Onun dik durması için benim dik durmam gerekir

Pazar Sabahİki anne… Birinin oğlu gay, diğerinin transseksüel. İnkârdan kabullenmeye ve oradan da örgütlü destek olma durumuna geçişlerini anlattılar. Her ikisi de çocuklarının yanında. Toplumdaki transfobi ve homofobiden şikâyetçiler

 

17 aylık bir oğlum var ve bundan yıllar sonra karşıma geçip “Anne ben eşcinselim,” derse ne yaparım, nasıl tepki veririm bilmiyorum. Bu nedenle ‘bir eşcinselin, bir transseksüelin, bir lezbiyenin annesi, babası ne düşünür, ne hisseder, nasıl bu durumun altından kalkar, kafası nasıl karışır, kendini mi suçlar?’ tahmin bile edemiyorum. Sadece kendi oğlumu ve bu durumu aynı kare içinde düşündüğümde içim sıkışıyor. Bu haber için iki anneyle tanıştım, iç sıkışıklığım daha da artar diye düşünüyordum ama bu iki kadın kafamdaki ‘anne’lik kavramının yeniden şekillenmesine yardımcı oldu. Bir eşcinsel ve transseksüel çocuğa sahip olan bu iki annenin yaşadıkları, toplumun onlara yaşattıkları, okunmaya ve üzerinde düşünülmeye değer!  

Hemen kabullendim ve destek oldum
Anne Gülseren 54 yaşında. 21 yaşındaki üniversite öğrencisi oğlu Can’ın eşcinsel olduğunu daha ergenlik döneminde hissetmeye başladı ama aralarında bu konu hiç dillendirilmedi. 2008 ocak ayında oğlunun tavsiyesini dinledi ve LGBTT (Lezbiyen, Gay, Biseksüel, Travesti, Transseksüel) örgütlenmesi olan Lambda Derneği’ne gitti. Birkaç eşcinsel çocuğu olan ebeveynle kurdukları grup, bugün 30 kişiye ulaştı. 30 rakamı size az geliyor olabilir ama Türkiye’nin şartları düşünülünce bu rakam son derece cesur! Onlar grup kurmakla kalmadı, çocuklarının yanında olduklarını göstermek için geçen hafta ‘Onur Yürüyüşü’ne de katıldı. İçlerinde, eşcinsel ve transseksüellerin anneleri, babaları, dedeleri, kardeşleri vardı. Anne Gülseren, oğluyla hikâyesini tüm açık yürekliliğiyle anlattı.

– Can’ın eşcinsel olduğunu ne zaman anladınız?
– Mutlu bir çocukluk ve mutlu bir ergenlik yaşadı Can. Ergenlikte Can’da farklılıklar olduğunu anladım. Onun daha çok bilgisayara, telefona yöneldiğini hissettim. Bizle hiçbir şey paylaşmıyordu. Odasına kapanıyordu, perdeleri sürekli kapalı tutuyordu. Ben ergenlik öncesinde bir şeyler hissediyordum ama… Sonra bir psikiyatriste gittik, ‘Çok güzel bir çocuk yetiştirmişsiniz, özgüveni var, sosyal bir çocuk, yalnız maço özellikleri yok,’ dedi doktor. Zaten ‘Sen erkeksin, şöyle güçlüsün, böyle büyüksün,’ şeklinde yetiştirmemiştik Can’ı. Bu işin tercih değil, yönelim olduğunu öğrendiğim için ‘Yaşayıp göreceğiz’, diye düşündük. Sonra bir arkadaşım, üniversitede öğretim üyesi eşcinsel bir arkadaşıyla tanıştırdı beni. Merak ettiğim her şeyi ona danıştım. ‘Zorlamanıza gerek yok, doğal akışına bırakın, o ihtiyaç hissettiğinde size söyler,’ dedi.

