çok anlamlıydı. eğlenceli bir oyun gibiydi sanki her şey. ben de onlarla çocuk olmuş ve büyüklerden gizli oynanan oyunlardan birinin içinde buluvermiştim kendimi, çevremdekilerden sakladıklarımla.
o günden bu güne bir yıldan fazla bir zaman geçti. aynı eve taşınıp birlikte yaşamaya başladılar. birbirimizi tanıdıkça daha çok sevdik. tatillere çıktık birlikte. sabahlara kadar filmler de izledik. uzun sohbetlerimiz de oldu, dertleştiğimiz de.
evet, ara sıra misafir oluyorum onlara uzak bir şehirden, ve paylaştığımız her şey benim için çok anlamlı.
o’nunla birlikte daha çok bilgilendiğimi söyleyebilirim eşcinsellik konusunda. kaos gl ile tanıştım. buluşmalar’a katıldım. yaşadıkları zorluklar ve mücadele ettikleri şeylere daha yakından tanık oldum.
geçen yıl homofobi karşıtı buluşma’da bir sergi vardı, yüzünü artık saklamak istemeyenlerin fotoğraflarından oluşan. hepsi çok etkileyiciydi. ama bir tanesini unutamıyorum. “annem, ‘bari yüzünü saklasaydın kızım’ diyor. daha ne kadar yüzsüz yaşayabilirim ki.”
bir anne olarak yaşadığım süreci düşündüğümde o anneyi de anlayabiliyorum. ama içimde giderek büyüyen bir duygu var ki; o da, haykırmak istediğim, belki de oğlumdan daha çok.
çünkü ayrımcılık düşüncesi üşütüyor ruhumu. bilgisizlikten kaynaklanan önyargılı yaklaşımlara dayanamıyorum. bu yüzden gizli yaşanmak zorunda kalınan durumlara da.
tüm bu yaşadıklarımız, başlangıçta gizli yaşanması gerektiği duygusu ile, zaman içinde beni de herkesten uzaklaştırmıştı. bir yandan da kafamda hep “insanların eşcinsellere ön yargılı yaklaşımlarını engellemek için ben ne yapabilirim” düşüncesi vardı.
en sonunda, yakın çevremde paylaşabileceğimi düşündüğüm kişilere, oğlumun da iznini alarak, yaşadıklarımızı anlatmaya karar verdim. kafamdaki şey şuydu: oğlumu tanıyan arkadaşlarım, yakınlarım zaten onu seven, ona değer veren insanlardı. amacım, eşcinselliğe hiç düşünmeden ya da farkında olmadan verilen tepkileri biraz olsun engellemekti. bir kişinin bile fikrini değiştirmek, onu bu konu üzerinde düşünmeye itmek, hem de tanıdığı ve sevdiği biri üzerinden düşünmesini sağlamak önemliydi bence.
çünkü biliyordum ki çevremdekilerin çoğu bu konuda yaşanan sıkıntının farkında bile değildi.
sonuç olarak, bugüne kadar aldığım tepkilerin hep olumlu olmasının benim açımdan gerçekten sevindirici olduğunu söylemek istiyorum.
küçük adımlarla da olsa kendimce bir çözüm bulmuştum. ve sevgi üzerinden anlatıldığında her şey hak ettiği karşılığı buluyordu.

nilgün kayalı
kaos gl 100. sayı, 2008

 

6 thoughts on “Hayat ‘Düş’medİ!

  1. LİSTAG sıcacık kucağıyla hepimize öyle iyi geliyor ki..Teşekkür ederim içten yorumlarınız için..
    Sevgiler

  2. Bir insan yasanmisliklarini düşlerini ve gerçeklerini bu kadar güzel bir dilde ancak anlatabilir hayatımda tanıdığım en güzel yürekli ve en güzel düşünen insanlarsiniz özel bir çocuk ve cok özel bir annesıniz sizlerden çok olsa keşke ve bu hayatın bu kadar zorluklarına rağmen sizler gibi insanlarla hayatı kırmadan kırılmadan mutlu huzurla yasaya bilsek … Son birsey daha iyiki varsınız güzel insanlar siz hep olun çünkü hayata değer kan nice nadir insanlardansiniz siz ve sizin gibi olanlar yürekten sevgiler Begüm

    1. canımmm..birbirimizin hayatlarına dokunarak birlikte varolmuyor muyuz aslında.. anlamlı kılan da bu değil mi zaten..iyi ki hep birlikte varız.. iyi ki 💗

  3. “Hayat bir düş olsa”..Yazınızı okuyalı uzun zaman oldu. Defalarca okudum. Kendimi buldum, oğlumu buldum. İstanbul’da değilim bir süredir. Bu yüzden toplantılara katılamıyorum. Oysa o kadar çok ihtiyacım var ki. Yüreğinize sağlık demek istedim sadece. Sevgiler.

    1. İstanbul’a geldiğinizde sizinle tanışmak isteriz 🙂

    2. Çiğdem hanım umarım çok daha iyisinizdir..Yorumunuza cevabımın yansımamış olduğunu yeni farkettim ve kendimi kötü hissettim..Bir yıla yakın bir zaman geçmiş çünkü..Bu sürede belki de arkadaşlarımla tanıştınız, bilemiyorum..Ama eğer İstanbul’daysanız ben de tanışmayı çok isterim..
      LİSTAG ailesi olarak birbirimizi kucaklamak her zaman çok iyi geliyor inanın..
      Sevgiler

Comments are closed.