– Söyledi mi?
– Söylemedi. Ama artık işin dillendirilmesine gerek kalmamıştı, herkes durumdan haberdardı ama konuşulmuyordu. Bir gün, ‘Lambda’da bir arkadaşımın annesi seninle tanışmak istiyor, bir broşür hazırlıyor belki sen de yardım edebilirsin,’ dedi. Lambda aile grubundan, oğlumu tanıyan bir ebeveyn bana ulaştı. Arkadaşların anneleri olarak buluştuk. Konuşurken, baktım ki, onlar çok şey paylaşmış, ‘Biz böyle paylaşmadık’, dedim. ‘Sen açıl, oğlun da daha rahat eder’, dedi. O gün oğlumu aldım, eve dönerken arabada konuştuk. ‘Ben bir şeyler hissediyorum. Biz seni rahatsız edecek bir şeyler yaptık mı?’ dedim. ‘Hayır’, dedi. ‘Kötü bir şey yaşadın mı?’ diye sordum… Yumuşak geçiş yaptık.

– Bu çok kolay kabul edilebilir bir durummuş gibi anlatıyorsunuz, böyle mi gerçekten?
– Ben farklı bir anneyim. Bu tür konulara yabancı olmayan biriyim. Eşcinselliği oğlumla birlikte öğrenmedim. Bunun bir gerçeklik olduğunu zaten biliyordum. Elbette kolay değil, insan kendini, eşini suçladığı, tartıştığı bir dönem yaşıyor. Ama sonrasında ona kucak açmak gerekiyor.

– Eşiniz daha çekimser galiba?
– Toplantılarımıza katılmıyor ama evde düzenlediğimiz yemeklere katılıyor. Ama o da sonuna kadar oğlumuzun yanında.

– Can’ın bir erkek arkadaşı olsa sizinle paylaşır mı?
– Var zaten. Tanışıyoruz, hatta ailesiyle de tanışıyoruz ve ailecek görüşüyoruz. Bu tür durumları bilmek insanın içini rahatlatıyor. Çünkü aileler bu durumu öğrendiklerinde ister istemez daha korumacı bir yaklaşıma giriyor. Çünkü suistimale çok açık. Oğlum üniversitede okuyor ve çevresi bu şekilde. Doğru insanlarla karşılaşması bizim için çok önemli.

– Durumu kabullenmişsiniz hatta aileler grubuna üye olarak, aktif biçimde oğlunuzla bir mücadele içindesiniz ama fotoğraf vermek istemiyorsunuz. Neden, utanılacak bir şey olmadığını kabul etmenize rağmen fotoğraf konusundaki çekincenizi anlayamadım…
– Etrafımdaki herkes durumu biliyor, yani pankart asıp ilan etmiyoruz elbette ama bilmesi gereken herkes biliyor, bir tek annem bilmiyor. Çünkü, yaşlı ve sağlık problemleri var. Ben kendimi deşifre edersem, ona bir şey olur endişesi yaşıyorum. Bu nedenle o hayata gözlerini yumana kadar fotoğraf vermeyeceğim ama sonra televizyonlara bile çıkarım.

– LİSTAG’ın yani aile grubunun amacı nedir?
– Amacımız; LGBTT bireylerin ailelere açılmasından sonra ailelerin hislerini, deneyimlerini paylaşmak, onlara destek olmak. Çocuklarımızın mücadelesinde arkalarında olmak için çalışıyoruz. Haftada bir Amargi’de veya başka bir ailenin evinde oturup konuşuyoruz. Ayda bir yemek yapıyoruz çocuklarımızla, çocuklarımızın cinsel kimliğini bilen herhangi bir akrabasıyla bir araya geliyoruz. CETAD (Cinsel Eğitim Tedavi ve Araştırma Derneği) Başkanı Nesrin Yetkin’le konuşup onlardan yardım istedik. Onlar da çok sıcak baktılar, gönüllü psikiyatristlerle birlikte ailelerle her ayın ilk perşembesi bir bilgilendirme toplantısı yapıyoruz. Her an yeni aileler katılıyor. Şu an 30’a yaklaştık. Bu çok sevindirici. Bir de listag.wordpress.com diye bir blog’umuz var. Lambda Eşcinsel Danışma Hattı (0212) 244 57 62’den bize ulaşan aileler var. Geçen sene bir aile toplantısına davet edildik Floransa’ya. O bizim ufkumuzu açtı. Avrupa’da da ailelerin durumunun bizden farklı olmadığını gördük.

– Aileler tam olarak ne yaşıyor?
– Çocuğu açıldıktan sonra insan genelde önce bir şok yaşıyor. Sonra korku, ‘Başına bir şeyler gelir’, kaygısı ve koruma eğilimi, ondan sonra bu konuda bilgilenme, sonra kabullenme. Bu süreçlerde insan çocuğuna yanlış davranabiliyor, kendini suçluyor, onu suçluyor. Bazı anne ve babalar ‘Biz nerede hata yaptık?’ diyorlar. ‘Çocuğum mu bir hata yaptı?’ diye de soruluyor. Anne baba birbirini suçlayabiliyor. Arkasından ‘Elalem ne der, ailedeki diğer bireyler ne der, komşu ne der?’ diye düşünmeye başlıyor. Toplum kadınla erkeğin evlenmesine, çocuk yapmasına alıştığı için, eşcinsel bireyler kötü diye düşünüyor. Ben ‘Nasıl destek olurum?’ diye düşündüm. Ama genelde böyle yaşanmıyor. Çocuk söyleyene kadar yok sayılıyor. Söyledikten sonra da yok sayılıyor.

ELLERİMLE SUTYENİNİ BAĞLADIM
Anne Eda 50 yaşında. Beyin ameliyatı geçirmesinin ertesi günü, 15 yaşındaki oğlu karşısına geçti ve “Görüntüm erkek ama kız gibi hissediyorum,” dedi. Bir yıl boyunca gezmediği doktor, terapist, şifacı kalmadı. Tedavi olur umuduyla çocuğunun beynine elektrotlar bağlanmasına izin verdi, kredi kartlarından tam 15 bin TL harcadı, bir yılın sonunda İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı Polikliği’nde aldı soluğu. Ve hayatında yeni bir döneme başladı. Oğlunu gömdü, kızını kucakladı. Kızı şu anda üniversitede okuyor, durumunu okuldan hiçbir arkadaşı bilmiyor. Bir erkek arkadaşı oldu, o da bir transseksüelle birlikte olduğunu bilmedi.

– Ne zaman kabullendiniz?
– Ben kendimce tanı koymaya çalıştım, şizofren, ergenlik, bana özendi, geçişi anlayamadı, başına bir şey geldi, öfkesini böyle yansıtıyor, bin tane alternatif yaratmaya çalıştım, kabullenme aşamasına geçemedim. İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı’ndan Prof. Şahika Yüksel, ‘Kabule geç, çocuğun transseksüel,’ dedi. Ben 1999 yılında biyolojik olarak erkek doğurduğum çocuğumun, kız olduğunu öğrendim. Çocuğum haklıymış şoku yaşadım. Ona eziyet ettiğim için vicdan azabım arttı. Hastane bahçesinde oğlumun ölümüne bağıra bağıra değil, böğüre böğüre ağladım. Gelen geçen ‘Başınız sağolsun,’ diyorlardı. Gerçekten ben oğlumu kaybetmiştim. Transseksüelliğine değil, oğlumu kaybedişime ağlıyordum. Kendime geldiğimde 16 yaşında bir kız çocuğu dünyaya geldi hastane bahçesinde. Her şey çok karanlıktı, ailem, okulu, iş hayatı, geleceği, konu komşu, ben bunların hiçbiriyle uğraşamayacağımı düşündüm ve önemli olanın çocuğum olduğuna karar verdim. Onun penceresinden baktım, kendimi onun yerine koydum. Çok zor bir şey. Ben çocuğuma sahip çıkmaya karar verdim.

Paris Hilton dönemi
Her şey konuşulduktan sonra neler yaşandı?
– Aradan zaman geçti, Çapa’ya gitmeye devam etti. Bana açıldıktan sonra yanardağ gibi patladı, evde cımbızlar, törpüler bulmaya başladım. Gittim kendi ellerimle makyaj seti ve sutyen aldım. Kabullendim demekle olmuyor bu iş, ayak uydurmak gerekiyor. Fakat lise ikinci sınıfta ve kolejde burslu okuyor. Okul çok vahşi bir ortam onun için, okul idaresi beni çağırdı duruma ilişkin uyarmak için, açık yüreklilikle, ‘Biraz idare edin, benim çocuğum transseksüel, dönem bitince alacağım okuldan,’ dedim. Çünkü artık kız gibi giyinmek istiyordu ve bu şekilde okula gidemezdi. Tuvalete gitmiyordu, çünkü erkekler tuvaletine girmek istemiyordu. Açık liseyi bitirdi ve üniversite sınavlarına hazırlandı. Bu sırada korkunç bir görünümü oldu, saçlarını sarı yaptı, tırnaklarını aşırı uzattı, kaşlarını ip gibi aldı. Yani yıllardır içinde olanı en abartılı biçimde dışa vurdu, Paris Hilton oldu. Ona sutyen takmayı öğrettim, o sutyeni oğluma takarken ben paramparça oldum. Lise sınavlarına götürüyorum, polis kontrolünden geçecek, kadın polise mi gitsin erkeğe mi bilemiyor, ben ‘Gel kızım polis abla kontrol etsin seni,’ diyorum. Çünkü ürkek bir tavşan gibi. Bu sırada üniversite sınavına girdi ve bir özel ünivesiteyi kazandı. Üniversite yönetimi inanılmaz anlayışlı davrandı, okuldaki hiçbir arkadaşı durumunu bilmiyor herkes onu kız zannediyor. İdarede şu anda kaydı erkek isim soyadıyla ama sınıfta kız ismi ve soyadı var. Ameliyat olacak 18’ine gelince ve nüfus cüzdanını pembe alacağız.

– Erkek arkadaşı olmadı mı?
– Oldu. Ama durumunu bilmediler. Çünkü görünüşü zamanla normalleşti, patlama anı bir süreçti, şimdi çok cici bir kız görünümünde. Erkek arkadaşıyla flört etti, durumundan söz etmedi. Zaten cinsellik yaşamıyor, çok küçük.

– Bir anne olarak dik durmak zor olmalı.
– Onun dik durması için benim dik durmam gerekiyordu. Ben annem ve babamla büyüdüğüm mahallede oturuyorum, çocuğumun bu durumu sonrası yerimi yurdumu terk etmedim. Mahalleli, esnaf beni bir gün önce oğlumla gördü, ertesi sabah kızımı koluma taktım ve sokağa çıktım. O başını önüne eğip yürüyordu, onu dürttüm ve dik durmasını söyledim. Kimse tek kelime soru sormadı, soramadı. Biz yanlış bir şey yapmadık, çalmadık, çırpmadık, ahlaksızlık yapmadık… O benim çocuğum; sokağa mı atsaydım, sokaklarda fuhuşun kucağına mı gönderseydim? Benden yardım istedi, ne yapsaydım? Hiç kimse aşağılanmak ister mi, ötekileştirilmek ister mi, bu transfobik insanlar durup bir düşünsünler, kim sokakta parmakla işaret edilmek ister?

Sonat Bahar / Pazar SABAH / 05.07.2009

2 thoughts on “Onun dik durması için benim dik durmam gerekir

  1. Sevgili Yaprak,

    Gec de olsa ben de senin yazdikklarini tek bir nefeste okudum…biz de seninle tanismak isteriz…belki bir gun de annenle…

    Sevgiler,

    Metehan

  2. Merhaba,

    Sitedeki tüm yazıları bir çırpıda okudum. Okudukça boğazım düğümlendi, gözlerim doldu, ağladım, güldüm, imrendim.

    28 yaşındayım. Lezbiyenim. Ergenlik dönemindeki şuursuz şuurumu saymazsak 18 yaşımda kendime; 21 yaşımda anneme out oldum. Yazacaklarım da daha çok annemle ilgili.

    Anne ve babamın tek çocuğuyum. Geniş ailede ve çevrede hep gözbebeği oldum, örnek gösterildim. Eğitim hayatım başarılarla, derecelerle dolu; ülkemin en iyi okullarında okudum. Sadece akademik alanda değil sosyal ve kişisel olarak da sorunsuz bir çocuktum; güvenilir, kendinden emin, neşeli, vicdanlı, saygılı. Kısacası tam bir gurur kaynağıydım, ta ki anneme lezbiyen olduğumu söyleyene kadar.

    O dönemi biraz anlatmak istiyorum aslında. Cinsel yönelimimi kabul ettiğim ilk zamanlar günler süren bir baş ağrısından kurtulmuş gibi hafif hissediyordum kendimi. Belli belirsiz bir heyecan vardı üzerimde. Yeni hayatımla yapacaklarımı düşünüyordum sürekli. Aslında düşlüyordum demek daha doğru olacak. Çünkü aklımdakiler çok makul olsa da günün koşullarına göre uçarı şeylerdi. Sevdiğim, beni seven bir eş, destekçi bir aile, maddi özgürlük, iyi bir iş; sadece eşcinsellerden ya da sadece heteroseksüellerden oluşmayan arkadaşlar; sempatik komşular… Kısacası rastladığım eşcinsel içerikli iyimser (yani içindeki eşcinsel karakterin ölmediği, tecavüze, gaspa uğramadığı ya da öldürmediği, tecavüz ya da gasp etmediği) diziler, filmler ve kitaplardaki hayatları kendiminkiyle birleştiriyordum. Galiba öylece hayal kurup, tasalanmadığım bir döneme ihtiyacım vardı. Çok uzun sürmese de benim beklentilerimi önemli ölçüde etkiledi. Artık “diğerleri nerede?” sorusuna sıra gelmişti. İnternet kazan ben kepçe; Türkçe içeriğin tamamını; İngilizce içeriğin ise sanırım kayda değer bir kısmını hatmetmiştim. Eşcinseller mücadelelerinin henüz çok başındaydılar ve hiçbir şey kolay değildi; şiddet görenler, evinden kovulanlar, işinden olanlar. İlk günlerdeki heyecan ve neşenin yerini derin bir depresyon ve umutsuzluk aldı. Çocukça belki, bilmiyorum; hayallerimi gerçekleştirmiş insanlar görmek istiyordum galiba, ama yoktular. Onun yerine ergenliğinde yaşaması gerekenleri 20li 30lu yaşlarında yaşamaya çalışan; bir türlü de yol alıp ilerleyemeyen; kalabalık görünse de aslında eşcinsel nüfusun küçücük bir kısmını oluşturan gruplar çıktı karşıma. Ergenlik dürtüleriyle yaşadıkları yetişkin ilişkileri; kavgalarını, ayrılıklarını, ihanetlerini herkesin önüne dökmeleri ödümü patlattı. İçime kapandım. Herkese ne olduğumu, kim olduğumu –nedense- bağıra çağıra söylemek istesem de korkularım ve güvensizliğim hepsini bastırdı. Belki fazla iyimserim ama ailemin eşcinsel olduğumu öğrenince beni daha az seveceklerine hiç ihtimal vermedim. Ama saygılarını, güvenlerini, onaylarını kaybetmek; en önemlisi de huzurlarını kaçırıp mutluluklarını bozmak istemiyordum.

    İşte bu sıralar; ben derin depresyonumu internette yaşar ve geri kalan zamanda ölü suretinde gezinirken; annem hep beni izliyormuş. O akşam yanıma geldiğinde yüzündeki kaygı, korku ve çaresizliği saklayamıyordu. Konuş benimle, ne derdin var anlat dedi. Yüzünün ifadesi canı yanıyor gibiydi.
    Geçiştirmeye çalışsam bu defa da ısrar etti. Cevaplarına hazır olmadığın sorular sorma dediğimde gözleri dolarak bana –lezbiyen misin?- dedi. Evet dediğimde ağlamaya başlamıştı. Tuhaf bir şekilde rahatladığımı hatırlıyorum. Üzerimden tonlarca yük kalkmıştı sanki. Çok uzun bir geceydi. Ağlarken bana sarıldı; korkma artık dedi, beraber her şeyi hallederiz. Hiçbir zaman homofobik biri olmamıştı zaten. O yüzden sanırım söylediklerini hiç sorgulamadım. Benden iğrenip iğrenmediğini sordum; sen benim kanım, canımsın, öyle şey olur mu hiç dedi. Sonra beni hala gülümsetebilecek şekilde -seni yurtdışına göndermemizi ister misin, orada daha rahat her şey- dediğini hatırlıyorum. Bir de babana söylemeyelim istersen dediğini. Evet bunu
    unutamıyorum hatta.

    Aslında bunu bana ilk soruşu değildi. Lise yıllarımda deli gibi aşık olduğum ama bunu derin, özel bir dostluk sandığım en yakın arkadaşımla tanıştığı dönemde de aynı soruyu sormuştu; çeşitli imalarla. Ben bile bilmez ya da kabul etmezken annem cinsel yönelimimi fark etmişti.

    Beni kırıp üzecek hiçbir şey olmadı o gece. Takip eden günlerde de. Birkaç hafta sonra; -gel konuşalım biraz- dedi. Konu belliydi. Ama bu defa daha ciddi bir yüz ifadesi vardı karşımda. Yumuşak bir şekilde nasıl böyle bir karar verebildiğimi sordu. Daha önce kimseyle ilişkim olmuş muydu?. O zaman nasıl karar verebilmiştim.. Bu durumu böylece kabullenmek çok doğru bir davranış olmazmış.. Değişebilirmişim.. Hemen olması şart değilmiş.. Zamana bırakacakmışım.. Bir psikiyatristle görüşebilirmişim.. Hem kimle birlikte olacakmışım zaten.. Eşcinsel değilmişim aslında.. Bunun için hiç neden yokmuş.. Eşcinseller benim gibi olmazmış.. O hiç inanmıyormuş eşcinsel olduğuma.. Hatta bana bir profosyonel bulabilirmiş istersem; bu sayede ben de anlayacakmışım lezbiyen olmadığımı..

    Bu cümlelerden sonuncusu hala kanımı dondurur.

    O sırada annemin karşısında sadece cinsel yönelimimle duruyor olmak beni yeterince geriyordu zaten. Bir de bu deli saçması fikirlerini ortaya savurunca o gün ve ona benzeyen sonraki günler kendimi -eşcinselim anne, değişebilecek bir şey yok ortada; kabul et- diye bağırırken bulmaya başladım. Artık sohbetlerimiz tartışmalara; tartışmalarımız kavgalara dönmeye başlamıştı. Konu tam kapanacakken daha da büyüyerek devam ediyordu. Pek huzurumuz kalmamıştı. Annem her negatif durumda soluğu eşcinselliğimde; pardon eşcinsel özentisi olmamda buluyordu. Toplumdaki en saygın ve kabul gören müesseselerin başında gelen eşcinsellik olsa olsa özenilecek bir durumdu çünkü…

    Benim de sinirlerim çok bozulmuştu artık. Psikiyatrist önerisini kabul ettim. Kendimin farkına varmaya başladığım dönemde medikonun psikologundan(!) yardım almıştım. Kendisi, klinik psikolog ünvanını evinde bardak altlığı yapmış olsa gerek; kadınlardan hoşlandığımı ama çok bocaladığımı; korktuğumu; herkes gibi evlenip çocuk yapmam gerektiğini düşünmekten kendimi alamadığımı söylediğimde –e tabii, doğrusu o- diyerek ağzı, burnu, kaşı, gözü ile resmen(!) onaylamıştı beni. O yüzden psikiyatristimle ilk görüşmemde eşcinsel olduğumu, bu durumdan bir şikayetim olmadığını, değişmek gibi bir arzumun olmadığını ilk on cümle içinde sarf ettim. Amacım kendimi onarmaktı; çünkü annemin beni onarmaktan kastı başkaydı. Çok şükür ki psikiyatristim benim asıl düzelmesi gereken kısımlarımla ilgilendi; azalan özgüvenim ve depresyonum…

    Annem ise terapi sürecimi eşcinselliğimin tedavisi sandı sanırım. Takip eden senelerde gerek eşcinsel olduğumu, bunun değişmeyeceğini haykırdığım sayısız kavgamıza, gerekse onunla tanıştırdığım gey arkadaşlarıma rağmen annem tedavi görüyor olduğuma hep inandı. Öylesine inandı ki şimdilerde o gey arkadaşlarımla aramızda romantik bir ilişki olup olmadığını soruyor. Neredeyse şizofrenik bir durum.

    İlk kız arkadaşım olduğunda ise ben galiba annemle bu işin olmayacağına inanmıştım. Çünkü her şey benim için olduğundan daha zor bir hale gelmişti. Elli kere out olmuştum anneme. Ama kabul etmiyordu işte. Terapim sırasında da biraz bencilleşmiştim zaten. Benim için en iyiyi seçmeye çalışıyordum mümkün olduğunca; olması gerekeni ya da tavsiye edileni değil. Anneme açılmak da artık fonksiyonelliğini kaybetmişti benim için. Tek prensibim ona heteroseksüel olduğumu düşündürecek bir şey yapmamaktı. Diğer her şey serbestti, nereye, kimle gittiğimle ilgili yalanlar, okuduğum kitaplar, izlediğim filmler. Bir gün kız arkadaşımla ilgili şüpheleri olduğunda bu konuyu kapatmakla ne kadar iyi yaptığımı gösterdi bana. Ağlamaktan öleceğini sandım; yüzü, sesi… Annem gitmiş de yerine sanki 30 yıl yaşlanmış ölüm döşeğinde bir kadın gelmiş gibiydi… Bana yemin ettirdi o zamanki sevgilimle aramızda bir şey olmadığına dair. Babamla ikisinin ölüleri üzerine… Ne demekse… İlk kez yalan yere yemin ettim. O gün masumiyetimden bir hayli büyük bir parça kaybetmişim gibi hissediyorum hala.

    Seneler geçti. 3 yıl önce tıp fakültesini bitirdim. Başka bir şehirde uzmanlık eğitimi alıyorum. 4,5 yıldır çok sevdiğim, beni seven bir kız arkadaşım var; umuyorum ki ileride eşim olacak; belki çocuklarımız bile olur, kim bilir… İyi bir işim, çok sayıda olmasa da yeteri kadar dostum, arkadaşım var. Doktorlar yani meslektaşlarım bu ülkedeki en homofobik kitlelerin başını çekiyorlar. O yüzden henüz iş yerimde out değilim. Ama yine de zaman geçtikçe her şey hayallerimdekine daha çok benziyor.

    Gelelim anneme… Seneler geçtikçe onunla daha az şey paylaşıyor olduğumun farkına varmak beni çok üzüyor. Hayatım istediğim şeylerle doldukça, onunla konuşabileceğim şeylerin sayısı azalmaya mahkum.
    Bir gün gelecek bu konu tekrar açılacak. Bakalım o zaman belki bir sonuca varırız. Ben de mutluluklarımı, hüzünlerimi annemle olması gerektiği gibi paylaşırım. Tuhaf, açıklanamaz yalnız kalmışlığım da tarihe karışır.

    Önümüzdeki günlerde toplantılarınıza katılmayı çok isterim, tabi sakıncası yoksa..

Comments are closed.